gül ekmen, 165 adet değerlendirme yapmış.  (12/24)
Katya'nın Yazı
Katya'nın Yazı

6

Trevanıan’ın Şibumi kitabını okuduktan sonra yazar hakkında çok araştırma yapmış hikâyeye göre değil yazarın gizemine dayanarak kitaplarını okuduğumu belirtmiştim. Katya’nın Yazı’yla Şibumi birbirinden öyle farklı ki iki hikaye ki birbirini tekrar eden yazarlardan sonra bu farklılık iyi geldi. İki hikayeyi de sevdim. Öyleki sevdiğim filmler arasında bir benzetme yapacak olursam; Şibumi’yi karizmatik güçlü karakterle macera peşinde koşan hikâyesiyle Esaretin Bedeli’ne, Katya’nın Yazı’nı zayıflıkları olan, içinde fırtınalar yaşayan karakterle olağandışı şaşırtıcı hikayesiyle Fight Club’a benzetebilirim. Yazarın betimlemeleri çok iyi olmasından kaynaklı olsa gerek ikisinde de okuduğum satırları film şeridi gibi hayalimde canlandırdım. Puzzle sever gibi olarak, parçaları yerine koyup ipuçlarının peşinden gitmeyi sevdiğimden edebiyattaki bu beklenmeyen çarpıcı sonlara yüzümdeki şaşkınlık ifadesi belirmesine bayılıyorum.Bu kitabı okumak benim için bu bağlamda çok keyifliydi. Kitapta başlangıçta ve ilerleyen sayfalarda Genç Werther'in Acıları’ndaki Werther gibi platonik saplantılı aşk acısı hakimken “biliyorum bu aşkın sonunu diyorken” bir şekilde içindeki gizem sizi sona sürüklüyor. Kitaptan Altını Çizdiklerim: - Hepimiz karşımızdakinin bizi anlamasını isteriz ama, ayna gibi içimiz dışımız görünsün istemeyiz. - Kalbin kendine göre nedenleri olur, beyin bunları bilmez. -Aşk dediğin şeyin yeri insanın kalbi değil, kasıklarıdır evladım. -Ben geleceği hep, yığınlar halinde “bugün” olmayı bekleyen yarınlardan oluşmuş diye görürüm. - Bence yetişme tarzını ve sosyal sınıfı en iyi ortaya koyan şey insanların konuşma biçimidir. - Yanlıştan yanlış doğar, ondan da yanılgı doğar. - Sende gerçekten kötü olabilmek için gerekli olan hayal gücü eksik bir kere. - Çok saçma. Her çocuk kendisini anasına, babasına ebediyen borçlu sanır ama, bu doğru değildir. Eğer ortada bir borç varsa anayla baba borçludur çocuğa. Onu bu acılar, savaşlar, nefretler dünyasına getirdikleri için. Hem de bir anlık zevk uğruna.

