https://illekitap.blogspot.com/2020/04/melanie-dobson-dilek-agacnn-golgesinde.html Arkadya Kitap'ın historical fiction türü kitaplarını seviyorum. Her ne kadar kitaplarda farklı dünyalara gidip de dünyanın acımasızlığında kaçmayı sevsek de bazen o acımasızlığı okumak da çok güzel gidiyor. Her ne kadar kurgu olsa da altında gerçekler olduğunu ve zamanında bu hayatların yaşandığını biliyoruz. Bu da sanırım bu tür kitapları göz bebeğimiz yapıyor ve okurken yüreğimizi burkuyor. İşte öyle kitaplardan biriydi Dilek Ağacının Gölgesinde. Kitap su gibi akıyor, merak uyandırıyor ve daha da önemlisi iki küçük çocuğun hayatta kalma savaşında nasıl da başarılı olup olmayacaklarının merakıyla kitabı okuyoruz. Bir şekilde bu tür kurgular hep günümüzdeki karakterlerle bağlantı kuruluyor ve bu kitapta da kiminle kuracağını, nasıl bir bağlantısı olacağının merakını son sayfalara kadar heyecanla okumamıza neden oluyor. Bu yüzden de sanırım Arkadya'nın kitaplarını ayrı bir seviyorum. Kitabın kısaca konusuna değinmen gerekirse; Quenby, İkinci Dünya Savaşı sırasında vatan hainliği yapan Leydi Ricker hakkında bir yazı yazmak için araştırma yaparken bir telefon alır ve bu telefon Daniel Knight'ın avukatı Lucas'tandır. Daniel'in İkinci Dünya Savaşı'nda aileleri Naziler tarafından tutuklandığında veya öldürüldüğünde birlikte kaçtığı ve sonrasında izini kaybettiği arkadaşını bulması için Quenby'den yardım istemektedir. Quenby, dedektiflerin bile izini bulamadığı bir kişinin kendisinin bulup bulamayacağından emin değilken Leydi Ricker ile bir şekilde bağlantısının olması sonucunda bu işi kabul edip de Daniel'in kaybettiği arkadaşı Brigitte'i aramaya başlamıştır. Bütün bu arama yolculuğunda Lucas'ta ona yardımcı olacaktır. Bir yanda İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşananları okurken bir yandan da Lucas ve Quenby'nin arayışlarını okuyoruz. Gizlenen gerçekler su yüzüne çıkarken aslında saklanan hiçbir gerçeğin gizli kalmadığını da okumuş oluyoruz. Brigitte'in arkadaşı Daniel ile savaştan kaçması, hayatta kalma çabaları ve sonunda kurtulduklarını düşündükleri noktada birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmaları ve yetmiş yıl boyunca da bir türlü kendilerini bulamamaları ama her şeye rağmen pes etmemeleri çok güzeldi. O satılar cidden yürek burkan cinstendi. Quenby'nin en profesyonel dedektiflerden bile daha iyi çıkıp da araştırmalarında yol alması bravo kızıma dedirtti. Azmi, mantığı, araştırmaları çok güzeldi. Lucas'ın da bütün bu süre boyunca Quenby'nin yanında olması da çok tatlıydı. Tabi böyle kitaplarda hafiften aşkı da okumak çok güzel gidiyor bütün o heyecanın arasında. Bu kitapta da Quenby ile Lucas arasında gelişen arkadaşlığın aşka dönüşmesi çok tatlıydı. Kitabın sonu tahmin ettiğim gibi değildi. Brigitte'in yaşadığı hayat, kurduğu hayat çok güzeldi. Sonunda Daniel ile buluşmaları da çok güzel oldu. Evet yürek burkan bir hikayeydi ama yine de muhteşem bir hikayeydi. Çok seviyorum böyle kitapları ve kitaplığımın gözlerinden biri oldu. Böyle kitaplara dair çok uzun yorumlar yapılamıyor ne yazık ki bu yüzden kısa kesiyorum yorumumu. Ben çok sevdim ve sizlere de tavsiye ederim.
