inci, 988 adet değerlendirme yapmış.  (30/142)
İskoçyalı'nın Dokunuşu (Highlander, #3)
İskoçyalı'nın Dokunuşu (Highlander, #3)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/05/karen-marie-moning-iskocyalnn-dokunusu.html Karen Marie Moning'in Highlander Serisi'nin ülkemizde yayınlanan son kitabı İskoçyalı'nın Dokunuşu'nun yorumuyla karışınızdayım. Keşke bu serinin son kitabına kadar zamanında yayınlasalardı ama ne yazık ki artık devam etmeyeceklermiş çünkü yayın hakları artık Epsilon'da değilmiş. Şu anki umudumuz da bir yayınevinin telifini alması ve seriye devam etmesi yönünde. Umalım ki etsinler çünkü cidden çok iyi bir seri ve bence ziyan edilmemeli. Düşünsenize size tek bir kitapta birçok şey vaat ediyor. Historical Romans, Time Travel, Paranormal Romans daha ne olsun dimi? Üç tür bir arada olan bir seri ve ziyan edildi ne yazık ki. Şu anda bu tür yayınlanmış bir kitap yok ülkemizde ve bence türünün tek örneği olarak çok sevilerek takip edilirdi. Neyse, dediğim gibi kitap hem fantastik hem zaman yolculuğu hem de historical romansı harmanlayarak bir kurgu oluşturmuş yazar ve biz okurlara da keyifle okumak kalmış. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Cercinn 14. yüzyılın İskoçyası'nda yaşayan bir klan beyi olarak perilerin önemli yadigarlarına muhafızlık etmek için görevlendirilir. Bu görev sırasında bir şişe ne yazık ki kaybolur ve Circenn, bu muhafızlık görevleriyle edindiğini sandığı yetenekleriyle şişeyi lanetler. Şişe bulunup da biri eline aldığında o şişeyi Circenn'e geri getirecektir. Peri soytarısı -ilk kitaptan tanıdığımız- Adam'a da yemin eder, şişeyi getiren kişi öldürecektir. Ancak ne yazık ki planlar hiç de Circenn'in düşündüğü gibi gitmez ve Adam'da hiçbir zaman uslu duran ve insanların hayatlarına müdahale etmeyen bir yapıda değildir. Diğer bir tarafta günümüzde yaşayan Lisa, annesinin hastalığıyla uğraşıp hem de geçimini sağlamak için müzede çalışırken bir gece müzeye gelen gizem bir tarihi eserin hayatını değiştireceğinden habersizdir. Merakına yenik düşerek tarihi eserin kutusunu açıp da şişeye dokunduğunda zamanda yolculuk yaparak 20. yüzyıldan 14. yüzyıla gider. Circenn yaşanan olaydan şaşırsa da şişeyle bağlantısını bildiğinden durumu yadırgamasa da Lisa'nın bocalaması, geriye dönme çabaları, gerçeği artık kabullenip de yaşadığı çöküş çok iyi anlatılmıştı. Circenn ile Lisa arasındaki çekim, aşk çok güzel işlenmişti ama en güzeli de aralarındaki o bağdı. Çok değişik ve yaratıcı bir fikir olmuş bence. Kralın, ikisinin oyuna getirip evlendirme planı, sonrasında Circenn'in kalesine gitmeleri, oradaki hayatları falan çok güzeldi. Perilerle ilgili detayları okumak çok güzeldi. Keşke onları da ayrıca okuyabileceğimiz kadar seri devam etmiş olsaydı. Ancak bütün bu kitabın, kurgunun en şaşırtıcı detayı Circenn ile Adam arasındaki ilişkiydi. Adam'ın kimliği, Circenn'in hayatındaki yeri ve ikisinin arasındaki bağ... böyle bir şey beklemiyordum! Kitabın sonunda Circenn ve Adam'ın planları ve geleceği değiştirmeleriydi. Beklemediğim şeylerdi ve ben ilk kitaptaki gibi Lisa'yı geri getirmesini falan bekledim ama tam da kitaba yakışır bir şekilde farklı sonlandırması çok hoşuma gitti. Kitaba dair çok bir şey söylemeyeceğim ama şu seriyi orijinal dilden kesinlikle devam edeceğimi biliyorum. Sizlere de eğer okuyabiliyorsanız orijinal dilden okuyun ya da ilk üç kitabı mutlaka deneyin. Çok iyiydi. Bir kez daha diyorum yazık ettiler seriye. ki bu yazar oldukça sevilen bir yazardı.

