https://illekitap.blogspot.com/2019/09/sabahattin-ali-kurk-mantolu-madonna.html Sabahattin Ali'nin okuduğum ikinci kitabı ve insanların bu kitaba neden ölüp bittiğini çok iyi anladım okuduğumda. Şimdiye kadar okuduğunuz aşk romanlarını bir kenara bırakın ve Kürk Mantolu Madonna'yı bir kenara bırakın. Bir terazi düşünün bütün romansları bir kefeye koyun, diğer kefeye tek başına bu kitabı koyun yine de bu kitap ağır basar. Öylesine mükemmeldi. Maria Puder ve Raif Efendi'nin muazzam, hayran olunası aşkı... saf, temiz, güçlü... okunmadan anlatılamaz bence bu aşk, bu yüzden okuduğunuz zaman anlayacaksınız. Hangi yaş aralığında okursanız okuyun kendinize bir şeyler çıkarabileceğiniz bir kitap. Karakter analizleri, düşünceler, davranışlar, sözler... Her şey o kadar mükemmel bir şekilde yazılmış ki, işte edebiyatımız bu dedirtiyor. Maria Puder ile Raif Efendi'nin arasındaki arkadaşlık, diyaloglar ve onların anlatımı o kadar samimi, içten, duyguları okura hissettiren şekilde kaleme alınmış ki her şey olması gerektiği gibi hissettiriyor. Sadece bazı yerler çok klişe geldi, Maria Puder'in sonu, Raif Efendi'nin sonu, arada bazı olaylar ama düşününce de ne klişe değil ki? Özellikle bu kitapta o kadar muntazam duruyor ki yadırgamıyorsunuz. Bu tür kitaplara dair çok fazla yorum yapmaya gerek yok diye düşünüyorum. Bazı kitapları anlatabilirsiniz ama bu tür kitapları anlatamazsınız. Okumanız ve anlamanız gerekir bu yüzden sizlere bu kitabı okumadan geçmeyin diyorum. Tavsiye etmek... bence bu kitap tavsiye edilemez. Çünkü bu kitabı okumak zorundasınız, ne yapın ne edin okuyun. Bazı kitaplar insanların hayatlarına küçük dokunuşlar yapar bu kitap kocaman bir dokunuş yapacak ve asla unutamayacaksınız. Bu kitabın bende iki farklı basımı var. Biri Koridor Yayınları basımı biri de Yapı Kredi Yayınları basımı. Bu yüzden her ikisinin kapağını da paylaşıyorum :) Ancak ben Koridor Yayınları'ndan okudum diye de not düşeyim :D
https://illekitap.blogspot.com/2019/09/moira-young-asi-yurek-toz-diyar-2.html Son hız Toz Diyarı serisine devam ediyor ve serinin ikinci kitabı Asi Yürek yorumu ile karşınızdayım. İlk kitapta kaldığı yerden devam ediyor seri. İlk kitabın sonunda Saba, erkek kardeşini Tontonların elinden kurtarıyordu ve Jack, Fırtına Kuşağına giderken Saba, Emmi ve Lugh da kendi yollarını çizerek gidiyorlardı. Ancak olaylar pek de onların istediği gibi gitmiyor ve hayat planlara uymuyor ne yazık ki. ________________________________________ Jack, Molly'e Ike'nin öldüğünü söyleyeceği zaman Tontonların eline düşüyor, onlarla beraber çalışmaya başlıyor ve onların arasında yer alıyor. Saba öldürdüğü kişilerin ruhlarıyla savaşırken bir yandan da Jack'in yolunu gözlüyor. Lugh'un yaşadıkları ile baş etmeye çalışırken çok iyi tanıdığı kız kardeşi