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/fatih-murat-arsal-kalbim-seni.html Nasıl özlemişim Fatih hocanın kitaplarını... Nasıl özlemişim kalemini... hikayelerini... karakterlerini... En çok da Tahir'i, Doğan'ı, Tamer'i özlemişim... Hatta Akın ve Ayhan Binbaşı'yı bile özlemişim. Okuyunca daha iyi anladım resmen. Hatta şunu da düşündüm okurken bir sonraki kitabımız ya Yılmaz ya da Boran'ın kitabı olacak diye düşündüm. Çünkü ikisinin de adı baya geçti hatta Boran'ın sanki bir sarışına tutulması ile ilgili kısımlarda vardı. Ayy onu ben internette okumuştum ama kitaplığımda da yerini almalı bence :) Öncelikle beni tanıyanlar bilir, ben koyu bir FMArsal fanıyımdır her kitabını hatim etmiş bir okurumdur. Bu kitabını da ara ara elime alıp sayfalarını karıştıracağımdan emin im. O kadar çok sahnesi vardı ki hoşuma giden bunları detaylı bir şekilde bahsedeceğimden de emin olabilirsiniz :) Öncelikle kitabın kısaca konusundan bahsedeceğim; Fransa'ya gizli bir göreve giden Hakan, kaldığı otelin plajında tanıştığı Karmen ile aralarındaki aniden gelişen aşkı yaşamak için görevini tamamlayıp hayatının kararını alırken görevi sırasında yaralanır. Karmen ile hayatına beraber yön vermek ve ilişkilerini resmileştirmek isterken görevinde aldığı küçücük bir bıçak kesiği hayatının tamamen yön değiştirmesine neden olur. Bir yıl komada kalan ve ardından da hayatının bir kısmını hatırlamayan Hakan hayatına devam ederken Karmen, terk edilmişliğin hayal kırıklığa uğramışlığıyla ve o zamandan kendisine Hakan'dan kalan küçük armağanı olan oğlu Koray ile hayatına devam ederken aldıkları bir görev için Hakan ile karşı karşıya gelirler. Görev için Hakan ile evli çifti oynamak zorunda olan Karmen, onun kendisini hatırlamamasına içten içe kızarken Hakan da Karmen'den etkilenmeye ve tekrar ona aşık olmaya başlamaktadır. Anlamadığı şey ise Karmen'in ona neden kızgın olduğudur. İşte bu kitapta biz Hakan ile Karmen'in tekrar bir araya gelmesini Hakan'ın unuttuğu zamanları ve o yaralanmanın sonunu getirdiğini aslında zehirlendiğini ve asla iyileşemeyeceğini öğrenirken hayatta kalma çabalarıyla aşklarıa tutunmalarını okuyoruz. Tabi bütün bunların yanında Hakan'ın neredeyse dünyanın en kötü illegal adamı olan amcası Cemil'e karşı da savaş vermektedirler. Öncelikle kitapta en çok hoşuma giden ve bence bu kitabı diğerlerinden de ayıran şey hayalet ekibinin Cemil'in evine baskın yapılması, güvenli evde yaşadıkları basın, o sahnelerdeki çatışmalar, planlar muhteşemdi. Ben Fatih hocadan bunu bekliyormuşum onu hissettim. Nefesimi tutarak okudum ve su gibi aktı o sahneler. Beklemediğim ve bana büyük sürpriz olan sahnelerdi. Bu kitaba da bu ekibe de yakışan sahnelerdi açıkçası. Bayıldım! Muhteşemdi! Hep gizli bir ekip olarak hayalet ya da ghost ekibi olarak okuduk Tamer, Tahir, Doğan ve Akın'ın dahil olduğu gizemli ekibin yanında başka bir ekip daha okumak muhteşemdi. Bizimkilerin bile varlığından haberinin olmadığı bir ekip... akrepleri... çok iyiydi, değişik ve farklı geldi. Sanki Fatih hoca ben zaten zirvedeyim kendi sınırlarımı da aşıp zirvenin de ötesine çıkayım demiş ve böyle bir kadro kurmuş. Böyle ekipler gerçekten var mı yok mu bilmiyorum, ama hep olduğuna inanmışımdır. Bu tür şeyleri yabancı kitaplarda zaten okuyoruz, görüyoruz ama Türk yazarların da böyle şeyler yapmaları muhteşem. Fatih hoca da yapmış bunu. Resmen tam da benim istediğimi vermişti kitapta. Bu seriye tam da yakışacak bir 5. kitap yazmıştı. Karmen ve Hakan'ın arasındaki ilişki, aşklarının yeniden alevlenmesi çok güzeldi ama itiraf etmeliyim ki Tamer, Tahir ve Doğan'ı okurken Hakan ve Karmen'de kimmiş dedim. Çok üzgünüm sizin