Yorumun tamamı ve birkaç alıntı için: https://illekitap.blogspot.com/2020/08/john-boyne-cizgili-pijamal-cocuk.html
Yorum için ve alıntılar için alttaki linke bakınız. https://illekitap.blogspot.com/2020/08/monica-mccarty-iki-ates-arasnda.html
https://illekitap.blogspot.com/2020/08/julie-garwood-oyunbozan-buchanan-renard.html Bu kadının kalemine bayılıyorum. Kitabı çıktığı gibi almış olmama rağmen henüz ayrılmaya hazır olmadığımdan dolayı okumayı hep erteliyordum ama arkadaşlarla beraber okumaya karar verince hadi dedim ve elime aldım kitabı :) Öncelikle her ne kadar henüz okumadığım Garwood kitapları olsa da -3 tane var- kadının kurgularına bayılıyorum. Beni her zaman şaşırtmayı ve tatmin etmeyi başarıyor. Akıcı, sürükleyici, merak uyandıcı, nefes kesici, aşk dolu kurguları kaleme alıyor. Her şey o kadar dozunda ve o kadar güzel harmanlanmış oluyor ki polisiye ile aşkı okuyor olmanıza rağmen karşınızda biri hayat hikayesini anlatıyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu kitabı da öyle, polisiye, aile dramı, kovalamaca, macera, aşk her şey var. Her bir detayıyla heyecanla okutuyor ve aşk kendini çok güzel hissettiriyor. Güçlü erkek karakterlerin yanında erkeklerin altında kalmayacak kadar güçlü kadınlar yazıyor olması da pahabiçilemez. Bu konuda takdir ettiğim ve sevdiğim yazarlardan biri. Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; Avery, annesi tarafından terk edilmiş büyükannesi ve teyzesi Carolyn tarafından büyütülen, yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen FBI'nın veri işlem departmanında çalışan genç bir kadın. Teyzesinin ısrarlarına dayanamayıp onunla bir haftalık spa tatili için işine ara verdiğinde hayatının değişeceğini hiç tahmin etmiyordu. Teyzesi ondan önce spa için gittiğinde ve Avery'de uçağını kaçırıp bir günlük gecikme yaşadığında olaylar ikili için tepetaklak oluyor. Yakalanamayan ve FBI'nın peşinde olduğu seri katil Monk Edwards, psikopat rortağı aynı zamanda Avery'nin annesi olan Jilly ile beraber, Avery'nin teyzesini ve üç kadını daha kaçırır. Onları etrafı bombalarla çevrili bir dağ evine hapsedip de Avery'nin peşine düştüğünde hiçbir şeyden haberi olmayan genç kadın kendini bir kovalamacanın içinde bulur. Üstelik Monk'un peşinde ve onun izini süren eski donanma askeri ve pasif halde çalışan FBI ajanı olan John Paul'de Avery'nin yanındadır. İkisi bu kovalamacanın içinde hayatta kalma savaşı verirken hem rehineleri sağ kurtarmaya çalışıp hem de Monk'u ele geçirmeye çalışmaktadır. Bir av oyununda Avcı olan Monk ve av olan John Paul ve Avery çiftinin nasıl hayatta kalma çabalarını okuyoruz. Bir de bu avın içinde ikili arasında filizlenmeye başlayan aşkın kendini ara ara gösterip sonunda da dayanılmaz bir şekilde kendini belli ettiğinde karakterlerin tepkilerini okuyoruz. Öncelikle söylemek isterim ki Monk Edwards ve Jilly ile ilgili detaylar, Jilly'nin amacına ulaşmak için kullandığı kişiler, her şey muazzam bir şekilde kurgulanmıştı. Özellikle Jilly'nin fazlasıyla akıllı olduğunu kanıtladığını söylemeliyim. Korkulacak