Cüneyt Özdemir'in Radikal gazetesinde yazdığı köşe yazılarından oluşan bir kitap... Kitap köşe yazılarından oluştuğu için günceli değil günümüzden 5 6 yıl öncesini okuyorsunuz. Ancak o dönem ülke gündemini uzaktan yakından takip ettiyseniz yazılar da yabancı gelmiyor. Cüneyt Özdemir yaklaşık 4 yılı içine alan Radikal'deki köşe yazılarında ülkenin sığ gündeminden sanata, teknolojiden bilime, toplumsal hayattan kişisel konulara kadar birçok konuda yazılar kaleme alan bir gazeteci. O yüzden yazıları okuru sıkmıyor. Cüneyt Özdemir'in gazeteci kimliğinin ise bu yazılarından hareketle gerçekçi değil romantik olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki bazı yazılarının altına ''Kitabın basıldığı tarihte bu yazdıklarım tamamen tersi şeklinde gerçekleşti'' diye kendisi notlar düşmüş. Bu notların olmadığı yazılarının da tersine sonuçlandığını okur bugün okurken fark ediyor. Yani öngörüsü zayıf ya da öyle olacağını tahmin etmiş bile olsa romantik bir gazeteciyi okuyorsunuz kitapta. Örneğin Çözüm Sürecinin daha başladığı günlerde yanlış gittiği, her iki kesimin de zarar gördüğü, sadece siyasi çıkar için siyasi adımların atıldığı, bir nevi ölü doğmuş bir süreç olduğu toplumun büyük kesiminin malumu iken yazarımız yazılarında kendini Harikalar Diyarında hissediyor, silahlar sustu, güvercinler göklerde havasında; ama bir bakıyorsunuz sonrasında silahlar önceki dönemden daha sert daha çok ateşlenmeye başlıyor. Bu durumu bir gazetecinin görmemesi, görememesi ya da görmezden gelmesi de düşündürücü. İyi okumalar.
''Süper kahraman'' kavramına ısınamamış biriyim. Arka kapak yazısından bu kitapta bir süper kahraman olduğunu anlamama rağmen yine de okudum. Kitap belki çok lezzetli bir yemek ama benim damak tadıma uymadı. Kendimden ve içinde yaşadığımız toplumdan uzak hikayelere de ısınamıyorum. Yani şöyle ki, hayatımda ne Nicholai Hel gibi bir karakteri tanıdım ne de bundan sonra tanıyabileceğimi sanmıyorum. Son olarak; hani kadının medyada hep cinsel bir obje olarak konumlandırılmasından ya da ötekileştirilmesinden dert yanıyoruz ve 'Kadının adı yok!' diyoruz ya, bence bu bir çok toplumda böyle. Bu kitapta yazarın zihnine artık ne kaçtıysa, kadın karakterlerin tamamı, bu önemli: tamamı, ana karakterlerden evdeki hizmetçiye kadar hepsi ya her an kendini erkeklere sunmaya hazır ya da erkek karakterler ismi cismi fark etmeksizin tüm kadınları istediği an elde etme hakkına sahip bir yaklaşım sergiliyor. Çok yorum okudum kitapla ilgili, bu duruma dikkat çekildiğine pek de rastlamadım. Dedik ya: Kadının adı yok!
Bir kitabın en büyük başarısı anlattıklarının okura tam anlamıyla geçmesidir herhalde. İnce Memed serisinin de en büyük özelliği kitabın okura geçmesi, okurun kitabın içinde adı anılmayan bir karakter halini almasındadır bence. Bu kitabı okurken akan suyun, uçan kuşun sesini duyabiliyor esen ''garbi'' yelini teninizde hissedebiliyorsunuz. Çelik bir pırıltı İnce Memed'in gözlerine gelip oturduğunda sizin de gözlerinizden ateş saçılıyor etrafa. O an yaşadığınız herhangi bir olaya İnce Memed tepkisi verebiliyorsunuz. İyi okumalar.