kitabınız biliyorum ama öyle özlemişim ki adamları onlara odaklandım :) Hakan'ın yaralanması ve o küçücük izden bir şey çıkacağını tahmin ediyordum çünkü Fatih hocanın gereksiz olabilecek detayları yazmadığını bildiğimden dolayı o izden bir şeyler bekliyordum ve tahminim de çıktı. Ama itiraf edeyim böylesine bir zehir beklememiştim. O zehrin temizlenmesi falan çok iyi anlatılmıştır. O detaylar falan muhteşemdi. Yahya Çavuş'un başına gelenler ise... ahh ettiğini bulma dünyası işte, ben bu kitapta böyle bir şey olmasını istiyordum ve istediğimi aldım keşke Cumali'nin de başına bir şey gelseydi. Ama itiraf etmem gerekir ki Cumali'nin en son konuştuğu kişi... mavişim benim :) Akın'ı görmeyi beklemiyordum. Adamım gitti paşalar gibi yatıyordu :D Ama Cumali'ye attığı son laf çok iyiydi. Anlatmak istediğim daha çok şey var ama iste spoiler olur diye diyemiyorum ama özellikle söylemek istediğim bir şey daha var ondan sonra yorumumu bitireceğim. Yılmaz ve Hakan'ın arkadaşlığı çok güzeldi. Arkadaşlıktan da öte, kardeşliği çok güzel anlatılmıştı. Yukarıda da dediğim gibi bir sonraki kitabın Yılmaz ya da Boran'ın olacağını düşünüyorum hatta hikayesi hazır olduğu için Boran olabilir gibi geliyor. Açıkçası onun hikayesini internette okurken gizli bir ekibin üyesi olacağını düşünmemiştim Boran ve Deniz'in ama bu detayın şaşırtıcılığını çok sevdiğimi itiraf etmeliyim. Fatih hocanın bir sonraki kitabını heyecanla bekliyorum umarım kısa zamanda çıkar ve eve kapandığımız bu günlerde bize en büyük arkadaş olur bu kitap. :) Size de şiddetle tavsiye ediyorum bu seriyi, bu kitabı. Daha da önemlisi Fatih hocanın bütün kitaplarını okumalısınız çünkü hepsi ayrı bir güzel :D
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/colleen-hoover-tarryn-fisher-asla-asla.html Asla Asla'nın devamı olan ikinci ve üçüncü kısmını da okuyarak bir seriyi daha bitirmiş bulunuyorum. İlk kitabı sevenlerde olmuştu sevmeyenlerde olmuş ama ben çok sevmiştim. Bu yüzden devamı çıkınca hemen aldım ve gecikmeli de olsa okuyarak Silas ve Charlie'nin sonunu öğrenmiş oldum. Öncelikle iki favori yazarın beraber kaleme aldığı Asla Asla'nın kurgusu olduğunu söylemeliyim. Colleen Hoover ve Tarryn Fisher… Colleen Hoover'ın daha öncesinde orijinal dilden kitabını okuduğum için kadının cidden çok akıcı ve güçlü bir şekilde kitaplarını kaleme aldığını söylemeliyim. Tarryn Fisher ise, ülkemizde o kadar kitabı çıktı ki kadının cidden güçlü kurgu yeteneği olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Bu şekilde iki yazarın kitabı kaleme almış olması hoşuma gitti açıkçası. Yazarları övmeyeceğim :) ama yakın zamanda Colleen Hoover'ın Hopeless serisini de okuyacağımı da araya sıkıştırayım. Kitabın konusuna gelirsek; Asla Asla'nın birinci kısmında Charlie ve Silas'ın nedenini bilmedikleri bir şekilde 48 saatte bir hafızalarını kaybedip hiçbir şey hatırlamadıklarını okumuştuk. İkinci ve üçüncü kısımda yani bu kitapta ise olaylar kaldığı yerden devam ediyor ve yine her şeyi unuttukları bir andan başlıyor. Ancak bu sefer Charlie kayıp ve geride bıraktıkları notlara göre Silas onu aramaya başlıyor. Charlie'yi bulmak için 48 saati var ve bu süre dolduğunda her şeyi tekrardan unutacaktır. Silas zamanla yarışırken Charlie'de hayatta kalma savaşı vermektedir. Silas'ın Charlie'yi bulmaya çalışması, bulduktan sonra da bütün olayları çözmeye çabalamalarını okuyoruz bu kitapta. Kitabın en güzel