kadın! Şeytana pabucunu ters giydirir derle ya bu kadın şeytan farkına varmadan cehennemin tapusunu alır şeytanı da kapının önüne asker yapar ve şeytan bunların farkına bile sonradan varır öyle bir kadın. Zaten kitabın sonunda bütün bu olay döngüsü çözüldüğünde yok artık dedim. Hiç tahmin edemeyeceğim boyutta bir plan yapmış kadın dedim. Bu yüzden bu detayları aşısı çok sevdim. Kitabın polisiye kısmı muhteşemdi anlayacağınız. Bütün kovalamacalar, Monk'un John Paul ve Avery'nin peşine düşerek onları ormanda takip etmesi, zekice hamleler yapması ve onların oyununa gelmeyip yapacağı hamleleri önceden tahmin edebiliyor olması muhteşemdi. Resmen bir an bir av okuduk dedim. Hatta zaman zaman geyik gibi avlanacaklar diye de düşündüm ama tabi baş roller ölemezlerdi :D Avery'nin bütün travmatik geçmişine rağmen ayakta ve güçlü bir kadın olmasını çok sevdim. Bütün bu kovalamacanın içinde John Paul olmazsa hayatta kalamayacakmış gibi görünmesine rağmen olayları yine çözen ve son atışın yapılmasını sağlayan da Avery oldu. Kadın süperdin :D John Paul ise... adamım sen nasıl mükemmeldin ya :D kitaptaki tarifini geçtim adamın hamleleri, korumacı tavırları, asker hareketleri ve bazen Avery'ye bebeğim, tatlım gibi tabirler kullanması beni bitirdi. Hatta onu kasabada FBI ile bırakıp gidecekken sonra vazgeçme çabası sonrasında beraber gitmeleri, sahilde beraber hareket etmeleri, kıskanmaları... harikaydı :D Avery'nin teyzesi Carolyn yani kısaca da Carrie -kitapta da çoğunlukla Carrie diye geçiyor- tam bir cadalozdu. Aslında değildi ama öyle gibiydi de :D Avery konusunda çok korumacı falan ama kadının pes etmeden hayatta kalmak için çalışması, fikir üretmesi falan çok güzeldi. Resmen FBI ajanlarına falan da kök söktürdü hastanede :D çok eğlenceliydi koca koca adamların bir kadından böylesine korkması :D çok eğlendim orada :D Ayy normalde çok anlatmak istediğim şey var ama ne spoiler olsun ne de okuma hevesiniz kaçsın istemem o yüzden kısa kesiyorum. Ben bu kitaba bayıldım. Bu serinin diğer kitaplarını da tamamlayacağım ve tez zamanda okuyacağım :) Keşke diğer kitaplara yeni basımlar yapılsa çünkü çok fahiş fiyatlara satılıyor ne yazık ki eski kitaplar :(
https://illekitap.blogspot.com/2020/08/busra-toraman-uyans-amazon-efsaneler-3.html Amazon Efsaneleri Serisine son sürat devam ederek, seriyi sonlandırdım. Evet doğru duydunuz seriyi yüzümde kocaman bir gülümsemeyle bitirdim çünkü cidden yakışan bir şekilde sonlandı ve beni mutlu eden serilerden biri oldu :) Büşra Toraman'ın sadece bu serisini okuduğumu utanarak itiraf edebilirim. Yazarın diğer serisine de el atacağım kesinlikle çünkü bunu o kadar çok beğendim ve tam olarak bana benim istediğimi verdiği için o seriyi de seveceğimi düşünüyorum. Yazarın oldukça akıcı, heyecanlı ve asla durulmayan olay döngüsüyle kaleme aldığı bir seriydi. Kesinlikle sıkıcı değildi ve cidden kalemi de oldukça güçlüydü. Sevdim. Serinin son kitabı olduğu bütün olaylar çok güzel ve tatmin edici bir şekilde birbirine bağlandı ve Aleka ve Gregg kendi mutlu sonlarına ulaşırken hayat akmaya