Geçende bir mezar gördüm. Yekpâre bir mezar kapağı. Küçücük! Belli ki altında bir çocuk yatıyor. Nasıl, bilsen, gidip kucaklamak, öpmek geldi içimden. Oturdum, okşadım, sevdim taşı. Belli yapan adam aşk ü şevk ile çalışıp yapmış, kendinden çok şey katmış taşa. Kim bilir hangi sevilerle vardı o ustalığa. Öyle bir yalnızlığı var ki Leyla, binlerce mezarın içinde, irili ufaklı, çiçekli, parmaklıklı mezarların arasında, “Ben buradayım” diyor âdeta. Bir ara çalarlar diye korktum da! Ha, baktım yanımda bir köylü türedi, merhabalaştık, mezara tutulduğumu hissetmiş olacak, “Çocuk” dedi. “Ne kadar çok seviyormuş yahu” dedi. Seven kim? Babası mı, anası mı, taşçı ustası mı anlayamadım. Ama o güzellik köylüyü de çarpmıştı. Bense anlamaz sanmıştım! Kimse bunu yapan, büyük bir hayat yaşamış bence. Kıskandım onu. Edison’u, Bedrettin’i, Spartaküs’ü kıskandığım gibi kıskandım. Yüzde yüz yaşamak dediğim bu, canım... Tabii kıskandığım onların ne eserleri ne de kendileri! Klâsik deyimle ruhlarını kıskanıyorum. Yaşamaya haysiyetli bir anlam kazandıran çabalarını...
"Sana şunu söyleyeyim ki hırsızlık yapmak elbette yanlıştır, ama hapse tıkılanlar da her zaman benim gibi küçük hırsızlardır. Büyük hırsızlar, halktan milyonlar çalanlar, hiç bir zaman hapse girmezler. Onların resimleri gazetelerde basılır, sık sık kralı, başbakanı görmeye giderler."
"Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?"
"beğenmek sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek."
"Gerçek Vespucci ile dünyanın tanıdığı Vespucci arasında öylesine keskin bir tezat vardı ki, iki imgeyi, yani yaşamdaki imgesiyle yazılı metinlerdeki imgesini çakıştırmak mümkün değildi."
"İstediğiniz kadar mükemmel anayasalar yapın. Özgürlükler alanında da halka dilediğiniz kadar haklar tanıyınız. Sosyalizmin veya liberalizmin sihirli gücüne dilediğiniz kadar inanın. Eğer çocuklarınız gerektiği şekilde eğitim almazlarsa hayata bir hiç olarak atılırlarsa, yasalar ve bütün sosyal haklar var olmasına rağmen toplumsal hayat yine de sönük ve ruhsuz olacaktır. Bu nesilden gelen memurlar bencil ve uyuşuk, devlet adamları ise politik madrabaz olurlar.Politikacılar, çıkar peşinde koşar.Okullar yeni neslin bilincini körelten ve kalbini karartan birer karanlık mağara olur.Basın, sokak kadınlarının albümlerine döner.Tok veya aç olan halk kitleleri ise kendilerine yabancı olan her şeye, özellikle varlıklı sınıfa mensup insanlara karşı nefret, kıskançlık ve intikam duyguları beslemeye başlarlar."