yerlerinden biri de bence öyle en azından bütün bu yaşananların sebebi birçok şey olabilir ve yorumu okura bırakıyor olması. Yani şunu söylemek istiyorum son 1 saatleri kalıyor tekrar her şeyi unutmak için ve geçmişleriyle ilgili, oldukları kişilerle ilgili, kişilikleriyle ilgili analizleri ve birbirlerine karşı olan aşklarıyla ilgili varsayımları sonucunda o zaman dolduğunda her şeyi hatırlıyor oluyorlar. Yani tekrar unutmuyorlar... Yazarların ucunu açık bırakarak sonuçlandırmasını çok sevdim. İçimizdeki umutsuz romantikler bunu ruh eşi, aşka bağlarken mantıklı olan kısmımız da bunu kişiliklerindeki kusurların düzeltmeleri ile ilgili olduğunu söylüyor. Bu okurun hangi yönden baktığıyla alakalı bir son olmuş ve bunu çok sevdim açıkçası. Silas ve Charlie arasındaki her şeyi unutmuş olmalarına rağmen ilişki çok güzeldi. London'ın ve Janette'in olaylara dahil olmasıyla her şey bence çok daha güzel oldu. Bazı şeylerle evet tek başına mücadele etmek daha iyi olabilirdi belki ama bence kardeşlerinin de olaya dahil olması bence bütün olaylarda birçok soru işareti için daha oturaklı bir kurgu olmuştu. Böylesine kısacık bir kitabı çok uzun yorumlamak biraz spoiler verme isteği doğuruyor içimde ama kısaca birkaç şey daha söyleyip yorumumu bitireceğim. Silas ve Charlie'nin aşkı hayranlık uyandırıcıydı. Silas'ın babasının hep suçlu olmasını beklerken ters köşe ile asıl suçlunun Charlie'nin babasının çıkması bence Tarryn Fisher'ın marifeti. Çünkü o kitaplarında ters köşe yapmayı seven bir yazar bence :) Ama çok sevdim bu detayı. Mektuplar ve günlükte yazılanlar çok güzeldi o kısımların da Colleen Hoover'ın marifeti olduğunu düşünüyorum çünkü o duygusal şeyler tam da ondan beklenecek detaylardı. Finding Cinderella kitabındaki o duyguyu direk kendi kaleminden okuduğum için ondan beklediğimi itiraf etmeliyim. Neyse ben size detaylıca kitabı anlatmadan yorumu bitireyim. Ben bu seriyi çok sevdim. Zaten kısacıktı ve çabuk bitiyordu bu yüzden bir çırpıda okuyabilirsiniz. Size tavsiyem iki kitabı da alın peş peşe okuyun.
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/colleen-hoover-tarryn-fisher-asla-asla.html Asla Asla'nın devamı olan ikinci ve üçüncü kısmını da okuyarak bir seriyi daha bitirmiş bulunuyorum. İlk kitabı sevenlerde olmuştu sevmeyenlerde olmuş ama ben çok sevmiştim. Bu yüzden devamı çıkınca hemen aldım ve gecikmeli de olsa okuyarak Silas ve Charlie'nin sonunu öğrenmiş oldum. Öncelikle iki favori yazarın beraber kaleme aldığı Asla Asla'nın kurgusu olduğunu söylemeliyim. Colleen Hoover ve Tarryn Fisher… Colleen Hoover'ın daha öncesinde orijinal dilden kitabını okuduğum için kadının cidden çok akıcı ve güçlü bir şekilde kitaplarını kaleme aldığını söylemeliyim. Tarryn Fisher ise, ülkemizde o kadar kitabı çıktı ki kadının cidden güçlü kurgu yeteneği olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Bu şekilde iki yazarın kitabı kaleme almış olması hoşuma gitti açıkçası. Yazarları övmeyeceğim :) ama yakın zamanda Colleen Hoover'ın Hopeless serisini de okuyacağımı da araya sıkıştırayım. Kitabın konusuna gelirsek; Asla Asla'nın birinci kısmında Charlie ve Silas'ın nedenini bilmedikleri bir şekilde 48 saatte bir hafızalarını kaybedip hiçbir şey hatırlamadıklarını okumuştuk. İkinci ve üçüncü kısımda yani bu kitapta ise olaylar kaldığı yerden devam ediyor ve yine her şeyi unuttukları bir andan başlıyor. Ancak bu sefer Charlie