Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm / Zülfü Livaneli Her şey değişiyor. Ne zalim, zalim kalıyor ne de masum masumiyetini koruyabiliyor. Hasret, vuslat, sıla; sürgün. İnsanın kendi ülkesini; doğup büyüdüğü, doymaya çalıştığı toprakları terk etmesi, buna mecbur bırakılması ne kadar acıdır. Bambaşka, yepyeni ama bir o kadar da yabancı ve yalnızlığın Everest’i bir yer. Nasıl alışılır, uyum sağlama süreci insandan neler götürür tahmin bile edemiyorum. Mülteci kelimesi nasıl da ağır gelir, canını nasıl acıtır acaba insanın; her gün yüzüne bakıp da seni yok sayan, yabancı ve hakir gören insanların dudağından çıkınca. Peki ya düşmanların? Ya yıllar sonra bir sürgün kentinde, hiç olmadık bir anda ve yerde, bir hastanede onlardan biri ile karşılaşırsan; hem de en aciz zamanında ve ölüme bir adım kala... Ve onun, bu dilini bilmediği yerdeki son günlerinde tek sığınağı, dayanağı, ne yaptığını hiç hatırlamadığı ama hayatını mahvettiği sensen derdini anlatmak için... Böyle bir tutsaklıkta düşman bile yakın olabilir mi? Yıllarca nefret ettiğin, intikam duyguları beslediğin, hayatını mahveden birine acıyabilir, ona yakınlık duyabilir, duygudaşlık kurabilir misin? Onu öldürmek isterken, affedebilir ya da ölümden kurtarabilir misin? Zülfü Livaneli, yazımı yıllar yıllar süren bu kitabında (1973'de yazmaya başlamış, 29 yıl sonra son halini almış) sürgün hayatındaki insanları ve onların psikolojilerini, eylemlerini ve birbirlerine sığınmalarını, birbirlerini vatanları yapmalarını anlatıyor. Kendi sürgün yıllarını da geçirmiş oldu Stockholm'de geçiyor hikâye. Ana dil ve anlaşabilmeyi de ele alan roman, aslında iki kişilik bir yazar kadrosuna ve anlatıma sahip. Roman içinde roman yazılmış. Bir yandan yazar romanını yazıp bitirmişken, bir yandan da hayatı anlatılan kahraman olaya dahil olup kendi hikayesini anlatmış kendi tümceleriyle bölüm bölüm. İşte bu noktada kurgu ile gerçek arasında gidip geliyor okuyucu. Gerçek hayatta yaşananları anlatma ile kitap yazma (edebiyat ve kurgu) arasındaki teknik ve anlatımsal farkları ayırt ediyor, hayatın kitaba yansıtılmasındaki değişiklikleri görüyor. Kitapta geçen yazarın dili, kahramana ve yaşananlara ne kadar mesafeliyse kahramanın dili o kadar günlük, yalın ve samimi. Yazarın dilindeki betimleme, abartı, hayali mekân ve olaylar yani okuyucunun kafasında canlandırma yapma olanağı veren imler kahramanın dilinde elbette yok. Saf, yalın gerçekler var. Ve son... Kitapta iki final var; elbette, biri kurgulanmış olan yazarın finali, diğeri de kahramanın gerçek finali. Siz hangisini baz almak, hangi sonla bitirmek isterseniz. Bu da bir nevi epik yapmış aslında olayı ama yarı epik; okuyucu düşünsün ve kendi karar versin istenirken bir yandan da iki seçenekli bir tercih sunulmuş önüne. Hangi sonu seçeceğiniz; yaşadıklarınız, tarafınız, karakteriniz ve yaşadıklarınızı nasıl bir süzgeçten geçirerek geride bıraktığınızla ilintili... Bir kapak altında aslında iki kitap var. Aynı hikâye fakat farklı anlatım ve gidişat… Yazarın ve kahramanın yazdığı bölümler arka arkaya basılmış zaten. Siz kitabı okurken, ister önce birini bitirip sonra diğerini okuyun, ister ikisini aynı anda; karar sizin. Ama mutlaka okuyun. Velhasıl okunası bir kitap olmuş “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm”... Ellerine, yüreğine sağlık güzel insan, Zülfü Livaneli.
İran... Savaş... Ve bu savaşın ortasında dört aile… İlk etapta birbirleri ile bağlantıları olmayan iki kadın... İkisi de âşık; aynı adama. Ama birinin aşkı imkânsız, nedenini de sonra öğreniyorsunuz. Kaçış… Kadınlardan biri veda etmeli yurduna, diğeri de varlığına. İran’dan başlayıp Ankara ve İstanbul üzerinden geçerek Paris’e uzanan bir sürgün… Sürgüne giderken uçakta hatırlanan ve anlatıya dönüşen geçmiş ve olaylar örgüsü… Bu kitap, savaşın bireylerden, ailelerden ve bir ülkeden neler neler götürdüğünü, onları nasıl trajedilere ve sürgünlere maruz bıraktığını anlatırken bir yandan da “Azalya” adında bir efsaneyi fısıldıyor kulaklarımıza... Aslında efsane belki de hala yaşanandır. Tarih tekerrürden ibarettir; isimler ve konular değişse de, olaylar aynı kalmaya ve yüzyıllar boyu yaşanmaya devam eder. Yani, bu kitap aslında hikâye içinde hikâye içinde hikâye… Kendi ellerinle en yakınını nasıl ölüme yollarsın? Nasıl bu kadar boyanır gözün, nasıl göremezsin gerçekleri, nasıl suçlarsın bir masumu? Eee, din insanın en büyük afyonudur… Kaybedişler, vaz geçişler, körü körüne bağlanıp değişimler... Acı, haksızlık ve din/inanç uğruna olduğu iddia edilen cinayetler, idamlar... İran’daki savaş ve Humeyni rejimi üzerinden, her daim süren bir vahşeti, günümüze kadar uzanan ve devam eden bir mücadeleyi anlatıyor Haşim Hüsrevşahi... Dün İran, Irak, Hindistan, Afganistan, Pakistan… Bugün Suriye, Türkiye… Yarın? Savaş nerede ve nasıl olursa olsun kendi zenginini yaratır ve savaş bazıları için her daim çıkar kapısıdır… Kitap: Azalya Yazar: Haşim Hüsrevşahi Yayın Evi: Arkadaş Sayfa: 717 Türkçe Diğer Kitapları: Ölümü Gözlerinden Gördüm