devam ediyor... Bunu yazar çok güzel bir şekilde göstermiş ve bu yüzden ben de çok sevdim. Kitabın konusuna kısaca değinmek gerekirse; ikinci kitapta İhanetin Çarkları'nda Aleka, Gregg, kardeşi ve arkadaşlarıyla beraber Doryaların esiri olmuştu. Kitapta oradan devam ediyor ve Aleka ve Gregg hem sevdiklerini korumaya çalışırken hem de hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bu sırada birbirlerine karşı olan duygularıyla da sınanıyorlar. Diğer bir tarafta da onları kurtarmak için Koperler ve Amazonlar iş birliği yapmak zorunda kalıyorlar. Doryalara karşı savaşmaları, birlik olmalarının yanında aynı amaca karşı savaşan Koperler ve Amazonlar arasındaki anlaşma Aleka ve Gregg'in ilişkisi ile daha da güçlenmeye başlarken aralarındaki hainler ve onaylamayanlarla olaylar durulmaz. Ama Gregg'in annesinin ve babasının kimliği ve dahası da Aleka ile olan ilişkisi bütün olayların onların üzerine dönmesine neden olmaktadır... Öncelikle Aleka'nın ilk kitaptan son kitaba kadar olandaki değişim sürecini okumak muhteşemdi. Özellikle Gregg'e karşı duygularını kabullenmesi, sevgisini itiraf etme biçimi, anne olma halleri çok güzeldi. Gregg'in de hep Aleka'ya içinde bir şeyler olduğunu bilerek hareket ederken Aleka'dan karşılık almaya başladığındaki rahatlığı ama yine de bazen tedirginliği ve her şeye rağmen de aşık, korumacı halleri çok güzeldi. Koperlerle Amazonların anlaşmaları ve bu anlaşmanın getirileri çok güzel kurgulanmıştı. İllaki karşı çıkanlar olacaktı ama buna rağmen otoriteye karşı gelmeden kabullenmeleri falan çok iyiydi. Doryalarla yaşadıkları ise muhteşem kurgulanmıştı. Tuzakları, testleri, tesisleri, ellerindeki teknoloji ve daha da önemlisi Aleka'ya yaptıkları... nefes kesiciydi. Özellikle Doryaların ilk sorgulamalarında Aleka ve Gregg'in tavırları... Aleka'nın Gregg ile ilgili yaşadıkları... kendi halkı ile Gregg arasında yapmak zorunda kaldığı seçim... muhteşem kurgulanmıştı. Ama ondan daha muhteşemi de Aleka tek başında esir düştüğünde emin bir şekilde geri geleceğini bunu ödeteceğini söylediği satırlar çok güzeldi. Kitabın en sürpriz yanı benim için Gregg'in babası ve Tess'in bir kopere aşık olmasıydı. Evet, azıcık spoiler oldu sanırım ama yapacak bir şeyim yok çünkü şaşırtan bir detaydı söylemezsem içimde kalırdı. Gregg'in babası sürpriz oldu çünkü bu onun ne olduğunu ortaya daha net çıkardı. Bu kadar güçlü olması ve sırtlanların yanında bir tane de pumasının olmasını açıkladı. Aleka'nın babası ve kardeşleriyle ilgili detaylarda çok sürprizdi. Bazen yapılan seçimlerin kötü sonuçlar doğurduğunu gerçekler ortaya çıktığında ancak bunu öğrenebiliyoruz bunun en iyi örneği Gregg'in ve Aleka'nın aileleri hakkındaki gerçekler oldu. Olaylar çok güzel sonuçlandı. Tam da bu kitaba yakışacak şekilde sonlandı bu yüzden seriyi bitirdiğimde yüzümde tatmin olmuş bir tebessüm oldu. Çünkü tam da hayal edebileceğim gibiydi. Bütün her şeye rağmen mutlu olmayı ve beraber olmayı başarabilmeleri çok güzeldi. Fantastik kitapları sevenlere şiddetle bu seriyi tavsiye ederim. Zaten ben yazarın diğer serisini de almayı planlıyorum. Çok güzeldi.