kayıp ve geride bıraktıkları notlara göre Silas onu aramaya başlıyor. Charlie'yi bulmak için 48 saati var ve bu süre dolduğunda her şeyi tekrardan unutacaktır. Silas zamanla yarışırken Charlie'de hayatta kalma savaşı vermektedir. Silas'ın Charlie'yi bulmaya çalışması, bulduktan sonra da bütün olayları çözmeye çabalamalarını okuyoruz bu kitapta. Kitabın en güzel yerlerinden biri de bence öyle en azından bütün bu yaşananların sebebi birçok şey olabilir ve yorumu okura bırakıyor olması. Yani şunu söylemek istiyorum son 1 saatleri kalıyor tekrar her şeyi unutmak için ve geçmişleriyle ilgili, oldukları kişilerle ilgili, kişilikleriyle ilgili analizleri ve birbirlerine karşı olan aşklarıyla ilgili varsayımları sonucunda o zaman dolduğunda her şeyi hatırlıyor oluyorlar. Yani tekrar unutmuyorlar... Yazarların ucunu açık bırakarak sonuçlandırmasını çok sevdim. İçimizdeki umutsuz romantikler bunu ruh eşi, aşka bağlarken mantıklı olan kısmımız da bunu kişiliklerindeki kusurların düzeltmeleri ile ilgili olduğunu söylüyor. Bu okurun hangi yönden baktığıyla alakalı bir son olmuş ve bunu çok sevdim açıkçası. Silas ve Charlie arasındaki her şeyi unutmuş olmalarına rağmen ilişki çok güzeldi. London'ın ve Janette'in olaylara dahil olmasıyla her şey bence çok daha güzel oldu. Bazı şeylerle evet tek başına mücadele etmek daha iyi olabilirdi belki ama bence kardeşlerinin de olaya dahil olması bence bütün olaylarda birçok soru işareti için daha oturaklı bir kurgu olmuştu. Böylesine kısacık bir kitabı çok uzun yorumlamak biraz spoiler verme isteği doğuruyor içimde ama kısaca birkaç şey daha söyleyip yorumumu bitireceğim. Silas ve Charlie'nin aşkı hayranlık uyandırıcıydı. Silas'ın babasının hep suçlu olmasını beklerken ters köşe ile asıl suçlunun Charlie'nin babasının çıkması bence Tarryn Fisher'ın marifeti. Çünkü o kitaplarında ters köşe yapmayı seven bir yazar bence :) Ama çok sevdim bu detayı. Mektuplar ve günlükte yazılanlar çok güzeldi o kısımların da Colleen Hoover'ın marifeti olduğunu düşünüyorum çünkü o duygusal şeyler tam da ondan beklenecek detaylardı. Finding Cinderella kitabındaki o duyguyu direk kendi kaleminden okuduğum için ondan beklediğimi itiraf etmeliyim. Neyse ben size detaylıca kitabı anlatmadan yorumu bitireyim. Ben bu seriyi çok sevdim. Zaten kısacıktı ve çabuk bitiyordu bu yüzden bir çırpıda okuyabilirsiniz. Size tavsiyem iki kitabı da alın peş peşe okuyun.
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/m-c-beaton-emily-traveling-matchmaker-1.html Her ne kadar ilk okuduğum kitabı Minerva'yı sevmesem de bu kitabını, Emily'i sevdiğimi itiraf etmeliyim. Emin değilim neden ama ya ilk kitaptan sonra beklentimi düşürdüğüm için ya da kitap cidden Minerva'dan daha iyi olduğu için bilemiyorum... ama bu kitabı cidden sevdim. Kısa, tadımlık, Harlequin kitapları tadında bir kitaptı ve bence denemelisiniz. Umarım Nemesis Kitap serinin devamını çıkarır. M. C. Beaton, ülkemizde yayınlanan üç farklı kitabı var ve üçü de ayrı serilerin ilk kitapları olmasına rağmen ben ikisini okudum. Her ne kadar ilkini yetersiz bulsam da bu kitabı oldukça sevdim. Öncelikle akıcıydı, film izler gibi akıp gidiyordu ve eğlenceliydi. Romantik olduğu anlar vardı ama geneli aşk romanı değildi. Hannah Pym'in yolculuk maceralarında yaptığı çöpçatanlığı anlattığı için romantizm de vardı. Sevdim... Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Hannah Pym, çalıştığı evin sahibi ölüp de kendisine bir miktar para bırakınca o parayı seyahate harcayıp macera yaşama hevesini tatmin etmek için Exeter'e doğru yola çıkar. Ancak aşırı kar yağışı ve fırtına nedeniyle bir handa kapana kısılınca yolculuk arkadaşlarıyla beraber yaşadıklarını anlatıyor. Arabada erkek kılığına girmiş genç bir kızın ve o kızın peşindeki bir lordun hikayesini okurken aralarında filizlenen aşkı görüyoruz. Bunların yanında bir dulun bir avukata aşık olmasını okuyoruz. Bütün bunların da yanında insanların bir yere kapalı kaldıklarında nasıl da seviye, zenginlik ve unvanı bir kenara bırakıp birlik olmalarını okuduk. Çok güzeldi kurgusu. Altında barındırdığı mesajlarda öyleydi. Öncelikle Hannah'ya hep yardımcı olan Sir George'u çok sevdim. Bence hikayenin ana gücüydü Hannah bakımından. Emily ve Lord Harley'in arasındaki husumet, arkadaşlık, aşk çok güzeldi. Resmen birbirlerini istemeyen iki insanın birbirini tanıması ve aşkın filizlenmesi çok tatlıydı. Avukat Fletcher ve Lizzie arasındaki birden başlayan aşk, yüzbaşının tavırları ve birden kendini gösteren gizemli kişilik ve ölümcül hamleleri... çok iyiydi. Kitabın tam durgun, sakinliğe başladığını düşündüğünüz an öyle bir hamle yapmış ki yazar ya güldürüyor ya da bir aksiyon yaratıyordu. Ana konu Emily ve Lord Harley'in aşkı gibi görünse de aslında Hannah Pym'in yolculuğu sırasında yaşadığı maceraları anlatıyordu. Bu yüzden kitapta her şeyin tadında olduğunu ve fazla uzatılmasının kitabın amacından çıkacağını düşündüm. Bu yüzden de tam olması gerektiği gibi tadındaydı ve film tadındaydı. Çok uzatmayacağım, zaten kısacık bir kitap. Bence bu kitabı mutlaka denemelisiniz. Güzel, eğlenceli bir historical romansdı.
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/m-c-beaton-minerva-six-sisters-1.html İlk çıktığında aldığım ve nedense beklettiğim Minerva'ya sonunda başladım bitti. Kitaba dair çok yorum okudum ve hak verdiğim yorumlar gibi hak vermediklerimde var. Ama geneline bakıldığında ne yazık ki beklentimi karşılamadığını söylemeliyim. The Six Sister Serisi'nin ilk kitabı olan Minerva, historical romans olmasının yanında tadımlık bir kitaptı da. Okurken sıkıldım mı derseniz hayır sıkılmadım ama çok da akıcıydı diyemem açıkçası, havada kalan şeyler, hadi bunu da yazalım tarzında detaylar vardı ve bilemiyorum... kitabı kapattığımda pek memnun etmediğini itiraf etmeliyim. Kitabın öncelikle kısaca bir konusuna değinmek istiyorum; Minerva bir kasaba papazının kızı olmasının yanında bütün evin yönetimini eline almış bir genç kızdır. Ancak babasının artık geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle papaz aniden büyük kızı zengin bir adamla evlendirmek için Londra'ya göndermeye karar verir Orada bir sezon geçirecek olan Minerva ailesi için bir evlilik yapacak ve kendisinin mutluluğunu es geçecektir. Ancak Minerva'nın karakteri, tavırları ve güzelliği Lord Sylvester Comfrey'in dikkatini ve ilgisini çekmektedir. Ona yardımcı olmak amacıyla ipuçları ve talipleri hakkında detaylar verirken aslında kendisinin de aşkın tuzağına düştüğünün farkına varmaz. Aslında kurgusu güzeldi. Sadece çok geçiştirilerek yazılması yerine her şey tam yerine oturtularak ve duygular verilerek yazılmış olsaydı çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Minerva'nın o günah bu günah tavrına rağmen kendini adamın kucağına atmasındaki tezatlık biraz rahatsız ediciydi açıkçası. Arkadaşım