Yenilmez Savaşcı (Highlander, #2)
Yenilmez Savaşcı (Highlander, #2)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/05/karen-marie-moning-yenilmez-savasc.html Highlander Serisi'ne son hızla devam edip serinin ikinci kitabı Yenilmez Savaşçı'yı okudum. Yenilmez Savaşçı'mız ilk kitaptan tanıdığımız Grimm oluyor. Onun hikayesine bakış atıyoruz bu kitapta. Geçmişine, en büyük korkularına, kalbinin sahibi olan kadına ve daha da önemlisi aslında kim olduğuna, ne olduğuna bakış atıyoruz bu kitapta. Öncelikle söylemeliyim ki yazarın cidden kurgularını sevdim ve bu seriden sonra Ateş Serisine'de el atabilirim tabi kitaplarını bulabilirsem. Cidden sıkmayan, merak uyandıran, heyecanlı ve aşk dolu hikayeleri var. Tam da benim okumayı sevdiğim hikayelere ev sahipliği yapıyormuş kitapları. İlk kitabın haricinde bu kitapta time travel yoktu. Onun yerine daha paranormal bir güç, gizem söz konusuydu. Zaten Hawk ve Adrienne'in hikayesinden sonra Grimm için de bir time travel çok kendini tekrar gibi bir şey olurdu sanırım. Ama bu hikaye de öyle bir şey yoktu. Bu sefer fantastik özellik taşıyan Grimm'di. İskandinav Mitolojisi'nin üç büyük Tanrı'sından biri olan Odin'in kendi özel efsanevi savaşçıları olan Berserker olan Grimm'di. Efsanevi özelliklere sahipti. Kısacası fantastik karakterimiz bu sefer Grimm'di. Kitabın konusuna değinmek gerekirse; Grimm'in en zor zamanında ona kapısını açan ve hayatta kalmasına yardımcı olan Gibraltar, evinden uzaklaştığı bir durumda diğer iki savaşçıyla beraber Grimm'i de çağırarak evine göz kulak olmasını ister. Ama asıl amacı her talibi reddeden kızı Jillian'ın bir eş bulması için evine çağırdığı bu üç savaşçıyı kızının gönlünü çalmasıdır. Jillian ise evlenmek istememektedir çünkü küçüklüğünden beri kalbi tek bir kişiye aittir o da Grimm'dir. Grimm'in Berserker olması ve kendini kontrol edememekten korkması yüzünden Jillian'dan uzak dururken Jillian'da bir kez daha karşısına gelmiş fırsatı değerlendirip Grimm'in kalbini çalmaya kararlıdır. Ama çok daha büyük bir sorun var ki o da Grimm'in peşinde olan adamlar onu öldürmek ve soyunu kazımak istemektedir. Bu durum da Grimm kadar Jillian'ın da hayatı tehlikededir. Bütün tehlikelerin arasında Grimm'in Jillian'a olan aşkın kabullenmesi, Jillian'ın yanında kalması ve düşmanlarıyla savaşmasının hikayesini okuyoruz. Grimm'in geçmişi çok acı olsa da bütün bunlara rağmen hayatta kalması ve kendini kontrol etmeyi öğrenmesi çok güzeldi. Ama bence kitabın en güzel şeyi de Jillian'ın güçlü olması, ne istediğini bilmesi ve bunun için de çırpınması çok güzeldi. Biraz zafere giden yolda her şey mubahtır mantığıyla hareket etmesi tam da Grimm'e yakışan bir kadın olduğunu gösterdi. Eee bir efsanevi savaşçıya da böyle bir kadın yakışırdı. Jillian'ın yanına gelen Ramsey ve Quinn'den hep bir şey çıkmasını bekledim ama Quinn'in tam bir beyefendi olması ve Ramsey'in tam bir pislik olması kitabın en güzel detaylarıydı. Grimm'in korkuları, yaşadıkları çok iyi anlatılmıştı. İçindeki o güçlü savaşçıyı kontrol etme çabası, üstün yetenekleri cidden büyüleyiciydi. Ama öyle bir anlatılmıştı ki okurken iç geçirmemek imkansızdı. Jillian'ın Quinn ile evlenecekken gelip düğüne engel olması... o sahne muhteşemdi. :D Kitabın en güzel detaylarından biri de Grimm'in kendi topraklarına, klanına döndüğü zamanlardı. Babasıyla yüzleşmesi, gerçeklerin ortaya çıkması çok güzeldi. Orada gerçekler ortaya çıkarken babası ve amcasının Jillian'ı ondan uzak tutma çabası da kitabın en eğlenceli yerleriydi. Kitabı çok sevdiğimi söylemeliyim. Bence ilk kitaptan daha iyiydi ve aşk çok daha güzel işlenmişti. Savaş sahnesini daha fazla okumak isterdim açıkçası. Daha detaylı olarak... tek eksiği o diyebilirim ama şu haliyle bile tatmin ediciydi. Ama o son... off… gözümde canlandırmak bile yüzümde gülümseme oluşturdu. Grimm evet vahşi, yenilmez ve efsanevi savaşçı olabilir ama muhteşem bir aşık ve sevgi dolu bir baba bunu çok iyi gösterdi. Ben bu seriyi çok sevdim. Her ne kadar yarım kalmış ve devam etmeyecek olsa da her kitap başka karakteri anlattığı için okunabilinir. Mutlaka deneyin derim.