https://illekitap.blogspot.com/2020/08/elle-kennedy-takip-briar-u-1.html Elle Kennedy, Off-Campus Serisi'nden kurgularını ve kitaplarını bildiğim bir yazardı. O serisi Yabancı Yayınları'ndan çıktı ve 4 kitaplık bir seriydi. O seriyi çok severek okumuştum ve favorilerim arasında yer alır. Aynı yazarın başka bir serisinin daha ülkemizde yayınlanıyor olmasından mutluyum. Bu yüzden de çıktığı gibi kitabı aldım ve şimdi de yorumuyla karşınızdayım. Öncelikle söylemek istediğim bir şey var. Bu seri yani Briar U Serisi, Off-Campus Serisi'nin yan serisi gibi bir seri. Şöyle ki o seride tanıdığımız hokey oyuncularından biri olan Dean'in kız kardeşinin hikayesiyle başladı seri. Dolayısıyla oradaki karakterleri burada da görüyoruz ki zaten bu serinin karakterleri de hokey oyuncusu ve aynı üniversitenin ve aynı takımın oyuncuları... Bu yüzden eğer okumadıysanız tavsiyem o seriyi de okumanız. Ayrı ayrı ve bağımsız olarak okunabilinir seriler ama o seriyi de çok sevdiğim için onu da okumanızı tavsiye ederim. Elle Kennedy, akıcı, eğlenceli, aile ve arkadaş ilişkilerine değinen hafiften de spora dokunuşlar yapan, üniversite çağındaki gençlerin aşklarını ve hayatlarını anlatan bir kurguyu kaleme almış. Akıcıydı, çok eğlenceliydi. Aşk ve tutku doluydu. Dün gece 100 sayfa okumuştum ve bu akşam işten sonra oturdum okumaya başladım bir baktım ki kitap bitmiş öyle de su gibi akıyor. Başladığınız zaman yarım bırakma durumunuz asla olmaz bu kitap mutlaka biter yani. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Summer, bir sene önce ağabeyinin yanına geldiğinde onun hokey arkadaşlarından biri olan Colin Fitzgerald'a vurulur ve o zamandan beri içten içe ona duyduğu hayranlık yerini aşka bırakırken Colin genç kızdan hep uzak durmaya çalışır ve onun bulunduğu ortamlardan da kaçar. Ancak bir yıl sonra bir yılbaşı gecesi aralarındaki çekim zirveyi bulduğunda Colin, Summer'ı istemediğine kendini inandırmak için arkadaşlarından biri olan Garrett'a söylememesi gereken şeyleri söylediğinde ve Summer bunları duyduğunda işler karma karışık olur. Yılbaşı gecesi hiç planlamadığı şeyler yapan Summer, Colin'in hokey arkadaşı aynı zamanda ağabeyi Dean'in arkadaşı Hunter'ı öper. Bu durum ilerleyen günlerde durumu daha da karmaşık hale getirir çünkü Hunter yavaş yavaş Summer'dan hoşlanmaya başlar ve Colin'in Summer'ı hep iten ve ondan kaçan tavırları da genç kızı Hunter'a yönlendirir. Tam kaybetmek üzereyken aklı başına gelen Colin, içine dönük, duygularını anlatmaktan çekinen ve sessiz karakterini bozarak duygularını anlatacak mı? Summer'ı kazanmayı başaracak mı? Bunları okuyoruz... Tabi bu yolda daha bir sürü eğlenceli, romantik ve bazen de sinir edecek bir çok olay da var :) Öncelikle Summer'ı Dean'in kitabı Hesaplaşma'dan tanımış ve görmüştük. Oradaki hallerini de çok sevmiştim ve şimdi bu kitapta ona odaklı okumak daha da eğlenceliydi. Dışa dönük karakteri, düşüncelerini açıkça söylemesi, saf, temiz halleri, uyanık olmaması ve insanların hep iyi yanlarını görme eğilimi