Saba'nın yeni kişiliğiyle çözmeye çabalıyor. Bütün bu olayların arasında yol onları planladıkları yöne değil de bir isyanın ortasında bırakıyor. Üstelik burada DeMalo'yu da çok sık görüyoruz. Özellikle kitabın sonunda oldukça boy gösteriyor. Yaşadıkları ve hayatta kalma savaşları ile değişen, olgunlaşan ve amaçları farklı yönlere giden Lugh ve Saba'nın iki kardeş olarak birbirleriyle iletişimleri, birbirlerini çözme çabaları ve geçmişlerinde sırları ikisinin zaman zaman aralarını açıyor. Jack'in yaşadıklarını ise... sadece tahmin ediyoruz. Neden Tontonların arasına dahil oldu, amacı neydi, hepsini kitabın sonunda okuyoruz ve Jack ile daha başka sırlarda ortaya dökülüyor. Maev, Bram, Cassie, Molly, Creed hepsi bence okunmakta zevk alınacak güçlü karakterlerdi. Özellikle Maev'in yaptıkları... çok iyiydi. Emmi her zamanki gibi hiçbir şey kaybetmeyen, kendi inandıklarıyla hareket eden bir karakterdi ve sanırım kitabın en sevilesi karakteri de o. Tommo, bu kitapta beni çok şüphelendirdi. Nedense içimden bir ses aralarındaki hain o olacak diyor. Saba'ya içten içe aşık olması ve onun Jack ile olma çabası Tommo'yu ihanet etmesine sürüklemesinden şüpheleniyorum. Ve kitabın asıl adamına gelelim. DeMalo... bu adam ilk kitapta çok gizemli ve ilgi çekici gelmişti bana ama bu kitapta onu tanımak, okumak muhteşemdi. Özellikle DeMalo'yu Saba'nın yanında okumak... adam resmen bütünüyle sadece bir erkek gibi göründü. Ayrıca amaçları, hedefleri çok güzel ama yöntemleri biraz olmamıştı. Yanlış yolla doğru yöne gidiyor. Kitabın en şaşırtıcı noktası Saba ile DeMalo arasında olanlardı. Okuyunca anlayacaksınız şimdi spoiler vermeyeyim ama okurken sürtüksün Saba dedim. Kitap yine şimdiki zamanda yazılmıştı bu seri hep bu türde bir anlatıma sahip sanırım. Okurken alışıyorum ve yadırgamıyorum diye düşünüyorum çünkü ilk kitap kadar rahatsız etmedi beni. İlk kitaptan daha iyiydi bence, genelde serilerde ilk kitaplar başlangıç olduğu için bir tık geride kalır diğer kitaplara göre bunda da öyleydi sanırım. Distopya türünü severlere tavsiye ederim :)
https://illekitap.blogspot.com/2019/09/moira-young-kan-krmz-yol-toz-diyar-1.html Çıktığından beri elimde olan ve heyecanla okumayı planladığım bir kitaptı Kan Kırmızı Yol. Basım tarihi 2015 olduğu düşünülürse 4 yıldır okunmayı bekliyor neden ertelemişim bilmiyorum ama geç olsun güç olmasın diyerek okudum ve seriyi peş peşe okumayı planlıyorum. Açıkçası aşırı derecede beklentiyle ve seveceğimi, tapacağımı düşünerek başladım kitaba ama öncelikle anlatımı beni hayattan soğuttu. Kötü olduğundan değil sadece şimdiki zamanla yazılmış kitapları sevmiyorum, beni yoruyor ve çok koparıyor kitaptan bu yüzden kitaba kendimi kaptıramadım. Kitabın kurgusu çok iyiydi, akıcıydı da ve ara ara durgun gibi görünse de aksiyon ve hareketli kısımları tam doruk noktasına çıkarıyordu kitabı ve o sayfaları okurken inanılmaz zevk aldığımı dile getirmeliyim. Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; Saba, babası, ikizi ve küçük kardeşi Emmi ile yaşadığı sıradan hayat birden tepetaklak olur. Kışın doğmuş olan Saba ve ikizi Lugh'ın geleceği ve hayatı büyük bir tehdit altındadır. Güneş Kralı olarak biline kral kış çocuğunu yaz ortasında kurban edip ömrünü uzatacağına inanarak Lugh kaçırır tabi ondan iki saat sonra doğmuş olan Saba'nın varlığından haberi bile olmadan. Saba da Lugh'a söz vererek onu bulmaya peşinden gider. Kitap bir noktada Saba'nın Lugh'u bulma yolundaki hayatını anlatıyor. Ama tabi klasik serüven hikayesi değil. Hiç sevmediği küçük kız kardeşi Emmi de onun peşinden yollara koyulduklarında Emmi'ye karşı duyguları değişiyor. Edindikleri arkadaşlıkları ile dostluğun ne olduğunu öğreniyor ve aşkı tadıyor. Yolculukları sırasında Saba ve Emmi tuzağa düşüp Ümitkent'te dövüşüne zorlanıyor. Emmi rehin olduğu için kardeşini hayatta tutabilmek için dövüşmek zorunda kalıyor. Orada ilk kez aşık olduğu Jack ile tanışıyor ve sıkı dostluklar ediniyor. Ümitkent'ten özgürlük şahinleri grubu sayesinde kaçmayı başarıyor ve Lugh'un peşine düşüyor tekrardan. Ama tehlikeler ve heyecanlar peşini bırakmıyor. Tam kitap duruldu dediğiniz zaman bir olay daha patlak veriyor. Aslında yazar cidden çok güzel bir dünya yaratmış ve anlatım dili şimdiki zaman olmasaymış muhteşem bir kitap diyebilirdim. Emmi ile Saba'nın diyalogları, birbirlerine tavırları, duygularını okumak çok güzeldi. Saba'nın büyümesi, olgunlaşması gerekiyordu ve Emmi'nin kıymetini bilmesi... Lugh'un kaçırılması ve bütün yaşadıkları onu tam da olması gereken kişiye dönüştürdü. Emmi'nin yaşına göre korkusuz olması, asiliği falan çok güzeldi. Jack... süper bir karakterdi. Saba ile olan diyaloglarında ve onunla olan tavırlarında bazen ikisinin de ergen tribinde olduklarını düşündüm ama farkına vardım ki zaten ergen olacak yaştalar :D Dövüş sahneleri, kaybedenlerin linç edilmesi, Ümitkent'ten kaçışları, cehennem solucanlardan kaçışları, Kral ile dövüşmeleri... her şey o kadar iyiydi ki en çok o sahneleri okurken heyecanlandım diyebilirim. Özellikle son sahnede Lugh'u kurtardıktan sonra olanlar süperdi. Kitapta en çok ilgimi çeken DeMalo oldu. Fazla gizemliydi ve öyle bir güce sahipken neden kralın sağ kolu rolündeydi anlamadım. Ancak altında çok büyük bir gizem yatıyor diye düşünüyorum. O gizemi çözmek için seriyi peş peşe okumayı da planlıyorum. Kitap çok güzeldi, cidden kurgusu, olay döngüsü, karakterler her şey çok iyiydi. Ancak anlatım dili tek eleştireceğim nokta çünkü en sevmediğim yazım tarzı diyebilirim. Eğer distopik,, bilim kurgu hikayeleri seviyorsanız bir deneyin derim.