İki büyük dünya savaşını kapsayan korku ve dehşet çağında yaşamış bir yazar Kafka, her ne kadar II. Dünya Savaşını görememiş olsa da. Doğal olarak roman karakterleri de aynı korku ve dehşet ortamında yaşamış, o ortama hapsolmuş, karabasanla karşılaşmış gibi başına ne kadar kötü olay gelirse gelsin sesini duyuramamış kimseye. Otoritenin gücü altında ezilmişliği, suçsuzken suçlu konumuna düşürülmeyi ve toplumun buna en ufak bir itiraz belirtisi göstermeyişini kelime kelime işlemiş kitaplarına Kafka. Bir önceki değerlendirmede dile getirdiğim Albert Camus'un Mösyö Meursault'u ile Kafka'nın Josef K.'sı arasında benzerlikler bulabilirsiniz. İnsan Dava'yı okurken yaşadığımız yüzyılın Kafka'nın yaşadığı dönemden daha dehşet verici ve korkutucu olduğunu da düşünmeden edemiyor. İyi okumalar!
Toplumdan farklı düşündüğü için, yığınların düşünmeden, sorgulamadan evet dediklerine hayır dediği için, onlar gibi olmadığı, olamadığı için günden güne herkesten ve her şeyden uzaklaşan bir ''hiç kimsenin'' hikayesi. Şimdi 'bu' şekilde ölmekle yirmi yıl sonra 'herhangi bir' şekilde ölmek arasında hiçbir fark görmeyen, bunalan, sıkılan, kendi 'saçma' felsefesi içinde var olan bireyin kelimelere dökülmüş, o kelimelerin de özel bir projektörle tüm canlılığı ile sahneye yansıtılmış hali Yabancı. Orhan Pamuk ve Gabriel Garcia Marquez için de aynı ifadeyi kullanmıştım: Bazı yazarlar NOBEL ödülünün önüne gelene dağıtılan bir ödül olmadığını tek başlarına kanıtlamaya yetecek eserler verebiliyor. Yabancı o eserlerden, Albert Camus da o yazarlardan bir tanesi. İyi okumalar.
Çukurova'nın, aslında tüm Anadolu'nun, ağalarına, ağaların kullarına isyan eden, tüm zalimlere ve zulümlere baş kaldıran, geleceğe umut olan, eşkıya olup silahını zalimden başkasına doğrultmayan İnce Memed! İnce Memed'i ete kemiğe bürüyen Torosların yazarı Yaşar Kemal. Edebiyatta ''nazımı nesre yaklaştıran'' sanatçılarımız var ya, işte Yaşar Kemal bunun tam tersi. Romanı şiirsel bir dille yazmış, destan gibi adeta. Okurken biraz dikkat kesilirseniz düzyazının içindeki kafiyeleri yakalıyorsunuz. Henüz İnce Memed ve Yaşar Kemal ile tanışmamış olanların okuma listelerindeki sıralamayı değiştirmelerinde fayda var. İyi okumalar.
Öncelikle kitap Havva'nın Üç Kızı değil iki kızı olmalıymış aslında. Çünkü okuduğunuzda üçüncü kızın sadece adı var. Ölü karakter. Bir iki özelliği verilmiş, bir çok yerde olay içerisinde yer almıyor. Kitap yanlış yerde bitiyor gibi resmen. Ya da bitmemiş gibi. Kurgusu sıkıntılı. Bazı yazarların zaman zaman sadece popüler kültür ve işin ticari boyutu gereği yazdıklarını düşünüyorum. Yani Havva'nın Üç Kızını yaz, yayınevi ve dağıtımın gücüyle iyi bir reklam, kısa sürede iyi bir satış rakamı... Derken kitap elinize geçsin. Kitaba zaman ayırın, emek harcayın. Sonuç: Neredeyse hiç. Elbette ki ya kelime dağarcığımıza bir katkı sunar ya aklımıza bir iki fikir tohumu düşürür ama yine de beklentimin çok altında benim için. Okuduğunuzda değerlendirmemin en azından bir kısmına hak verirsiniz diye düşünüyorum. İyi okumalar.