Sisli Dağların Ötesinde (Highlander, #1)
Sisli Dağların Ötesinde (Highlander, #1)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/04/karen-marie-moning-sisli-daglarn.html Karşınıza bu sefer yine bir İskoç kitabıyla çıktım. Ama bu seferki çok sevilen bir yazar olan Karen Marie Moning'in kitabı :) Bu kitap serisi bana inanılmaz derecede tavsiye edildi, elimde olmasına rağmen okumayı hep erteliyordum ama aşırı ısrar edilince - itiraf ediyorum mahalle baskısı gördüm - okuyayım dedim. İyi ki okumuşum, şimdiye kadar neden okumamışım bilemiyorum. Kitabın, aslında türü hem historical romans hem time travel hem de fantastik dokunuşlarının harmanlanmasıydı. Yani kitapta yok yok :D Öncelikle, yazarın kurgu yeteneğini sevdiğimi söylemeliyim. Akıcı, merak uyandırıcı, aşk dolu ve ihtiraslıydı :) Sıkmadı, burası olmasaydı olurdu demedim, sonu nasıl olacak acaba diyerek de okudum. Çünkü time travel kurgusunda hep bir ayrılık teması olur ama buradaki buluşma da çoook güzeldi. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; klanının iyiliği, refahı için on beş yıldır Kral James'in her istediğini yapan Hawk, artık görevinin süresinin bitmesine üç gün kala Kral'ın son hamlesiyle ömrü boyunca hayalini kurduğu hayata veda etmesine ramak kalmıştır. Kral James'in Hawk'tan intikam almak için verdiği bütün görevlerin sonunda, son vuruşu yapıp Deli Janet ile evlenmesini ister. Hawk'ın mutlu evlilik hayatı, çocuk sahibi olma hayalleri bu şekilde baltalandığında asıl aşkın kapısının açıldığını tahmin edemeden kendini istemediği bir evliliğe hazırlarken doğa üstü güçlerin hayatına dokunuş yapacağını tahmin etmiyordu. Hawk'ın efsanevi yetenekleri Periler dünyasına ulaşmış ve Peri Kraliçesi hem kralını hem de soytarısını kıskandırmak için Hawk'ın yeteneklerinden ihtirasla bahsetmesi sonucunda Kral ve Soytarı Adam bir oyuna başvurur ve kalbi yakışıklı erkeklerden yanmış olan bir kadını Hawk'ın karşısına çıkaracaklardır ve Hawk'a bolca hayır demesini sağlayacaklardır. Bu sefer kalbi kırılan Hawk olacaktır. Soytarı tam istediği gibi bir kadın bulur. Adrienne… yirminci yüzyılda kendi yaşamından kalbi kırılmış, fazlasıyla yaralanmış ve genel olarak erkeklere özellikle yakışıklı olanlara güvenini kaybetmiş olan Adrienne, kendini bir anda 1500'lerin İskoçya'sında bulur. Hem de düğün arifesinde ölen bir kadının yerini alacaktır. Deli Janet'in… Hawk, Adrienne ile evlenirken hayatının aşkını bulduğunu fark etmesine rağmen bolca aldığı hayırların sonunda aşkını elde edecek mi? Adrienne, gelecekten geldiğini kanıtlayabilecek mi? Soytarı, Hawk'tan intikamını alabilecek mi? Bütün bunların yanında aşk kazanabilecek mi bunları okuyoruz. Kitabın en güzel taraflarından biri, Hawk'ın duygularını saklamaması, anlaması, devamlı bıkmadan usanmadan kadının peşine gitmesi çok güzeldi. Bütün bunların yanında da Adrienne'in güçlü duruşu, korkmadan verdiği cevapları çok güzeldi. Böyle kitaplarda güçlü kadın karakterleri okumayı severim. Kitapta Hawk'ın Adrienne'in sadakatini kazanmak için yaptıkları, Soytarı'nın atılımları, her iki adamında Adrienne için çırpınması çok eğlenceliydi. Tabi Soytarı bir peri olduğundan - bu arada kendini Adam diye tanıtıyordu - özel yeteneklerini kullanması adil savaşmadığını söylemeliyim ama tabi aşık bir kadının yüreği, sevdiği adamı tanır ;) Hawk'ın savaşçı, ihtiraslı adam görünüşünün ardındaki o anlayışlı, sevecen, flörtöz halleri, hayalleri için bebek odasında yaptıkları falan çok tatlıydı. Zaman yolculuğu detaylarını sevdim, hatta kitabın sonundaki o ayrılığı, sonrasında Hawk'ın sevdiği kadını geri getirebilmek için çırpınması falan çok güzel kurgulanmıştı. Hatta Soytarı Adam ile Hawk'ın son sahnelerinde Peri Kraliçesi'nin de devreye karışması çok eğlenceliydi. Yazarı ayrıca tebrik ediyorum, normal bambaşka türleri oluşturan kategorileri tek bir kurguda böylesine güzel bir araya getirmesi çok iyiydi. Ben bu konuda tam olarak tatmin oldum diyebilirim. Bu kurguya bu olmasaydı, öyle yazılmasaydı burada şu eksikti falan diyebileceğim hiçbir şey yoktu. Ben çok sevdim, serinin diğer kitaplarına başlayacağım. Zaten yayınlanan üç kitabı var serinin üçünü de peş peşe okuyacağım :) Umarım Epsilon diğer kitapları da çevirir de yazarın kitaplarını doyasıya okuruz. En azından seriyi bitiririz.

