Marissa uzun süredir arkadaşı olan Julia ile buluşmaya karar verir. Julia buluşmaya gelirken bir taksi ona çarpar ve Julia kısmi hafıza kaybına uğrar. Marissa bu kaza sonucu arkadaşının tuhaf hareketlerine bir türlü alışamaz. Zaman geçtikçe Julia'nın bu tuhaf hareketleri Marissa'nın geçmişini ve arkadaşlıklarını sorgulamasına sebep olacaktır. Başlarda harika ilerliyordu. Okurken ileride neler olacağına dair binlerce senaryo üretiyordum ama bir süre sonra okurken sinirimi bozmaya başladı. Marissa'nın arkadaşı söz konusu olunca hep alttan alması ve ezik durumuna düşmesi sinirimi bozdu. Okurken sık sık İyi ki Julia gibi bir arkadaşım yok diye şükrettim. Belli bir süre sonra ileride ne olacağını merak etmeyi bıraktım. Çünkü odaklanabildiğim tek şey Marissa'nın arkadaşlıkları konusunda verdiği bolca taviz ve Julia'nın ne gıcık bir insan olduğuydu. Sonunda ise beni şaşırttı - ve kesinlikle hayal kırıklığına uğrattı. Daha güzel bir son yapılabilirdi. Çok basit bir sondu. Okurken arkadaşlık ve dostluk konulu bir kitap yerine ihanet konulu bir kitap olarak bakarsanız belki beğenebilirsiniz.
http://kitapasigi.blogspot.com/2013/02/beni-sec-konusan-kitaplarla-blog-turu_20.html#more Kapağı bile kitabı almak için yeteli sebepken ve birde masalsı olan konusu olunca Beni Seç'e bayılmamak elde değil doğrusu. Günümüzden oldukça uzak yılları düşünün. Amerika yıkılmış ve yerine Illéa ülkesi kurulmuş. Bu ülkede 8 tane sınıf vardır. İlk üç sınıfın refah seviyesi yüksektir. 4 ve geri kalanının hali harap bir haldeler. Sekizlerin evleri bile yoktur. 5. sınıf America ve ailesi ancak karınlarını doyurabiliyorlar. İşte böyle bir dünyada yaşayan her sınıftan kızın tek ortak hayalleri Seçim'e katılarak Prens Maxon ile evlenmek. America için ise seçim hayallerine asla ulaşamayacağının habercisidir. Çünkü America'nın tek hayali kendinden bir sınıf aşağıda olan sevgilisi Aspen ile ortak bir geleceğe sahip olmaktır. Diğer yandan Seçim'e katılıp saraya gidecek kızlardan biri olursa ailesiyle sınıf atlayıp rahat yaşayacaklar. Yer yer Açlık Oyunlarını hatırlatsa da şiddetten çok uzak bir konusu var. 35 kız bir arada olunca birbirinin saçını başını yolan kızlar bekledim ama o bile yoktu. Bunun yerine en güzel hale bürünerek birbirlerini geçmeye çalışıyorlar. Tabi bunu yapabilmek için kişiliklerinden vazgeçip Prensin beğeneceği görünüşe ve karaktere bürünüyorlar. İşte bu 34 kızın arasında kalan America sadece kendisi olarak aslında bütün kızların yapmak istediği farklılığı yakalıyor. America'nın kişiliğini çok sevdim. Ne güç timsali ne de çıtkırıldım bir kız. Heyecanlı bir yerde bitti. Anlaşılan birçok yazar gibi Kiera Cass'de okuyucuları merak içinde bırakmayı seviyor. Serinin ikinci kitabı The Elite için çok heyecanlıyım
http://kitapasigi.blogspot.com/2013/02/konusan-kitaplar-ile-blog-turu-isg.html#more Catherine'in hayatı dört yıl önce yaşadığı korkunç bir ilişki yüzünden cehenneme dönmüştür. Psikolojisi bozulan Catherine sürekli birilerinin takip ettiğini düşünüyor ve sürekli endişe halinde yaşıyor. Tabi böyle yaşaması içinde kesinlikle haklı sebepleri var. Bir gün yukarı kata bir psikologun taşınmasıyla Catherine'in hayatı olumlu yönde değişmeye başlar. Artık dört yıl önce yaşadığı ilişkiden önceki haline dönüp korkularından kurtulabilme imkanı vardır. Ta ki bütün bu korkuların oluşmasına sebep olan kişi serbest kalana kadar... Daha ilk başından beni kendine sardı. Yazar Catherine'in psikolojik halini çok iyi yansıtmış. Dışarıdan garip görünebilecek o davranışların nedeninin okudukça çok iyi anlıyorsunuz. Hatta anlamakla kalmayıp bende çok gerildim. Bir ara romanı elimden bırakıp kapıyı kontrol ettim. Sonra dönüp okumaya devam ettim. Okurken Catherine'e acımamak elde değil. Zaten ailesini kaybetmiş. Geriye sadece arkadaşları(!) kalıyor. Arkadaşlarının hepsi seçmece manyaktı zaten. Onlar da destek olmak yerine köstek oluyorlar. Hele bir Syvia vardı ki ! O Syvia'yı elime verseler saçını başını yolardım. Daha önce sevmediğim -hatta nefret ettiğim- karakterler oldu ama hiçbiri bu kadar sinirimi bozmamıştı. Kitabın daha ilk başından heyecanlı ilerlediğini söylemiştim. Temposu hiç azalmadan devam etti. Ve BOM! harika bir sonla bitti.Hele o son satırları okurken bir tuhaf oldum. Bitirdikten sonra bile aklımı kurcalamaya devam etti. Oturup devam etseydi nasıl ilerlerdi diye düşündüm. Psikolojik gerilimi sevmeyenlere bile psikolojik gerilimi sevdirebilecek derecede kaliteli. Tam senaryolaştırılacak bir kitap .Keşke filmi çekilse de birde beyaz perdede kitabı okurken yaşadığım heyecanı beyaz perdede yaşasam.