günah diyorsun, vicdanım rahatsız diyorsun o zaman yapmayacaksın. Minerva'nın ve Lord Sylvester'ın aşklarını çok damdan düşer gibi bulduğumu söylemeliyim. Hadi Minerva için daha ilk karşılaşmalarından hafiften hafiften vurgulansa da Sylvester için çok damdan düşer gibi oldu. Olmamış gibi hissettirdi. Bir de Minerva'nın oyunlara gelmesi... adamın bir iddia tuzağına düşmesi ve buna Minerva'nın inanması. Minerva'nın mektubu ya da Syvester'a gelen iki mektubu okuyabilseydik ve o sahnelere dair daha detaylı bir sonuca varılabilseydi bence çok daha güzel olurdu diye düşünüyorum. Düella sahnesi çok zekiceydi ama itiraf etmeliyim ve Minerva'nın üç düzembazın oyununa gelmesi de... ama keşke daha detaylı olsaydı da Sylvester'ın onu kurtarması daha güçlü bir kurgu olsaydı... Dediğim gibi kurgu normalde çok güzeldi ama havada kalan bir şeyler vardı. Ve daha fazla detay isterdim açıkçası. Sanırım en büyük eksiği de buydu kitabın. Tavsiye eder miyim bilemiyorum tercihinize kalmış. Seriye devam eder miyim? Açıkçası Anabelle'ın hikayesini merak ediyorum çünkü Lord Sylvester'ın arkadaşı Peter ile sanki bir şeylerin ön hazırlığını yaptılar gibi... Dikkatleri birbirlerine çekildi... o yüzden okumak isterim ama serinin diğer kitaplarını bilemiyorum. Yazarın elimde iki kitabı daha var umarım onlar böyle değildir, çünkü aldım ve okumaya niyetliyim. Umarım beklentimi karşılarlar, gerçi bu kitaptan sonra daha düşük beklentiyle okurum sanırım. Neyse, benim için 5 üzerinden 2,5 luk bir kitaptı.
https://illekitap.blogspot.com/2020/04/serhat-batur-sirius-muhafzlar.html Yine bir Türk yazar ve yine ben... Ahhh ahhh… yazarlarımız nasıl da mükemmel kurgulara imza atıyorlar ama ya... nasıl da sanki yabancı yazarmışçasına yazıyorlar kurgularını ve nasıl da heyecanla okutuyorlar. Şifreler, bilmeceler, bilinmeyenler, gizemler, tarih, tarihi detayların arasına gizlenmiş fantastik dünya... işte böylesine bir kurgusu vardı Sirius Muhafızları - Rasputin'in Yüzüğü'nde. Serhat Batur, Rusya'dan başlayıp Türkiye'ye uzanan bir fantastik dünya yaratmış bununla kalmamış bir Almanya'ya uçup gelmiş ve Türkiye'nin tarihi yerlerini de kurgusuna dahil ederek muhteşem bir gizemli, büyülü ve olağanüstü olayların yer aldığı bir kurgu yaratmış. Tarihi detaylarda zaman zaman sıkıldığımı hissetsem de kurgunun geneline bakıldığında keyifle okunacak, merakla sayfaları çevrilecek bir kitap olduğunu itiraf etmeliyim. Öncelikle, kitabın kısaca kurgusuna değinmek gerekirse; Kaftar Halkı güçlerine güç katmak ve Dünya üzerindeki tek güç olabilmek için gizlenmiş olan anahtarları bulmaya çalışırken yolları bir şekilde Berk ile kesişir. Bunun sebebi o anahtarlardan birinin Rasputin'in Yüzüğü olması ve bu yüzüğün yerinin de Berk'in amcası Kemalettin'in bildiğini düşünmeleriydi. Kemalettin ise bir şekilde yüzüğün kimde olabileceğini tahmin ediyordur. Kaftar Halkı bu yüzüğü ele geçirse de sadece bu yüzükle iş bitmemektedir. Bu yüzük başka bir anahtarın yerini gösterecek ve bu sayede büyük güce bir adım daha yaklaşacaklardır. Bütün bunların yanında hiçbir şeyden haberi olmayan Berk, otuzuncu yaş gününden sonra ailesinden kalan köşkte gizli bir oda keşfeder ve odada gizli bir tapınak gibi yapılmasının yanında gizli bir defteri bulurlar. Gizemli, sırları içerisinde barındıran bir defter... Berk'in ailesinin kimliğinin yazıldığı ve dahası Berk'in içinde bastırılmış kimliğini ortaya çıkarmasına