Deliduman
Deliduman

6

Emrah Serbes; Gezi Parkı olaylarının hemen arkasından özgürlük arayışındaki gençleri konu alan bir kitap yazacağını söylemişti algılar o yönde olsa da kitap Gezi Parkı Direnişi hikayesini anlatmıyor. Gezi parkı sadece kurgunun bir parçası. Kitapta kopuk bir aile düzeni içindeki Çağlar karakteri Salinger’in Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki Holden’a benziyor. Serbes bu kitaptan bayağı etkilenmiş olacak ki bende bir Holden çıkarayım demiş :) Yazar; eleştirisel çizgisini gerek edebi bir dille gerekse yer yer argo kelimelerle anlatsa da biz onu senaristliğini yaptığı Behzat Ç. Dizisinin diyaloglarından tanırız. Aynı üslup ve başarı kitabında da hakim. Televizyonlardaki yetenek yarışmalarından, evlilik programlarına, adam kayırmacılıktan, rant sağlamaya her şey var. Tabi bunu ailemizden biri gibi olan 17 yaşında bir çocuk yapınca tepkiler daha anlaşılır bir dil haline geliyor. Özellikle bir domates hikayesi vardır ki ; “Baktın manavlık seni kepaze ediyor, çünkü domates tartarken araya iki tane çürük domates sokuşturmadan edemiyorsun, o zaman neden böyle bir şey yapıyorum diye sormalısın kendine. Derin bir nefes alıp o iki tane kodumun çürük domatesini araya sıkıştırmadan niçin duramadığını düşünmelisin. o iki tane çürük domatesi araya sokuşturamayınca kendini çok mu çaresiz hissediyorsun? Uykuların mı kaçıyor, boğulacak gibi mi oluyorsun, tükenmişlik sendromuna mı giriyorsun o iki tane çürük domates araya sokuşmayınca? Bütün dünyayı önüne de serseler o iki tane çürük domatesi araya sokuşturamadıktan sonra bir anlamı yok mu? “ Sonunu söylemeyeyim ama kahramanlarımız amaca giden yolda büyüyorlar, olgunlaşıyorlar. Kitapta karakterler ve anlatım birbirini şekillendiriyor. Orada bir kardeş sevgisi var ki görülmeye değer. Böyle bir hayranlık olamaz. Sırf bu yüzden okunur kitap. Kitaptan altını çizdiklerim: - “Her insanın mayasında bir parça kepazelik vardır, mühim olan o kepazeliği ortya çıkaracak işlerden uzak durmaktır.” - İnsanların çoğu yeteneksizdir. Öyle olmasa yeteneğin ne anlamı kalırdı ki zaten.” - "Kıyamet yakın mı diyorsun? Iyi de bizim kıyamete ihtiyacımız yok ki Allah'ım! Temelinden sarsılıp yıkılmamış neyimiz kaldı ki bugün elimizde, daha başımıza neyi yıkacaksın? En azından bizim için, Türkiye açısından söylüyorum yani, çevreyi biraz daraltırsak, fakir kalmış ruhların ülkesi. Bizim için kopardığın kıyametle Danimarka'da kopardığın kıyamet aynı mı olacak şimdi? İsviçre'yi yıkarken bizi de mi yıkacaksın? Almanya'yı, Fransa'yı döverken bize de mi tekme tokat dalacaksın? Bu mu ilahi adaletin! Tamam, ahlak da onlarda kalsın, teknik de, ama böyle de çok güçlü olmadılar mı? Bize de biraz ruh takviyesi yap o zaman. Dostoyevski'nin ruhunu bağışla bize. Bize Dostoyevski'nin ruhunu gönder, bir de Rusça çevirmen. Ondan evvel kıyameti koparırsan eğer uluslararası konjonktür açısından büyük haksızlık olur." - “Genellikle kötücül insanlar başkalarının yaptığı kötülüğün hemen farkına varırlar. Ellerine fırsat geçmediği için kötülük yapamadıklarından, başkalarının yaptığı kötülükleri en ağır şekilde yargılayanlar da onlar olur. - “İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır. o zaman hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüşür” - “Kendi içimizde sessiz ve korkunç mücadeleler vermiştik, kendi iç savaşlarımızın gazisiydik hepimiz, kendimize yenilip kabul etmiştik kendimizi ve kendimize boyun eğmiştik ve şimdi hiç kimseye boyun eğmeyecektik!”

Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası

8

Düşünmekle düşlemenin iç içe girmiş hali… Kitabın sonunda her şeyin ve herkesin bir düşten ibaret oluşu ve sarmal bir anlatım.. Kitap okuma tarihimde bir ilktir kitabın sonuna gelip tam olarak algılayamadığımı düşündüğüm için tekrar başa dönmek dolayısıyla kitabı aralıksız iki kez okumuş olmak. Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın en parlak dönemlerinde geçtiği için kitabın dili eski Türkçe-Osmanlıca karışımı terimlerden oluşuyor bu yüzden okurken zorlanabiliyorsunuz. Ama ortalardan itibaren olaylar zincirini takip ederken bu dile alışıyorsunuz. Kitap uzun cümleler içeren betimlerden oluşuyor. Bu konuda aynı hissi Orhan Pamuk / Kafamda Bir Tuhaflık eserinde İstanbul’un son 40 yılını yaşamış kadar okuyucuya yansıtır. İhsan Oktay Anar’ın bu eserinde de Kostantiniye’nin her köşe bucağını o dönemde yaşamış hissine kapılırsınız. Kitapta olaylar sadece başkahraman üzerinde dönmüyor yan karakterlerde kitapta bir o kadar etkili. Çünkü Onar; kahramanlarını tarihsel kişiliklerden seçerek farklı rollerde gerçeğe uyarlamış. Bir Efrasiyab karekteri vardır mesela, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab Alper Tunga’nın ta kendisidir. Bilme arzusunun esiri Ebrehe karakteri Yemen’de, Habeşistan Krallığına bağlı Hıristiyan bir valiydi ve Kabe’ye fillerle saldırdığı Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Uzun İhsan Efendi’de yazarın kendisinden başkası değildir. Arap İhsan’ın verdiği kitabın çevirmesini yapan Rendekar karakterinin çevireme olarak söylediği “düşünüyorum öyleyse varım” sözü Rene Descartes’e aittir. Yazarın felsefe bölümünden master ve öğretim üyeliği yapmış olmasını baz alırsak kitabın Tarihi-felsefik ve fantastik bir kurgusu var diyebilirz. İçinde çoğu ibretlik olmak üzere küçük hikayelere değinmiş bu masalsı anlatım kitabı okurken okuyucuda merak, heyecan ve öz kültürümüzü benimseme, sahip çıkma duygusu uyandırıyor. Yazarın zekâsına, hayal gücüne, bakış açısı ve betimlerine hayran kaldığımı söylememe gerek yok sanırım ama Anar’ın, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü almış olmasını, imza günlerine katılmayıp medyatik görünmekten uzak, tanıyan arkadaşların dediğine göre mütevazi bir kişilik oluşunuda atlamayalım Kitaptan altını çizdiklerim: - Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. - Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk; bilmek ve bu Dünya’nın şahidi olmaktı. -Sence tabiatta etki eden kuvvetler içinde en büyüğü hangisi? Doğru cevap akıl. Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir. - Buna göre ölüler nasıl ki ışığı görmezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezlerdi - Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?” - Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz. - Ben de düşünüyorum dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden uzun ihsan efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? -Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"

Karanlık Dürtü
Karanlık Dürtü

6

Karanlık dürtü Amerikanvari bir anlatımın etkin olduğu gerilim türünde bir roman. Şehirde işlenen seri cinayetlerde soluk soluğa katil kim sorusunun cevabını arıyorsunuz. Kitap arkadaşımın yazmış olduğu ilk kitabı. Devamının gelmesini temenni ederek en başta cesaretinden ve sınırları zorlayan hayal gücünden ötürü tebrik ediyorum. Geçenlerde bir arkadaşımla; yaşanmışlıkları olmayan yazarların, okuyucuda kitabı inandırıcılık açısından pek etkin olmadıklarını iddia ediyordum. Oda bana “iyi kurgulanmış ve hayal gücüyle yazılmış bir eserin yaşamış olmaktan daha etkili olacağını çünkü insanların sınırları zorlayarak yaşamasının pek mümkün olamayacağını hayal gücünde ise sınır olmadığını” söyledi. “Sanat hayal gücünden beslenir” diyerek birkaç yazar örneğiyle konuyu noktalamıştı. Materyalist düşünen, önyargılı ve her şeyde kanıt arayan ben bunu “Karanlık Dürtü” ile Murat Sadıklar’da buldum. Karşı masadaki çalışma arkadaşımın sığ bir işyerinde içinde böylesine hayal gücü barındırdığını ve bunu okuyucuya geçirdiğini görmek zeka ve hayal gücünün gücüne inanmamı sağlamıştır. Teşekkürler Murat