DEX'in bu güne kadar bende bulunan kitapların kapakları çok kaliteliydi.Ne yazık ki Bu olay Karanlığın Kızı için geçerli değil. Okurken kapağının köşesi kırıştı. Çok dayanıksızdı. Ayrıca kapağını da beğenmedim. Şimdi çok eleştiriyorum gibi görünüyorum ama insan daha iyisini görünce haliyle kötüsüne burun kıvırıyor. Neyse ki kitabın konusu hakkındaki düşüncelerim aynı değil. Yunan mitolojisi daha önce hiç ilgimi çekmemişti ama Karanlığın Kızını okuduktan sonra bir merak sardı. kızımız Ari'nin güçlü karakter olması da izlediğim animedeki pısırık kızın üzerine ilaç gibi geldi. Ari devlet bakımında büyüyen bir genç kızdır. Annesi hakkında bildiği tek şey bir tımarhanede intihar etmiş olmasıdır. Ari 17 yaşına geldiğinde bunu araştırmaya karar verir.Annesinin intihar ettiği tımarhaneye gidip hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışır. Annesinden geriye sadece bir kutu eşya kalmıştır. Ari kutunun içinden bulduğu bir mektup sayesinde gri saçlarının ve buz mavisi gözlerinin aslında onun laneti olduğunu öğrenir. Merak duygusuna yenilerek bu olayın üzerine giden Ari kendini bir anda paranormallerin dünyasında bulacaktır. Karakterler kadar tiplerde harika işlenmişti. Özellikle minik vampir dişli Violet harikaydı. Birçok kavga vs. olmasına rağmen temposu düşük bir kitap gibi geldi. Çok akıcı ilerledi ama kendimi kaptırıp elimden bırakamama duyumu da olmadı. Serinin ikinci kitabı elimde olmasına rağmen biraz bekleyeceğim. Çünkü ikinci kitap da bu kitaba benzerse sıkılabilirim. http://kitapasigi.blogspot.com/2013/02/karanlgn-kz.html
Aslında üzerinde çok yazılıp çizilen kitapları okumaktan kaçınırım. Bu sebepten dolayı normalde Obsidiyen'i okumazdım ama Obsidiyen ile ilgili bir yorumla karşılaştığımda hep "Öküz" yazısını görüyordum. Yahu nedir bu öküz olayı? Yorumlar da abartı gelmişti . Herkes bu kitaba ayılıp bayılıyor. Bir beğenmeyen de çıkmaz mı ? Neyse ben bu merakla kitap fuarında gittim bu kitaba yapıştım . Ama fazla bir beklenti içine de girmedim. Çünkü herkes bu kitabı övdü ya bende kesin bir eksiği vardır diyerek okurken kusur arayacağım. Okurken beklediğim gibi bir kusur yakalamadım. Hatta evde öküz deyip sırıtan manyak bir insana dönüştüm. Anlayacağınız gibi bende Daemon aşkına tutulanlardan oldum. Okurken sık sık kahkahalara boğuldum. Eğer otobüste falan okumaya başlasaydım kesin deli damgasını yerdim. Evde de annemin tuhaf bakışlarına maruz kaldım. O kadar eğlenceliydi ki kitabın nasıl ilerlediğin anlayamadım. Bir baktım ki kitabı yarılamışım. Sonra çabuk bitmesin diye yavaş okuma kararı aldım ama dayanamayıp bitirdim. Katy ve Daemon arsındaki uyum mükemmeldi. Biraz Daemon'dan bahsetmek istiyorum (zaten bu kitabı okuyup Daemon hakkında bir şey söylememek için deli olmak lazım). Bir karakter nasıl hem mükemmel hemde bu kadar sinir bozucu olur anlamıyorum. Öküz sıfatı birine bu kadar mı yakışır! Kesinlikle beklediğimden kat kat güzeldi. Kitabın sonundaki tanıtımda yazarın Melez Sözleşmesi adında başka bir serisinin daha bulunduğunu öğrendim. Lux serisinin ikinci kitabı çıkana kadar o seriyi de okumayı düşünüyorum. Eğer hala okumadıysanız elinizdeki kitabı bırakın ve en yakındaki kitapçıya koşup Obsidiyen'i alın. Emin olun pişman olmayacaksınız. http://kitapasigi.blogspot.com/2013/01/obsidiyen-lux-1.html