çok tatlıydı. Hiç uyanık bir kız değildi. Zengin bir aileden gelmesi, dikkat çekici güzelliği olmasını bile kullanmadan çok doğal ve normal tavırları çok güzeldi. Summer'ı da diğer kızlardan ayıran özelliğiydi bu. Summer'ın güvensizlikleri, bunun altından kalkamadığı durumlar, Colin'in ona yardımcı olma çabalarına verdiği tavırları çok güzeldi. Ama bunun yanında da özgüveni ise... takdirlikti. Öyle tavırları vardı ki hayran olmamak mümkün değildi. Bu yüzden Summer muhteşemsin bebeğim :) Colin ise... adamım sen bir yıldızsın, hokey yıldızı, bir video oyun tasarımcısısın... kendine gel diyesim geldi hep. Onun da geçmişinden yaşadıkları bu adam olmasını sağladı belki ama bazen de suskunluğu, sessizliği ve düşüncelerini ya da duygularını kolaylıkla dile getirememesi beni sinir etti. Gerçi sonunda güzel kazandı çünkü karşısındaki Summer'dı. Fazlasıyla dışa dönük olan... ikilinin uyumu bu bakımdan çok güzeldi. Hunter'a üzüldüm. Cidden üzüldüm. Onun hikayesini okumayı hevesle bekliyorum çünkü bu kitapta kalbi kırılan o oldu. Hiç suçu yoktu, Summer'dan hoşlandı açık açık da Colin'e sordu Summer konusunu bu yüzden de Colin'e kızım ama kalp işte... Bu yüzden Hunter'ın da aşkı bulmasını ve aşık olmasını hevesle bekliyorum. Brenna'nın düşman sahalardaki büyük adama aşık olduğunu düşünüyorum. Kitabı okuyan anladı beni ya da okuyacaklar da anlayacaklar beni... Briar'ın en büyük düşmanı olan Harvard'ın hokey yıldızıyla arasında kesin bir şey olacak... Brenna sen tam bir vurgun yapacaksın kesin... Summer'ın barda kavga çıkarması, bağış gecesindeki tavırları, defiledeki halleri, futbolcularla provaları yaparken ki eğlenceli halleri, en son Nora ile olan olaydaki tavırları muhteşemdi. Bence bu kitabın yıldızı kesinlikle Summer'dı. Bir de Colin'in şu çok ünlü video oyun firması kurucusu Kamal Jain'e karşı tavırları muhteşemdi. Adam nasılda Summer için ileri geri konuştuğunda savundu sevgilisini... hele para peşinde koşan, servet avcısı sürtük dediğinde güldüm. Adamım sen kızın babasının otelinde bulunan bir balo salonundasın... o kız belki senden bile zengin ama sen kıza servet avcısı diyorsun :D çok güldüm orada ama sonrasındaki olaylar ve Colin'in tavrı süperdi. Normalde erkeklere hayranız ya bu kitapta benim Colin'den daha büyük hayranlığımı Summer kazandı! Kızım muhteşemdin sen! Summer'ın ailesi çok güzeldi. Birbirleriyle iletişimleri çok tatlıydı. Babasının devamlı ona prenses demesi, annesiyle iletişimi ve konuşmaları çok güzeldi. Hatta ağabeyi ile iletişimi bile muhteşemdi. Ayy kitapta bahsetmek istediğim daha çok şey var ama kitaba dair hevesinizi kaçırmak istemem bu yüzden okumalısınız diyorum. Cidden çok eğlenerek okuduğum bir kitaptı. Öyle eğlenceli ve romantik sahneleri vardı ki... Ama... Özellikle söylemek istiyorum ki +18 sahneleri de vardı bu yüzden rahatsız olanlar okumasın. Çok fazla yoktu ama rahatsız olanlar okumasın diye de uyarmak istedim.