00.00 - Biri Sizi Düşünüyor
00.00 - Biri Sizi Düşünüyor

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/04/n-g-kabal-0000-biri-sizi-dusunuyor.html İtiraf etmeliyim ki çok değişik bir kitap okudum. Açıkçası kitabı alırken hep ilgimi çeken kapak tasarımı ve alıntılar olmuştu ama kitabın içeriğinden böylesine bir hikaye çıkacağını bilmiyordum. Yazarı tebrik ediyorum kitabın sonunda çok fena bomba etkisi yarattı. Öncelikle yazarın yayınlanan beşinci kitabı ve ben yayınlanan son kitabıyla başladım yazarı tanımaya. Diğer kitaplarına da bir el atacağım özellikle Bugün Adımı Sen Koy kitabını çünkü bu kitabın sonlarında hafiften esintisini hissettirdi merak ettim hikayesini. Yazarın akıcı, merak ve ilgi uyandırıcı bir kalemi var. Okurken sıkılmıyorsun ve bu kitap için en azından diyebilirim ki neyi neden yaptığını veya nelerin neden olduğu çok güzel oturmuş. Yazarın karakter analizleri, olayları anlatışı, karakterlerin birbirleriyle ilişkilerini çok güzel değerlendirmiş ve kurguya dahil etmişti. Kendisini tebrik ederim, yolunun da açık olmasını dilerim. Bu blogger sizin diğer kitaplarınıza da el atacak diyebilirim :) Şimdi kısaca kitabın konusuna değinmek gerekirse; okul birincisi olan ve her zaman en üst düzeyde mükemmeliyetçi olan Nazlı, sınavda kendinden başka birinin daha yüksek not olmasından sonra o ders için ödev hazırlamak için hocasının yanına gittiğinde neyi eksik yaptığını keşfetmesi için o derste en yüksek not alan Ezel ile ortak bir ödev hazırlamasını ister. Nazlı kabul etse de bu ödevin onun hayatını tepetaklak ederek bambaşka kapıları açacağını bilemez. Ezel, tahmin ettiği gibi biri değildir ve daha da önemlisi içten içe Ezel'e karşı çekim hissederken genç adamın en yakın arkadaşının erkek arkadaşı olduğunu ve kendi arkadaş grubuyla takıldığını da öğrenir. Ezel ile Nazlı hem ödev üzerinde çalışırken hem de Ezel'in Nazlı'nın bastırılmış duygularını, herkesi görmezden gelmesini, kendinden başka kimseyi önemsemeyen, umursamayan tavırlarının ardındaki kişiyi görebilecek bir adam olması Nazlı'nın bütün dengelerini alt üst eder. Nazlı kendini bulma arayışında Ezel'in büyük bir iteklemesini, duygularını tepetaklak etmesini ve arkadaş grubuyla fırtına yaratması sonucunda yaşananların sonunda Ezel'in Nazlı'ya aşkını, bu aşkın bıraktığı tahribatları ve sonunda Elizabet Bennett ve Bay Darcy gibi mutlu sonları olacak mı bunları okuyoruz. Kitap böyle anlatıldığında çok basit genç yetişkin, okul çağı ergen tripleri falan gibi görebilirsiniz ama bambaşka bir kitap olduğunu söylemeliyim. Bu yüzden kitabı okumak için ön yargılarınızı kırın ve deneyin derim. Nazlı'yla ilgili bütün karakteristik özellikler çok güzel kurgulanmış ve kaleme alınmıştı. Kitap Nazlı'nın tarafından anlatılıyordu ve kızın kendi içinde yaşadıkları, karamsarlıkları, kararsızlıkları, duyguları, korkuları, hatırlamadığı olaylar her şey muhteşem aktarılmıştı. Ama bazen de Nazlı kızım risk almalısın, sorgulamasın, denemelisin ama dediğim yerler de vardı. Ezel ise... adamım güzel sevdin be. Nazlı'yı çok güzel izledi, tanıdı, neler yapacağını, neler diyeceğini, nerde ne isteyeceğini veya ne zaman neye ihtiyacı olacağını çok güzel tanımıştı, takip etmişti. İşte seven de zaten böyle yapar dedim. Hele hiç tahmin etmediği yerlerden çıkışı vardı ya ahh adamım çok güzeldi be senin sevgin de dedim. Kütüphanede Nazlı oradayken uzaktan izlemesi, Nazlı atlıkarıncaya binerken orada olması, en ihtiyacı olduğunda sadece yanında olması... hele ağlamak isteyip de ağlayamadığında Nazlı'ya kask verip, şimdi ağla kimse seni göremez tavırları muhteşemdi. Nazlı ve Ezel'in kitaplar ya da filmler hakkındaki konuşmaları, alıntıları, atışmaları çok güzeldi. Öyle sohbetler yapmayı bende çok severim farklı bakış açılarıyla kitapları tartışmak muhteşemdir ve bunu onlarda okumak muhteşem hissettirdi. Bir de Ezel trumblr kullanıyordu, orada paylaştıkları falan alıntıları resimleri yeminle acaba ben de bir hesap açmalı mıyım diye düşündüm :D Zaman zaman kızdığım bir karakter olan Ecem'i ise... kuzum sen nasıl da sadık bir arkadaşsın dedim kitabın sonunda. Aslında kitabın sonunda Nazlı'yı bu hale getiren sebepleri öğrendikten sonra kötü olarak ve suçlu olarak ithaf ettiğim karakterlerin aslında ne kadar iyi olduğunu görmek muhteşemdi. Arkadaşlık ilişkileri, birbirleriyle iletişimleri tipik üniversite gençliği dedirtse de bana kendi üniversite zamanlarımı anımsattı. Çok güzeldi arkadaşlıkları. Kitabın sonu ise... tam bir vurgundu! Açıkçası beklemediğim bir travma vardı altında ve yazar cidden kitabın sonuna okuru nasıl damdan düşmüşe çeviririm demiş ve on ikiden vurarak bunu yapmış. Bu konuda kendisini tebrik ederim. Kitabın son bölümü, Barcelona'daki sahneler çok güzeldi. O sayfaları bu kitaba yakışan sonu getirdi diyebilirim. Resmen şu kitabı yüzümde gülümsemeyle kapatmama sebep oldu. Bu sonu sevdim hem de çok :) Ayy aslında kitaba dair demek istediğim daha çok detay var ama kitap içeriğine çok girerim diye korkuyorum o yüzden yorumumu artık sonlandırıyorum. Ama sizlere de bu kitabı ve yazarı tavsiye ederim deneyin. Çünkü ben diğer kitaplarına da el atmaya niyetliyim :) Özellikle ilk siparişimde Bugün Adımı Sen Koy kitabına da yer ayıracağım.