Anayurt Oteli
Anayurt Oteli

8

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adamı okurken içimin karardığını hissetmiştim Anayurt Oteli’yle iyice pekişti :) Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayladığı 100 temel eser arasında yer almış (gerçi sanırım sonradan içerdiği müstehcen kelimelerle çocukların ruhsal ve zihinsel gelişimi açısından olumsuz etkileneceğini öne sürülerek geri kaldırılmıştır. Genelde bu tarz eserlerde hep aynı şey oluyor önce mutlaka okutulması gereken en önemli eser denip sonrada müstehcen denip geri kaldırılıyor! MEB’in aklı biraz geç çalışıyor:) Türk Edebiyatının kült eserlerinden birisi ve hikâyeyi çok iyi yansıtan karakterin hakkını veren bir oyuncu kadrosuyla ödül alan filmi varmış. Aylak Adamla Anayurt Oteli insanda aynı pesimist etkiyi bırakıyor dedik ya hani yalnızlık, karanlık, ölüm, cinselliğe olan açlık, yabancılaşma.. İçe kapanık ve obsesifliğin hat safhada olduğu karakterin isminden tutunda (kitap yeterince karanlık değilmiş gibi Zebercet ismide bir o kadar karanlık :) otelin betimlemesi ( tabelası ters dönmüş ok işareti yeri gösteren yeşil tahta kapısı mezarlık gibi yaşayan ölülerin kaldığı yer havası yaratıyor) ve hikâyenin tamamı psikolojik temellendirmede neden-sonuca dayandırılmış en güzel hikâyelerden birisi. Zaten doktor olsam Zebercet gibi bir karaktere iyileşmesi için ilaç olarak intiharı yazardım Atılgan doğru yapmış :)Zira bir insanın en büyük cezası böylesi bir yalnızlıktır galiba. Salman Rüşdi “Roman yazarken ilk görev karakterleri okura sevdirmektir. Eğer okur, karakterle bir bağ kuramazsa, başına ne geldiğiyle ilgilenmez.”demiştir. Atılgan Zebercet’i bize sevdirmeye çalışmış mı çalışmamış mı tam çözemedim negatif yönleri ağırlıkta olan katil, tecavüzcü kahramanından sürekli “ne sağ ne ölü” diye bahsediyor. Babasını rol model olarak benimsemiş ve babasının tek dileğini yerine getirememiş, umutlarının sonuna ulaşmış ne sağ ne ölü bir adamdan intihardan başka ne beklenirdi lakin üzülüyorsunuz Zebercet’e.. Ya da üzülmüyorsunuz..Hatta kimi zaman “hepimiz birer Zebercetiz “ diye düşünmedim değil.. Bittiğinde bende etki bırakan her kitaptan sonra “keşke yazarıyla tanışma imkânım olsa” diye iç geçiririm ama yaşasaydı da tanışmayacağım tek yazar Yusuf Atılgan olurdu :) Kendisi 1959 da Aylak Adamı yazmış 1974’ te Anayurt Otelini. Aradaki o 14 yılın için soranlara “öyle şeyler yazıyorum ki okuyunca allak bullak olacaksınız” demiş. Oldum! Bir insan 2 kitapta insan ruhunu bu kadar allak bullak eder mi? Eder! Yok Bay C yok Zebercet..O yıllarda yaşamış bir insan ve de bir Türk nasıl bir kafa nasıl bir hayal gücü dedirtiyor insana…3. Kitabını okumadım zaten yazarken de tamamlayamadan kalp krizinden ölmüş Atılgan için nedense hiç şaşırmadım :) Kitaptan Altını Çizdiklerim: - Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde;sözle, yazıyla, resimle ya da susarak. - Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: “ölüm." - Yeryüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu. -Dayanılacak gibi eğildi bu özgürlük. - Yeryüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanıyordu.” - Bir oteli yönetmekle, bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyor, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticinin yapacaklarından çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzüne

Tatlı Rüyalar
Tatlı Rüyalar

9

"Sanıldığı gibi sadece gerçekler rüyaları etkilemez, rüyalar da gerçekleri etkiler. Karnabahar ise, her ikisini de etkiler." cümlesiyle kendini özetleyen kitap. Daha önce bu afili filintalar tayfasından Murat Menteş’in Dublörün Dilemmasını okumuştum. O kitabın bende uyandırdığı hisler bu kitap içinde gerçerli oldu. İnsanın içinde pozitif bir takım hisler uyandırıyor zaten çoğu yerleri gülerek okudum şen şakrak, fırlama matrak bir anlatımı var  Hatta yönetmenliğini Onur Ünlü’nün yaptığı bir filmi olsa da izlesek diye de düşünmeden edemedim. Alper Canıgüz’ü ilk defa okuyorum.İçerisindeki Freud esintileri çağrıştıran söylemleri ile psikoloji mezunu olduğunu öğrenmiş bulunmakla birlikte; bu üstün zeka gerektiren yazım tekniğini, eğlencesini, kurgusunu bir tarafa bırakıp en çok hikayenin içinde kafa karışıklığı yaratmadan bu kadar çok kahramanı nasıl barındırdığına ve her bir karakterle nasıl bu kadar güldürebildiğine hayret ediyorum. Bir çırpıda okudum gitti valla tebrik ediyorum  Kitaptan altını çizdiklerim: - Sadece huzur içinde var olabilmek ne kadar güç,değil mi profesör? - Birisini düşlerinize kattığınız anda o kişi farkında olmasa bile ruhunun derinliklerinde bunu anında hisseder ve sizinle birlikte o düşü görmeye başlar. -Ben ilişkilerime karşımdakine tam bir güven duyarak başlamayı tercih ederim. Karşımdaki güvenilmez biri olduğunu gösterene kadar da böyle devam ederim. her seferinde hayal kırıklığına uğramışsam da ahlaken bunun böyle olması gerektiğine inanıyorum. -Yaşadığınız hayat sadece bir olasılıktır. Hayal edebileceğiniz tüm hayatlardan sadece biri. -Senin iraden güçlü değil hayatım, sadece tutkuların zayıf. - Neden bütün manyaklar kendinden bu kadar emin konuşurdu acaba? Hoş bir ruh durumu herhalde... - İnsanın gerçeğine katlanamadığı bir hayata dişiyle tırnağıyla sarılması iğrenç değil de nedir? - Bir insan kendini Napolyon sanıp bundan da mutluluk duyabiliyorsa, onu sözde tedavi edip mutsuz kılmak doğru mu? sırf çoğunluğun normallik anlayışına ters düşüyor diye birine deli yaftası yapıştırıp onu bir tımarhaneye kilitlemek insanlık dışı değil mi? neden insanları değiştirmektense insanlara dünyayı değiştirecek gücü vermeyi denemiyorsunuz? Ya deliler haklıysa?

Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım (Yedinci Gün #1)
Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım (Yedinci Gün #1)

7

Paulo Coelho ‘nun okuduğum 3. kitabı bende uyandırdığı hislerime dayanarak yazar ve yazdığı kitaplar için; kendisinin çıktığı içsel yolculuk ve hac serüveni etkisiyle evrensel ahlak ilkesi, mistisizm, sufizm, felsefik düşünceler ve tabi altını çizebileceğiniz özlü sözleriyle okuyucuyu kitaba ve kendisine bağlayıcı bir yeteneği var diyebilirim. Yazarlıktan önce şarkı sözü yazıyor olması da ayrı bir hoşluk. Hatta hazır hala hayattayken bir kişisel gelişim kitabı yazsa hiç fena olmazdı smile ifade simgesi Kitapta yer alan dini öğretiler ve kahramanımızın sonu gelmeyen melankolik halleri ara ara sıksa da geneli itibariyle sonsuzluğa uzanan bir aşkı anlatan güzel hikâyesi var. Beni en çok etkileyen yanı iç sesimiz yani “öteki”. Kimi zaman bende içimdeki “öteki”yle “ne kadar kabulleniyorum, ne kadar susturabiliyorum” gibi bir çelişkiye düşmüşümdür. Kitabın verdiği mesaj ise; “her gecenin bir sabahı vardır” bu yüzden bizi mutsuz eden ne varsa değiştirebilme gücümüz ve zamanımız da vardır. Ve son olarak kitapta maymunlarla ilgili yapılan bir deneyin gerçekliği bana hiç inandırıcı gelmedi. Deneyin doğruluğuna inanan ve anladığını anlatabilecek arkadaşlar varsa benimle iletişime geçsinler lütfen smile ifade simgesi Kitaptan Altını Çizdiklerim: -Evren istediği kadar saçma görünsün, düşlerimizi gerçekleştirmek için verdiğimiz savaşımızda bizim yanımızdadır. - İnsanın kendi bedenine egemen olabilmesi, aklına da egemen olması anlamına gelir. - Dünya üzerinde bu kadar çok acı varken, Tanrıya nasıl inanabilirim? - Hayır, hayal kurmuyorum beni sevmediğini biliyorum ama hayatta uğruna savaşılmayı hak eden bazı şeyler vardır ve sen buna değersin. -İnancı ne olursa olsun kişi Tanrı'ya saf bir sevgi ile bağlandığında Tanrı ona hakikatin kapılarını açar ve ona mucizelerini sunar. -Aşk her zaman yenidir. Yaşamımızda bir kez on kez sevmiş olmamızın önemi yok,kendimizi her zaman bir bilinmezle karşı karşıya buluruz.Aşk bizi cennete de cehenneme de götürebilir,ama her zaman bir yere götürür.Onun kabullenmemiz gerekir çünkü varlığımızı besleyen o dur.Ondan kaçarsak gözümüzün önünde meyve dolu dallarıyla duran o ağaca baka baka,elimizi uzatıp,istediğimiz meyveyi koparmaya cesaret edemeden açlıktan ölürüz.Nerede olursa olsun,aşkı arayıp bulmamız gerekir.Bu bize saatlerce,günlerce,haftalarca süren düş kırıklıklarına,üzüntülere mal olsa da.Çünkü biz aşkın peşine düştüğümüz anda, o da bizi karşılamaya çıkacaktır.Ve bizi kurtaracaktır.. - Sevmek tehlikelidir. Sevmek; uyuşturucu almak gibidir. Başlangıçta kendini iyi hissedersin, bütünüyle verirsin. Ertesi gün, daha fazlasını istersin. Henüz zehirlenmemiş, o duygudan hoşlanmışsındır ve onun üzerindeki egemenliğini sürdürebileceğini sanırsın. Sevdiğin kişiyi iki dakika düşünür, sonraki üç saat boyunca unutursun. Ama yavaş yavaş onun varlığına alışır, ona bütünüyle bağımlı hale gelirsin. Böylece, onu üç saat düşünüp, iki dakika unutmaya başlarsın. Yakınında değilse, bağımlılarının uyuşturucu bulamadıkları zaman hissettikleri şeyi hissedersin. Uyuşturucu bağımlılarının, gerek duydukları şeyi bulamadıkları zaman hırsızlık yaptıkları, kendilerini aşağıladıkları gibi, aşk için her şeyi yapmaya sen de hazırsındır.