yardımcı olacak olan bir defter. Berk, bu defteri Kemalettin ile paylaşıp da defterde yazılanları takip etmeye başladıklarında büyük gizemi çözmeye ve dahası Berk'in içinde bastırılmış olan kimliği gün yüzüne çıkmaya başlamaktadır. Kaftar halkı iki anahtarı ele geçirmişken de soylarının tükendiklerini düşündükleri Sirius Muhafızları'ndan birinin varlığını da hissetmeye başlamaktadırlar. Kaftar Halkı'nın anahtarın peşindeki yolculuğu ve Berk'in kendini arayışı arasındaki bağlantıları ve macerasını okuyoruz. Ama tabi kitap seri olduğu için, yarım bitiyor ve heyecanla ikinci kitabı beklemedeyiz. Normalde seri kitapları seriler bitmeden okumayan ben şu sıralar hep okuyorum ve sonraki kitabı heyecanla beklemeye başlıyorum. Bu kitapta beklediğim kitaplardan biri oldu. Kitapta sevmediğim tek şey, anlatılan veya araştırılan olmadı adı geçen her tarihi yerin geçmişine dair verilen detaylardı. Belki olması gereken şeylerdi bilemiyorum, kurgu için verilmesi gereken detaylardı belki ama bu tür tarihi şeyleri okumaktan hoşlanmayan ben açıkçası o kısımları sıkı buldum. Tamam tarihi yerleri gezmeyi çok severim, gezerken tarihini okumayı da ama bu şekilde okumayı sıkıcı bulduğumu itiraf etmeliyim. Ama bunun haricinde şikayetçi olabileceğim hiçbir detay yoktu kitapta. Bir de Almanya'ya gittiğimde özellikle gidip gördüğüm Neuschwanstein Kalesi'nin kurguya dahil olduğunu görmek en hoşuma giden şeydi. Çünkü gerçekten muazzam bir yapı... İstanbul'daki tarihi yerleri geçtim ama diğer tarihi yerleri gördü mü yazar bilmiyorum ama betimlemeleri, anlatımları çok iyiydi. Sanki gidip görmüş gibiydi. Kurgunun içerisine azıcık da olsa aşkın iliştirilmesini çok sevdiğimi söylemeliyim. Rus gizli istihbarat ajanı olan Anna'nın Berk ile olan ilişkisi çok güzel anlatılmıştı. Anna'nın intikam için yaptıkları, vazgeçmeden, hedefine odaklı çalışmaları çok iyi kurgulanmıştı. Kadın farkında olmadan çok büyük bir olayın ortasına daldı... Tıpkı Berk gibi... Sadece bir kafe sahibi bir adamın hayatının değişimi... Kitaptaki ayin... tam okumaya başladım ne zaman hareketlenir acaba derken birden o ayin.. ne oluyoruz dememe neden oldu. İtiraf etmeliyim ki böyle bir şey beklemiyordum ama muhteşemdi. Satanist ayinlerini izleriz ya filmlerde, şöyle sansür olmadan bütün her şeyi gösterilerek... aynı öyleydi okumak... muhteşemdi. Kaftarlar hakkında ve onlarla ilgili bölümleri okumak muhteşemdi. Bence kitabın en güzel ve heyecan verici kısımları da onlara ait olanlardı. Seriye giriş kitabı olduğunu çok belli eden bir kitaptı, çünkü birçok detay ve gizem vardı bunlarda bir sonraki kitapta çözüleceğine dair ipucu veriyordu. Geneline bakıldığında kitabı beğendim. Dediğim gibi tarihi yerlere dair verilen detaylardan sıkılsam da -ben sevmediğim için sanırım sıkıldım- kitabı genelinde sevdim. İkinci kitabı beklemedeyim. İçimden bir his ikinci kitapta çok fena şeyler olacak diyor. Türk yazarlarımızdan da bu tür kurgular, fantastik kurgular, bekliyorum. Çok güzel yazıyorsunuz sadece yazabileceğinize inanın. Bence başarırsınız. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, kitabı okurken zaman zaman film olsa nefes kesici olurdu diye düşündüm. Çok iddialı olacak belki ama oradan oraya araştırma gezileri, koşturmalar falan bana Dan Brown kitaplarının filmlerini anımsattı. Heyecan, gizem, kovalamaca ve aksiyon vardır. İkinci kitaba dair beklentim çok yüksek umarım çok beklemeyiz.