Asi (MacLeods of Skye Üçlemesi, #1)
Asi (MacLeods of Skye Üçlemesi, #1)

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/04/monica-mccarty-asi-macleods-of-skye.html Aslında ilk basımını okuduğum ama şimdi farklı yayınevinden yeni baskısını okuyarak bir kez daha bayıldığım bir kitabın yorumuyla karışınızdayım. Monica McCarty'nin kitaplarını çok seviyorum, kadının kurguları öyle vıcık vıcık bir aşk değil derinden hissedilen bir aşkı anlatıyor olmasının yanında tarihi olayları kurgulaştırarak okurlarına hem bir romans kitabı okurken hem de tarihe dokunuşlar yaparak İskoç tarihine dair bilgi veriyor. Bu yüzden türlerinden ayrı bir şekilde beğeniyorum yazarın kitaplarını. Ayrıca okuru sıkmayan, gereksiz yere uzatmayan, her şeyi dozunda bırakan, akıcı, sürükleyici, merak uyandırıcı aşk, savaş, arkadaşlık ve aile ilişkileriyle süslenen kurguları kaleme alan bir yazar. Zaten bu kitapta da bunu çok görüyoruz. Kitabın kısaca konusuna değinerek bir özet geçmeyeceğim bu sefer çünkü kitabın arka kapak sayısı bariz bir şekilde özet geçmiş bu yüzden bir daha ben yazmayacağım. Aşağıda kitabın tanıtım yazısında bulabilirsiniz konusunu :) Öncelikle bu kitabı ikinci kez okuyuşum olduğunu söylemiştim. İlki Koridor Yayınları'ndan çıkan baskısıydı şimdi Nemesis Kitap baskısından okudum. İkisini kıyaslamayacağım ama şunu söylemek istiyorum ilk baskıda ve normalde İskoç kitaplarında Klan Beyi tabiri kullanılır ancak bu kitapta Şef tabiri kullanılması biraz olmamış gibi geldi. Normalde alıştığımız tabir o olunca başkası biraz tuhaf geldi sanırım. Ama ilk okuyan tabi ki farkı anlamayacaktır. Ama keşke Klan Beyi ya da MacLeod'ların Beyi olarak geçseydi dedim. Bunun haricinde eleştirebileceğim hiçbir şey yok kitapta. Zaten mükemmel bir kitaptı benim için :) Aynı zamanda yazarın ilk okuduğum kitabı olduğu için hem Rory'nin hem Isabel'in hem de yazarın bendeki yeri ayrıdır :) Isabel ve Rory arasındaki ilişkiyi çok severek okuduğumu kabul etmeliyim. Her ne kadar bir yıl nişanlı kalacak olsalar da ve bir evlilik öncesi ilişki yaşanması beklense de Rory'nin planları, aslında klan beyi olarak görevleri için planları Isabel'e karısı gözüyle bakmasına engel olması ve ona göre onurlu davranması muhteşemdi. Kendini ne kadar Isabel'den uzak tutsa da kadının gücü dedirtircesine Isabel, Rory'nin kalbine, bedenine ve aklına sahip olmanın yolunu buldu :D Her ne kadar başlardaki tavırları da çok tatlı olsa da her ikisi de birbirlerine olan çekimi kabullenip de ona göre sanki birbirlerini sevdiklerini ve asla ayrılmayacaklarmış gibi bir tavır içerisinde ilişkilerini yaşamalarından sonrası çok güzeldi. Rory'nin flörtöz halleri, özgürce Isabel'e gülümsemesi, onunla bir şeyler paylaşması, dokunması, öpmesi, sohbet etmesi her şey çok güzeldi. Aynı şey tabi ki Isabel için de geçerli. Margaret ve Alex'in Isabel'i kabullenmeleri falan çok güzeldi. Isabel bir şekilde Rory'nin kardeşlerini anlayıp, çözüp Rory'nin yapması gerekenler konusunda ipucu verse de Rory'de Isabel'in ağabeyleri hakkında gözlem yapması siz nasıl da güzel bir çiftsiniz dedirtti. MacKenzie ile olan saldırılar, ani savaşlar falan çok güzel anlatılmıştı. Yani bir klan ne kadar güçlü olursa olsun ya da ne kadar iyi savaşçıları olursa olsun ani baskınlarda yaralanabilmeli, kayıp verebilmeli ki gerçekliği hissedilsin. Bunda da öyleydi. İlk saldırıda Alex'in yaralanması... ikinci saldırıda iki adamlarının