http://illekitap.blogspot.com/2020/08/wulf-dorn-psikiyatrist.html Wulf Dorn kitabı yorumuyla karşınızdayım. Takipçiler bilir ki ben kendilerini daha önce hiç okumadım ve Tüyap'tan bir kitabını alayım dediğimde de en çok satılan kitabı Psikiyatrist olunca ben de onu aldım. Açıkçası psikolojik gerilim okumayı severim ve bu kitapta bana istediğimi verdiğini söylemeliyim. Wulf Dorn, Alman bir yazar ve benim bu türde okuduğum tek Alman yazar Sebastian Fitzek'di şimdi bir de koyu takipçisi olacağım bir yazar daha var o da Wulf Dorn oldu. Merak uyandırıcı, gerilim dolu, zaman zaman durağan olsa da genelinde akıcı, sürükleyici ve heyecan verici bir kurgusu vardı kitabın. Okurken çok aman aman gerildim diyemem ama tam kendimi kaptırdığımda Ellen'ın o izleniyormuş hissini bende yaşadım ve istemsizce çevreme bakma isteği oldu içimde. Bu yüzden ara ara yaşadığım o gerilim kısımları tam da beklediğim gibiydi. Direk yoruma girdim ama önce kitabın kısaca konusundan bahsedeyim. Ellen Roth, bir psikiyatristtir ve çalıştığı hastaneye ve onun bölümüne bir kadın gelir. Şiddet görmüş, kendi iççine kapanmış, ürkek, korkak bir kadın. Ellen bu kadına ulaşmak ve onu korkularından kurtarmak için yardım etmeye karar verir ama ertesi gün kadının yanına meslektaşı Mark ile gittiğinde kadın yoktur. İşin kötü tarafı ise o kadına dair hastanede de bir iz yoktur. Ne bir kayıt ne de o odada kaldığına dair bir iz... Ellen, her ne kadar bu durumda şaşırsa da ve kimseyi kendisine inandıramasa da kadını bulmaya karar verir. Çünkü bu kadına zarar veren Kara Adam olarak anılan adam Ellen'a ulaşmış ve onu kendisinin kurduğu bir oyunun içine çekmiştir. Ellen, Kara Adam'ın kim olduğunu bulamazsa kadın ölecektir üstelik Ellen'da ölecektir. Ellen için zaman hızla akarken her ne kadar başta Mark'tan sonra da erkek arkadaşı Chris'ten şüphelense de aslında olaylar bambaşka bir yere çıkmaktadır. Hem büyük bir gizem hem de büyük bir psikolojik sınav vardır... Ellen'ın nasıl başa çıkacağı, kadına ne olacağı ve Kara Adam'ın kimliği ise kitabın ayrıntılarında gizli. Öncelikle Ellen'ın kadın için pes etmeden çabalaması, gizemi çözmeye çabalaması çok güzeldi. Çevresindeki herkese şüpheli gibi yanaşsa da sonunda Mark ile olan yardımlaşması ve sonrasındakiler de çok güzeldi. Mark'ın Ellen için yaptıkları çok güzeldi. Yani evet okurken seven bir adamın yaptıklarını gördük ama şunu da söylemeliyim ki Mark'ın sonuna üzüldüm hep içimde bir umut vardı onun mutlu sonu için ama yazar sonunda öyle bir ters köşe yaptı ki resmen tepetaklak oldum... Böyle bir kitaba dair neler söylenir bilemiyorum spoiler vereceğim diye çok korkuyorum. Ama verirsem de affola... Ellen'ın yaşadıkları, Kara Adam ile olanlar, Mark'ın ve arkadaşının yardımıyla olayı çözmeleri ve kitabın sonundakiler çok güzel kurgulanmıştı. Okurken hiç orası böyle olmasaydı falan diye düşünmedim. Her şey yerli yerindeydi ve daha başkası olamazdı bence. Ayrıca kitabın sonu... evet... kitabın sonu muhteşemdi. Açıkçası hiç böyle bir son beklememiştim. Çünkü nedense bambaşka şeyler düşünmüştüm. Mesela Kara Adam'ın Ellen'ın bir türlü ulaşamadığı erkek arkadaşı Chris olabilirdi... ama bu durum işte çok klişe olurdu ve yazar bundan kaçınmış okuru tatmin edecek bir durum oluşturmuştu. Sevdim bunu... Kitabın sonunu cidden iki sefer okudum çünkü beklemediğim bir sondu. Böyle bir kitapta beni en tatmin eden de tahmin edilemez son oldu açıkçası. Kitaba dair yorumumu uzatırsam çok fazla içeriğe gireceğim bu yüzden kısa kesiyorum ama çok sevdiğimi de söylemeliyim. Yazarın diğer kitaplarını da toplayıp okuyacağım kesinlikle. Eğer psikolojik gerilim seviyorsanız mutlaka denemelisiniz.