https://illekitap.blogspot.com/2019/08/nora-roberts-gorkemli-olum-olum-serisi-3.html Ölüm Serisi'nin 3. kitabı da okundu bitti. Şunu söylemeliyim ki sanki her bir kitap bir öncekinden daha iyi ve her bir kitapta Roarke kendine okuru daha da aşık ediyor :) Her ay bir ya da iki tane okuyarak bu serinin yayınlanmış olan kitaplarını bitirmeyi amaçlıyorum ve bu ay sanırım bir tane okuyarak bırakacağım artık önümüzdeki ay daha fazla okurum inşallah. Roarke ve Eve'in hikayesi soluksuz bırakmaya devam ediyor. 2. kitabın sonunda Roarke, Eve'ye evlenme teklif etmişti ve şimdi evliliklerine sayılı zaman kala Eve'in hayatını etkileyecek bir cinayet davasına bakması gerekiyor. Çok yakın arkadaşı Mavis o cinayet davasının baş zanlısı. Eve hem Mavis'in suçsuzluğunu kanıtlama çalışıyor hem de evlilik hazırlıkları gerginliğini yaşıyor hem de hala işlenmeye devam eden cinayetlerin bağlantılarını kurmaya çalışıyor. Bütün bunların yanında hatırlamadığı geçmişi su yüzüne çıkmaya karar vermiş gibi Eve'in hayatını mahvetmeye çalışıyor. Eve'in bu sefer çok daha zor bir dava üzerinde çalıştığı değişmez bir gerçek çünkü sadece mantığıyla değil bu sefer duygularıyla da baş etmek zorunda kalıyor. Eve ve Roarke'ın aralarındaki iletişim ve birbirlerini anlamaları muhteşemdi. Özellikle Roarke'ın sevgisi, sevdiği kadını dört dörtlük tanıması, onun istediği şeyleri daha söylemeden bilebiliyor olması muhteşem. Bütün bunların yanında onun için yaptıkları ise... offf Roarke keşke senin gibi başkaları da olsa da onları da biz alsak dedirtiyor. Üstelik itiraf etmeliyim ki bazen sanki bütün ipler Eve'in elindeymiş gibi davranıp da aslında her şeyin kendi kontrolünde olduğu tavırları var ya... offf Roarke... resmen senden sonra bütün erkekler senin kalitesiz çakmanmış gibi geliyor. Eve'i anlatmaya gerek yok bence. Şimdiye kadar okuduğum en güçlü kadınlardan biri açıkçası. Mavis'in davası boyunca çabalaması, hem duygusal hem mantık olarak karmaşalarına rağmen ayakta kalıp ona olan güvenleri boşa çıkarmamaya çalışması muhteşemdi. Büyün bu cinayet ciddiyetinin yanında düğün hazırlıklarını okumak bence kitabın en eğlenceli kısımlarıydı tabi bir de Eve ile Roarke'ın iletişimi de var. Cinayet yine hiç tahmin edilemeyecek kişi tarafından işlendiği ortaya çıktığında bir kez daha anladım ki Nora Roberts okuyorsanız katili tahmin etmeye çalışmamalısınız. Kitabın polisiye kısmı çok güzeldi ve güçlü bir kurguyla cinayetlerle anlatılmış işlenmişti. Bunun yanında ise, romantizm ve aşk anlatılmaz yaşanır boyutundaydı. Bu kadın bence yazar olmanın hakkını çok iyi veriyor. Keşke şu seriyi Epsilon yayınlamaya devam etse demekten başka çaremiz yok ne yazık ki. Eğer bulabilirseniz mutlaka bu seriye el atın bulamazsanız da bence Epsilon'a yeni basımlar için baskı yapın derim ben.