ölmesi ve Rory'nin yaralanması... her şey çok güzeldi. Isabel'in Rory'nin yanına gelme amacı ve her ne kadar Rory'e ihanet edemeyeceğini anlayıp ona göre plan yapsa da Rory'e yakalanması ve sonrasında oluşan ayrılık kısmının çok uzunca anlatılmasındansa kısa sürmesi çok güzeldi. Ama en güzeli de barışmalarıydı. O sahneyi her okuyuşumda yüzümde mutlu bir gülümseme olduğunu itiraf etmeliyim. Çok uzatmadan yorumumu bitireceğim ve şunu söylemeliyim ben bu yazarın kitaplarını çok seviyorum. Sizlere de eğer historical romans türünü seviyorsanız okumanızı tavsiye ederim. Hazır Nemesis Kitap yeniden çıkarmaya başlamışken okumadan geçmeyin bence :) Ahh bu arada demezsem içimde kalırdı ben bu kitapların kapaklarını cidden pek sevmiyorum, keşke türüne daha uygun kapak tasarımları olsaydı ya da orijinal kapaklarını kullansalardı.

Krallığı Öldürmek
Krallığı Öldürmek

10

https://illekitap.blogspot.com/2020/04/alexandra-christo-krallg-oldurmek.html İlk çıktığından beri dikkatimi çeken ve seri mi ona göre alayım diye araştırırken tek kitap olduğunu keşfettiğim sonra da bu kitap benim olmalı diyerek aldığım, aldığım gibi de başladığım bir kitabın yorumu ile karşınızdayım. Normalde aldığım kitapları hemen okumaya başlamam ama bu kitap elime ulaştığı gibi başladım ve sonuç mu? Bayıldım! Muhteşemdi kitap. Beklentilerimin çok ötesindeydi. Yazarın kurgu yeteneği çok güzeldi, merak uyandırıcı ve masalsı olmasının yanında heyecanlı ve yetişkin tarzı da vardı. Şimdi nasıl olacak bu diyeceksiniz, şöyle ki sirenler ve denizciler, prens, aşk, macera detaylarıyla süslenen hikayelerde böyle bir masalsılık olur ama bu kitabın biraz kanlı ve vahşi, savaş sahnelerinin detayları olması bu kitabı biraz daha yetişkinlere de hitap eder hale getirmiş. Aslında genç yetişkin denilen kesime hitap eden bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Sirenlerin Prenses Lira, 17 yıldır her yıl prens kalbi avlayarak Denizler Kraliçesi'nin varisi olduğunu göstermektedir. Her ne kadar annesi Denizler Kraliçesi, Lira'nn kendi varisi olmak için fazla insanlığa sahip olduğunu ve yeterince vahşi ve savaşçı olmadığını düşünse de Lira'yı istediği kıvama getirmek için zorlamaya devam etmektedir. Bir gün 15 yaşındaki kuzeni ile avlanmaya çıktığında, aslında sadece kuzeninin avlanmasına yardım etmesi gerekirken kendisine engel olamayarak bir prensi avlayarak kalbini alan Lira, yıllık avlanmasının iki hafta önce yapmış olması yüzünden cezalandırılır ve kraliçesine karşı gelmesi sonucunda cezası zirveye çıkar ve annesi onun sihirli sesini elinden alarak insan haline çevirir. Herkesin korkusu olan ve Prens Katili olarak anılan Prenses Lira, şimdi sadece bir insandır ve bu şekilde bir görevi vardır. Görevi de Siren Katili olarak bilinen Prens Elian'ın kalbini kraliçesine götürmektir. Prens Elian ise, insanları sirenlerden korumak için sirenleri avlarken başka bir yol daha bulur. Bir efsanenin gerçek olduğuna inanır ve Keto'nun Gözü'nün ikinci parçasının peşine düşer. Bu şekilde amacı sirenleri durdurmak, öldürmek ve insanların daha rahat yaşamalarını sağlamaktır. Gözü bulmak için yaptıkları yolculukta okyanusun ortasında bir kız bulurlar, buldukları kızı boğulmaktan kurtaran Elian, bu kızın Lira olduğunu daha doğrusu peşinde olduğu öldürmekten haz alacağı Prens Katili olduğunu bilmeden ona yardım eder. Elian'ın yolculuğunda yanında olan Lira, her ne kadar annesi tarafından