https://illekitap.blogspot.com/2020/07/jennifer-royce-iskoc-onuru.html Jennifer Royce'un son çıkan kitabı İskoç Onuru okundu bitti. Şunu söyleyebilirim ki yazarını bilmiyor olsam kesinlikle okurken Monica McCarty kitabı okuyormuşum gibi hissettim. Bu kadar mı profesyonelce araştırılıp yazılır, kurgu oluşturulur bir kitapta. Tek kelimeyle bayıldım. Hepimiz biliyoruz ki Jennifer Royce kendi kültürüne tamamen ayrı bir türde yazıyor. Kendisi Türk olmasına rağmen İskoç klan şefleriyle ilgili bazen de İngiltere dük, kontlarıyla ilgili kurguları kaleme alıyor. Bu türün şimdiye kadar altından oldukça güzel kalktığını düşünüyordum ama şu kitabı okuduktan sonra diğerleri bunun yanında sönük kaldı. Çünkü ciddi anlamda profesyonelce yazılmıştı. Bence yazarın en hit, zirve ve profesyonel eseriydi bu kitap. O kadar mükemmel ve kusursuzdu! Çok övdüm biliyorum ama okurken sık sık yazarın ismine bakma ihtiyacı hissettim çünkü cidden bazen Monica McCarty kitabı esintisi vardı. Benzemekten falan değil, McCarty okuyan bilir her ne kadar kurgu yazıyor olsa da kurguların içindeki savaşlar ve tarihi bilgiler gerçeklerden alıntılanır. Jennifer Royce da bu kitapta bunu yapmıştı. Bruce, Wallace, savaşlar, taktikler falan ve hatta kurguda adı geçen karakterlerin gerçekte yaşamış olmaları falan onu anımsattı bana. Kitapta ciddi emek, zaman, araştırma var... Jennifer Royce bence kendisini de aştı :D alınmayın ama cidden öyle yazarım bu kitaptan sonra bence daha iyisini yapmanız gerek daha azını kabul edemeyiz. Zirvenizi gördük Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; Lindsey beş yıl önce en yakın arkadaşının yaşadığı acı olaylardan sonra asla evlenmemeye ve aşık olmamaya yemin ederek kendini de korumak adına deli rolü yapmaktadır. Çılgınca hareketler, insanları korkutmalar, yüz boyamalar, saç kabartmalar derken beş yıl boyunca hem kendi klan halkını hem de kendi anne babasını deli olduğuna inandırmıştır. Ancak bir gün İskoç Kralı Bruce, en güçlü adamlarından biri olan Rob ile Lindsey'in babasının düşmanlığını sona erdirmek için iki klan arasında evliliği emreder. Rob ile değil, Rob'un kardeşi Sloan ile evlenmek zorunda kalan Lindsey bu sefer kaçamaz çünkü emir büyük yerden gelmiştir. Rob'un ve Sloan'ın planı bir yıl boyunca nişanlı olarak Lindsey'i klanlarında ağırlamak bu sürede savaşı sonlandırmak ve sonrasında nişanı bozarak Lindsey'i klanına geri göndermektir. Ancak planlar hiç de umdukları gibi gitmedi. Çünkü Lindsey ve Rob daha öncesinde karşılaşmışlardır ve Rob, Lindsey'in aslında deli olmadığını bilmektedir. Lindsey kimliğini saklamak için her ne kadar