https://illekitap.blogspot.com/2019/08/larissa-ione-reseph-mahserin-dort-atls-4.html Vee Mahşerin Dört Atlısı serisinin yayınlanmış son kitabı Reseph'de bitti. Normalde bu ay okumayı planlamıyordum ama dayanamadım. Çünkü 3. kitap Thanatos öyle bir bitti ki okumamak mümkün değildi ve bende hemen okudum. İddia ediyorum ki 4 kitabın en iyisiydi Reseph. Serinin başından beri kötü, lanet olası bir pislik olarak okuduğumuz, kardeşlerini öldürmeye çalışan, sevdiklerine zarar vermeye çalışan biri olarak tanıdık ve bu kitapta mührü kırılmadan önceki Reseph'i gördük. O Reseph, Thanatos'un en başından beri kardeşinin mührünü tamir etmeye çalışmasının sebebini, Limos'un hep hatırladığı ve kıyamadığı kardeşini tanımamızı sağladı. Evet, mührü kırılmadan önceki Reseph muhteşem bir varlıkmış. Direk yoruma girdim ancak kısa bir özet geçeyim istiyorum size; Mahşerin Dört Atlısı serisinin 4. kitabı Reseph. 3. kitap Limos'un sonunda cehennemden Reaver sayesinde hafızası silinerek kaçırılmış ve ıssız bir yere gönderilmişti. Bu kitapta Jillian, karların arasında kalmış Reseph'i buluyor ve her ne kadar tedirgin olsa da adamı evine götürüp yaşamasına yardımcı oluyor. -Reseph'in ölümsüz olduğunu bilmiyor tabi ki- Reseph kendine geldiğinde adından başka bir şey hatırlamıyor. Bulanık bir şekilde iç güdüleri kimle nasıl savaşacağını, neyi nasıl kullanacağını bilse de geçmişini hatırlamıyor. Ancak Reseph'in kaçtığı ve bir yerlerde hayatta olduğu öğrenildiğinde cehennemdeki iblisler, Aiges ve kardeşleri peşine düşüyor. Bir sabah kardeşleri onun izini bulup, yanına geldiğinde bütün geçmişi su yüzüne çıkıyor. Salgın olarak değil Reseph olarak kardeşlerinin karşısında duruyor ve Salgın'ın yaptıklarını her şeyi ile hatırlayarak acı çekiyor. Kendine zarar veriyor. Onun izini bulan, ele geçirmeye çalışan ve daha ası Lucifer, Salgın'ı tekrardan ortaya çıkarmaya çalışıyor olması Reseph, Jillian hayatını büyük bir sınavdan geçirirken Ares, Limos, Thanatos tekrar kardeşlerine güvenmekle güvenmemek arasında bir karar vermek zorunda kalacaklardır. Bu kitap kesinlikle daha nefes kesiciydi. Diğer kitaplarda heyeca, aşk, erotizm, romantizm ve savaş vardı. Ancak bu kitapta tüm bunların yanında pişmanlık, acı, tereddüt, güvensizlik ve tekrar aile olabilme savaşı da vardı. Bu yüzden belki de serinin en iyi kitabıydı benim nazarımda. Reseph'in Salgın iken yaptığı tüm o kötülükleri, ailesine verdiği zararları hatırlayıp kendini affedememesi, kardeşlerinin ona bir şekilde yardım etme çabaları çok güzeldi. Ancak Ares, Limos ve Thanatos beraberken Reseph'e duydukları güvensizlikle kendi ailelerine yaklaştırmamaları ise... yürek burkucuydu. Kimse onları bu davranışlarından suçlayamazdı belki ama yine de Reseph açısından çok fenaydı. Jillian ile aralarındaki aşk süperdi. Bu seride en sevdiğim şeylerden biri de aşktan kaçmak, inkar etmek yerine kabullenmeleri ve savaşmalarıydı. Bu kitapta da vardı bu durum. Reseph'in Salgın iken yanında olan bütün iblisleri temizlemesi, sonunda Lilith ile karşılaşması ve sonucu beklemedik bir şeydi. Ama en beklenmedik şey ise Reaver'in hakkındaki gerçekti. Muhteşemdi. Hep bekledim Reaver'dan muhteşem bir atılım. İşte o atılımı bu kitapta gördük. Sebepsiz değilmiş bu dört atlıya bu kadar bağlı ve sadık olması, yardım etmesi. Harvester'in yaptığı son şey ve kendini feda eder tavrı... Satan'ın kızı olması... sürpriz detaylardı. Kitabın sonunda Lucifer ile olan yüzleşme ve hepsinin Reseph'e güvenmesi... bence kitabın en çarpıcı satırlarıydı. Keşke bu seriye devam etselerdi çünkü Reaver yine kitabın sonunda Harvester için bir şeyler yapmaya çabalayacak bunun sinyalini verdi ve o satırları okumayı isterdim ama ne yazık ki devamı yok. Ancak Reaver'ı kesinlikle okumayı planlıyorum ve muhtemelen orjinal dilden okuyacağım çünkü bu seri çok güzel ve bence okunmalı. Bu arada bu seri Mahşerin Dört Atlısı serisi ama aynı zamanda Demonica serisine de ait. Demonica serisinde ise bu dört kitap boyunca tanıdığımız karakterlerin hayatlarına da değiniyor. Muhtemelen Ares, Limos, Thanatos ve Reseph'i de okuyacağız bolca. Ben şahsen o serilere de el atmayı planlıyorum. Ben bu seriyi çok beğendim, cidden heba olan serilerden biri daha oldu ne yazık ki. Ama yine de okuyun, seveceksiniz.