zorlansa da ve zamanı dolmak üzere de olsa başka bir amaç edinir kendine. Prenses Lira, annesini tahttan indirmeyi ve ölüm getiren sirenlerin imajını daha barışçıl bir hayat tarzıyla birleştirmeyi amaçlamaktadır. Bunu da Elian'ın peşinde olduğu Keto'nun Gözü'yle yapabileceğini bilmektedir. Tek sorun Elian'ın güvenini kazanmak ve göze ulaşmaktır. Kitap, Elian ve Lira'nın Keto'nun Gözü'ne olan yolculuğu sırasında neler yaşadıklarını anlatırken güvenmenin, yapılan eylemlerin altındaki sebepleri, her şeyi nasıl da zorlamayla yaptıklarını göz önüne sererken birbiriyle hiçbir şekilde bağlantısı olmayan ama bir aile olmayı başarmış olan mürettebatın da ilişkilerini anlatıyor. Kitabın başlangıcını çok beğendim, direk konuya girmesi ve olayı uzatmadan da kurguyu başlanmasını çok sevdim. Karakterler tek tek anlatmak yerine yaşayarak görmek güzeldi. Karakterlerini yaşadıkları hayatlardan oturttuk. Sirenlerin şarkı söyleme kısımları, insanların kalplerini almaları falan çok güzel anlatılmıştı. Deniz kızlarının da güzel görünümlerinin yanında vahşiliklerine değinilmesi de bence diğer kitaplardan bu kitabı ayırmıştı. Sirenlerin görünüşlerinin anlatılmaları özellikle söylemem gerekir ki muhteşemdi. Kitaptaki betimlemeleri çok beğendim gözümün önünde canlandırmak hiç zor olmadı. Sanki film sahnesi izliyormuşum gibi rahatlıkla hayal edebildim. Sirenlerin avlanma sahneleri, Elian'ın sirenleri avlama sahneleri, Elian ve Lira'nın ünlü hırsız Rycorft'tan kaçışları, savaşmaları çok güzeldi. Ama en güzeli de Elian ve Lira'nın atışmalarıydı. İtiraf ediyorum çok eğlenceliydiler. Biri prens tamam bunu biliyoruz asla saklanmıyor ama Lira'nın kimliği gizli ve söyleyemediği için karşısında prens, prenses, kral olsun fark etmeksizin söyledikleri süperdi. Eee kız alışmış hem prenses olmanın getirisi hem de en korkulan canlı olmanın getirisiyle korkusuz hatun :) Pagos'ta yaşanılanlar, Elian ve Lira'nın belki de ilk kez duygularını dile getirmeseler de tam olarak kabullenmeleri çok güzeldi. Ama asıl sahneler Keto'nun Gözü'nü ele geçirdikten sonra yaşadıklarıydı. Elian'nın Lira'nın kimliğini öldürmesi ve onun gitmesine izin vermesi, bütün herkesin Lira'nın ihanet ettiğini düşünürken Lira'nın annesinin vahşiliğine maruz kalması ama her şeyin sonunda Lira'nın korkulan Denizler Kraliçe'sini yenmesi... yeni kraliçe olması... o savaş sahneleri... Elian ile aralarındaki ilişki, beraber savaşmaları... her şey muhteşemdi. Soluksuz okunan satırlardı açıkçası ve bayıldım! Ah bir de aralarındaki eğlenceli sohbetler ise muhteşemdi :D Kitabın sonu ise... işte bu kitaba yakışan bir sondu. Bu yüzden tam bir tatminle kapattım kapağını ama içimde de daha fazla okuma isteği vardı da itiraf etmeliyim. Kitabı bu kadar övdükten sonra eleştirebileceğim tek bir yer var onu söylemek istiyorum. Bölümler bir Lira bir Ellian tarafından anlatılıyordu ve bölümlerde kimin tarafından anlatıldığı yazılmadığı için okurun tahmin etmesine bırakılmıştı bu başlarda zorladı açıkçası ama sonradan olayların gelişmesi, hissedilenleri düşüncelerden kimin tarafından anlatıldığını anlıyorsunuz ama keşke yazılsaymış dedim başlarda da. Tabi kitap o kadar hoşuma gitti ki bu kısma takılmayacağım. Ben çok beğendim kitabı, yorumun başında da dediğim gibi beklentimin çok ötesinde çıktı ve çok beğendim. Her bir detayıyla çok güzeldi. Tavsiye ederim :) Bu arada tekrardan söyleyeyim, tek kitap, seriye ait değil.