yüzünü boyasa da gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma huyu vardır. Gerçekler ortaya çıkınca da Rob ile Lindsey arasındaki aşk kıvılcımlanacak ve ortalığı alev alacaktır... Ama... deli yalanlarından daha büyük sorunlar vardır. O da Rob'un geçersiz kılmak için uğraştığı evliliği ve karısı Adaira'dır. Çünkü İngiliz olan Adaira, ne kocasını Lindsey'e kaptıracaktır ne de evliliğinden vazgeçecektir. Sorunlar da o noktada boy gösterir... Öncelikle söylemek istediğim bir şey var ki o da Lindsey'in deli rollerine çok güldüm. İnanılmaz eğlendim ve bütün bu çılgınlıkların arasında etrafındakilerin verdiği tepkiler çok süperdi. Çok eğlendim deli Lindsey'i okumaktan. Rob'un klanı için her şeyi yapması, savaşçı kişiliği ve bütün bunların yanında Lindsey için yaptıkları çok güzeldi. Öylesine vahşi bir savaşçının böylesine güzel bir sevgili olması... sana aşık olabilirim Rob :) Adaira tam bir sürtük çıktı. Cidden hiç yapmaması gereken hamleleri yaptı. Eeee ne oldu sonunda halk ettiğini buldu. Ama şunu söylemek istiyorum, akılsız kadın sen Lindsey'e yaptıklarından sonra sanki Rob'u elde mi ettin? Daha beteri olmadı mı? Kaçak yaşamak zorunda kaldın? Rob'un nefesini ensende hissederek korku dolu zamanlar geçirdin? Adaira ve Ranald'ın sonu... işte onu hak ettiler. O kısımlar için yazarı tebrik etmek lazım cidden muhteşemdi. İşte bu be! dedim :D Bruce ve Wallace, hatta Edward hakkındaki detaylar, savaş stratejileri, savaş sahnelerinin anlatılması, Bruce'in babalığı, kızının kurtarılması, savaş yerleri... her şey muhteşem bir şekilde kurguya dahil edilmişti. İşte bu yüzden Monica McCarty'e benzettim. Çünkü o da böyle yapıyor, kendini diğerlerinden soyutluyor. Jennifer Royce'da bunu yaptı ve kendini bence diğerlerinden soyutladı. Ama bunu yaparak kendi kitapları arasında bu kitabı da soyutladı :D Rob'un Lindsey'in öldüğü zaman verdiği tepki falan muhteşemdi. Resmen okurken aşık bir adamın sevdiği kadını kaybettiğinde ne derecede kendini kaybettiği okuduk. Cidden muhteşemdi nefes kesiciydi. Hele o ateşin yakıldığı yerdeki külleri toplayıp da Lindsey'in en sevdiği yer olan şelalede ona bir mezar yapması... harikaydı! Lindsey'in herkesin öldüğünü zannederken hayatta kalması, sonrasında yaşadıkları da çok güzeldi. Kadın sen ne güçlüsün tam da Rob'a yakışır kadınsın dedim. Ahh bu arada Adaira'nın bu konudaki planı dâhiceydi ama elinde patladı çünkü Lindsey' öldürmeyi beceremedi. Ancak o yanma sahnelerinin ifadeleri falan çok güzel anlatılmıştı. Rob'u baba olarak görmek... işte o satırlar paha biçilemezdi. Kocaman savaşçının kollarında bir karış bir bebek ve savaşçı nasıl davranacağını bilemez falan... ayyy çok tatlıydınız :) Lindsey'in babasını öldüresim geldi okurken. Tanrı Aşkına! Bir baba kızını böylesine nasıl gözden çıkarır. Hayır kızın öldüğünü zannedince mi aklına geldi diyeceğim ama o zaman bile dan etmedi kalın kafasına... Aslında bahsetmek istediğim çok şey var ama spoiler olur diye korkuyor ve anlatamıyorum. Ama şunu söylemeliyim ki kitabı ciddi anlamda çok sevdim. Gerçekten muhteşemdi.