https://illekitap.blogspot.com/2019/08/john-william-polidori-vampir.html Karanlık Kitaplık'tan beklediğim türde bir kitap olduğunu söylemeliyim. Melezler kitabının fiyaskosundan sonra bu kitabı cidden sevdim. Beklentimi karşıladı ve aradığım buydu dedim. Hem kapağının güzelliğine hem de kurgunun iyiliğine vuruldum diyebilirim. John William Polidori, Villa Diodati buluşmalarından birinde oluşturulan bir hikayeydi Vampir. Ancak bu hikaye daha sonra Lord Byron adıyla basılıyor. Hikaye de sonrasında başlıyor zaten. Vampir kurgusu nerede başlayacak diyorsunuz ancak öyle bir noktada başlıyor ve sonunda öyle bir detay veriyor ki tam tadında bırakıyor kitabı. Bence çok da güzel bir hikayeydi. Akıcıydı, kitabın hangi ara bittiğini anlamıyordunuz. Günümüz vampir hikayelerindeki gibi aşk meşk değildi kurgusu, tabi ki öyle bir beklentiniz varsa okumayın boşuna. Ayrıca korku diye düşünüp de beklentiye girmeyin bence korku değildi. Gizem vardı fazlasıyla belki aralarda gizemin verdiği ürperme olabilir ama daha fazlası yok. O yüzden korku diyerek okumayın beklentinizi karşılamaz. Ayrıca Gotik Edebiyatında da yer alan bir hikaye olduğunu da dile getirmeliyim. Bu tür kitaplara çok fazla detay verilerek yorum yazılmaz ancak şunu söylemeliyim ki beklediğimden daha iyi çıktı.
https://illekitap.blogspot.com/2019/08/stephen-graham-jones-melezler-karanlk.html Uzun zamandır İthaki Yayınları'nın Karanlık Kitaplık dizisini okumak istiyordum ve ilk olarak Melezler kitabıyla başladım. Bu diziye karşı beklentim çok yüksekti, isminden dolayı ürpertici, gerilim içerikli bekliyordum ancak bu kitapta ne yazık ki aradığımı bulamadım. Kitap, bir kurt adamın ergenlik dönemini ve dayısı, teyzesi ve dedesi ile olan ilişkisinden başlayıp hayatını konu alıyordu. Açıkçası kurt adam terimini duyunca aklımıza gelen aşk hikayelerinden olmayacağını biliyordum çünkü adı üzerinde Karanlık Kitaplık aşkın işi ne? Ama böylesine monoton ve tek düze bir hikaye de beklemiyordum. Kitap benim için akmadı, sürükleyici de değildi. Okurken sıkıldığımı zaman zaman yarım bırakma noktasına gelip de okumaya devam ettiğimi dile getirmeliyim. Anlayacağınız kitap benim için bir hayal kırıklığıydı ne yazık ki. Zaten ne anladın veya hatırlıyorsun deseniz hiçbir şey derim. O derecede sevemedim kitabı ve sıkıldım düşünün. Kitaba dair çok fazla bir şey diyemeyeceğim bu yüzden. Okuyacak olanlara da sabır diliyorum, bence beklentinizi de çok yükseltmeyin diyorum. Okuyup okumamak sizin tercihiniz okuduğunuzda sizler umarım beğenirsiniz.