Kanım Sana Ait (My Blood Approves #1)
Kanım Sana Ait (My Blood Approves #1)

7

https://illekitap.blogspot.com/2020/04/amanda-hocking-kanm-sana-ait-my-blood.html Bu kitap çıktığından beri dikkatimi çeken bir kitaptı. İlk dikkatimi kapak tasarımı çekti sonra ise konusu... Açıkçası vampirli kitapları o kadar uzun zamandır okumuyordum ki artık bir okumamın zamanı geldi diye düşündüm ve aldım. Toplamda 5 kitaplık bir seri olan My Blood Approves Serisi'nin ilk kitabı Kanım Sana Ait'in yorumu ile karşınıza geldim. Öncelikle kitap genç yetişkin okur kitlesine hitap ettiğini söylemeliyim. Sonrasında ise zaman zaman durgunluktan ne okuyorum acaba vampir aksiyonu ne zaman patlayacak diye şikayetçiyken bir açıldı tam açıldı. Zaten o zamandan sonra da kitap su gibi aktı diyebilirim. Başlardaki durgunluk bir anda akıp giden bir hal aldı. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Alice bir akşam arkadaşı Jane ile geç saatlerde kulüp dönüşünde evlerine doğru yürürken peşlerine takılan birkaç adamdan kaçarken ansızın Jack arabasıyla onlara yardıma gelir. Kızların hayatını kurtarıp evlerine bırakırken Alice ile Jack arasındaki çekim arkadaşlığa doğru giderken Jack'in hayatıyla ilgili sırlar Alice'in baskılarıyla ortaya çıkmaya başlar. Jack bir vampirdir ve başta Alice, Jack'in kendisi ile dalga geçtiğini düşünse de sonrasında ona inanır. Vampir olması beraber takılmayacakları anlamına gelmemektedir. Ama Jack'in vampir olmasından daha büyük bir sorunları vardır. Jack'in kardeşi Peter'ın kanı Alice'in kanını kendine çekmektedir. İçten içe Jack'ten hoşlansa da Peter'a karşı koyamayacağı bir çekim hisseden Alice farkında olmadan hep Peter'ı arzularken, onu isterken, çevresinde onu ararken bulur. Bunu açıkladıklarında ise Alice'in kanının Peter'ın kanına dair verdiği bu etki, kimya onların birbirlerine ait olduğunu vurgulamaktadır. Jack'in Alice karşı olan duyguları bir yanda kardeşi Peter'ın durumu bir yanda olunca bir çıkmazda kalan Alice ne yapacağını bilemez ama bildiği bir şey vardır ki her ne olursa olsun Peter'ın Alice istediği huzuru veremeyecek olması ve Jack'te bu huzuru bulabiliyor olması... Peter ve Alice arasındaki bu kan olayı nasıl çözecekleri ise kitaptaki olay akışında gizli.. Kitaba dair eleştirilerim olduğu gibi olumlu yorumlarım da var. Bu yüzden hepsini sırayla söylemek istiyorum. Önce eleştireceğim yerlerden bahsedeceğim. Kitabın başında Jack'in Alice ve Jane'i kurtarma sahnesi bana Edward'ın Bella'yı kurtarma sahnesini anımsattı. Hatta biran için fan fiction falan mı okuyacağım diye düşündüm. Belki o amaçla başlamış bir seridir bilemiyorum ama o hissi oluşturdu içimde. Bir de kitabın neredeyse ilk yüz sayfası çok durağandı, o durağanlık sıktı diyebilirim. Hep hadi artık bir olay olsun modundaydım kitabı okurken. Ama tabi sonrasında bir başladı tam başladı. Bunların haricinde bir de Alice'e uyuz oldum. Vampir olmakla olmamak arasında kararsız kaldığı dönemleri öyle bir anlatım vardı ki sanki pazardan elma alacak da alsam mı almasam mı kararsızmış gibiydi. Mae, vampir bir kadın olmasına rağmen Alice'e kaybedeceklerini gösteriyor kızın aklında hala sıradan olmak mı vampir olmak mı çekincesi var. Mae kardeşini, normal hayatın güzelliklerini gösteriyor Alice başka şeylerin kafasını yaşıyor. Yemin ediyorum sarsıp kendine getiresim vardı. Bütün bu olumsuzlukların arasında Alice, Peter ve Jack arasındaki ilgi çekici gizem kitabın en çarpıcı özelliğiydi. Hep bir aşk üçgeni mi diye düşündüm. Genelde rahatsız olmam eğer ki kardeş değillerse ama burada kardeşler ve bu rahatsız eder mi tereddüdüyle okudum ama düşündüğüm gibi bir aşk üçgeni değildi. Bambaşka bir gizem varmış içinde. Ben de bu gizemi çok sevdim. Bence diğer vampir türlerinden biraz ayırmıştı. Jack, evet Alice aşıktı ama Peter'ın durumu daha farklıydı. Bunu nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum ama sanırım en iyi örnek Alacakaranlık serisinde Jacob'ın Reneesme'ye mühürlendiği nokta vardı ya işte öyle bir çekimdi Peter ve Alice arasındaki ilişki. Sonucu nasıl olur bilemiyorum bunu nasıl çözerler bilemiyorum çünkü gelecek kitaplarda göreceğiz bunu ama içimden bir ses bir sonraki kitabın daha heyecan verici olacağını söylüyor. Jack'i evet çok sevdim ve bütün bu kötü karaktermiş gibi görünmesine rağmen aslında iyi karakter olan Peter'ı da çok sevdim. Sanırım kitapta tek sevmediğim Alice oldu. Ama cidden çok uyuzdu. :) Neyse çok uzatmayayım, serinin ilk kitabı olmasından dolayı başlardaki durgunluk diye düşünüyorum genelde seriye giriş olan ilk kitaplar bir tık daha ortalama oluyor bu yüzden serinin devamını heyecanla bekleyeceğim. Umarım Artemis uzun süre bekletmez bizi. Fantastik kitapları ve özellikle vampir kurgularını seviyorsanız bence deneyebilirsiniz :)