https://illekitap.blogspot.com/2019/10/jack-london-vahsetin-cagrs.html Teee küçücük bir çocukken, henüz ortaokul çağındayken okuduğum bir kitaptı. Türkçe öğretmenimiz okutmuştu ve hala hatırlarım o zamanlar okuduğum satırları. Şimdi bir de yetişkinken okuyayım dedim. Biliyorsunuz bazı kitaplar her yaşta okunur ve farklı yaşlarda öğrendiklerin de bakış açında farklı olur. Bu yüzden bu kitabı amaan çocuk kitabıdır deyip geçmeyin okuyun. Jack London, küçüklüğümden beri favori klasik yazarlarımdan biridir. Hiçbir zaman okumaktan sıkılmamışımdır kendisini. Vahşetin Çağrısı'nı okurken de sıkılmadım. Kitap her ne kadar bir köpeğin -Buck- rahat, ev bildiği yerden alınıp vahşi hayatta, işkence, zorluklar, sefalet, yer geldiğinde açlıkla, yeri geldiğinde dayakla karşılaşmak zorunda kaldığı, boyun eğmeyi kabullenmeyip liderlik için savaştığı bir hayata atılışını anlatsa da bunun altında bir canlının doğasına aykırı davranılmayacağını, içinde yanan ateşin harlamak için küçük bir kıvılcım beklediğini, sevginin, sadakatin, saygının, merhametin, yaşanılan acımasız dünyada ne kadar değerli olduğunu anlatıyor. Evet, başlarda Buck'ın acımasız dünyada hayatta kalma savaşını, liderlik savaşını ve ehlikeyif hayattan dondurucu soğuklarda, açıklıkla ve işkencelerle baş edebilen bir kızak köpeğine dönüşmesini anlatıyor. Ama bunun yanında Buck'ın yeni sahibine kaşrı duyduğu sevgiyi, merhameti ve onun için göze alabileceklerini de anlatıyor. Bir de... senin doğanda vahşilik varsa ne kadar evcilleşirsen evcilleş doğana karşı gelemezsin. Orası hep seni çağırır. Kendi türü, doğası Buck'ı çağırırken sahibine karşı duyduğu sevgi ve saygı onu her seferinde geri getirse de içgüdüleri bir baş kaldırışta. Çok severek okuduğum, köpek ya da insan fark etmeksizin aslında ne kadar da acımasız, vahşi olabileceğini gördüğüm bir kitaptı. Türün ne olursa olsun içindeki merhameti, sevgiyi ve saygıyı öldürmedin mi karşındakinden de onu görüyorsun. Bunun en iyi örneğiydi bence bu kitap. Thornton, Buck'ı sevdi, saydı, merhamet gösterdi. Buck'a ona aynı şekilde karşılık verdi. Tavsiye ederim mutlaka okuyun.
https://illekitap.blogspot.com/2019/10/sylvia-day-gunaha-davet.html Sylvia Day'in okuduğum ilk kitabı olmasının yanında ikinci kez okuduğum ilk kitabı aynı zamanda. Üzerinden onca zaman geçti ki bari dedim tekrar okuyayım hazır Sylvia Day okuyorken. Yorumumu da güncelleyip sizlerle paylaşayım. Historical romans okumaya ilk başladığım dönemlerde okumuştum ve içerisindeki karakterlerin aykırılıkları aslında aykırılık değil de farklılıkları ve kadınları da erkekler gibi arzulu, ne istediğini bilen ve istediğini elde etmeye hevesli yazması ilk okuduğumda rahatsız etmişti ama şimdi okuduğumda hiç rahatsız olmadım çünkü bu türde hep kadınların masumluğuna değinirken erkeklerin her çiçekten bal alır modda olmasını okuyorduk. Sylvia Day ise buna bir dur diyerek farkını ortaya koyup kadınları da aynı ölçüde arzulu ve sevdiği erkeği elde edebilecek güçte yazması çok iyiydi. Bu hoşuma gitti. Sylvia Day'in kitaplarının en sevdiğim özelliği de bu zaten. Diğer kitaplarındaki gibi akıcı, sürükleyici, aşk ve erotizm dolu bir kitap olmasının yanında kardeşlik, aile kavramlarına da değinmesi çok güzeldi. Diğer serisiyle kıyaslandığında bir tık daha erotizme odaklıydı ama bunu da Alistair'in şehvetine düşkün bir adam olasına yoruyorum :) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Jessica evlilik arifesindeyken Alistair'den etkilenmeye başlasa da henüz Alistair'in delikanlı olması ve Jessica'nın ondan iki yaş büyük olup evlenmek üzere olması ondan uzak durması için yeterliydi. Ancak Jessica düğününden bir önceki gece ormanda köpeğini gezdirirken Alistair'i bir kadınla seks yaparken görmesi içinde bastırdığı duyguları dışarı vururken o gece her ikisinin de hayatında unutulmaz bir anı olarak yerini almak üzeredir. Jessica evlenip, mutlu bir evliliği varken eşinin hastalanarak ölmesi üzerine geçen bir yılın ardından kocasının kendisine bıraktığı eve gitmek için bir gemi yolculuğuna çıkar. Yolculukta Alistair ile karşılaşan Jessica yedi yıl sonra karşısında Alistair'i görmesi içinde bastırdığı arzuları ve duyguları gün yüzüne çıkarır. Alistair ise delikanlılığından beri hayran olduğu, sevdiği ve arzuladığı Jessica'yı bu sefer elinden kaçırmamak için elinden geleni yapacaktır. Jessica ise bütün kusurlarına rağmen kendisini kabul eden Alistair ile mutluluğu için savaşmaya hazırdır. Sylvia Day'in en sevdiğim özelliği hiçbir zaman mükemmel karakterler yazmıyor olması, hep bir kusurları var. Her an her yerde karşımıza çıkabilecek insanlarda olabilecek özellikteler. Bu hoşuma gidiyor. Alistair'in geçmişini açık yüreklilikle Jessica'ya anlatması, Jessica'nın her şeyi anlayışla karşılaması, aralarındaki romantik anlar, kabullenmeler ve vazgeçilmez bir aşk olması çok güzeldi. Alistair ve Jessica haricinde en sevdiğim çiftte Michael ve Hester oldu. Hester, Jessica'nın kız kardeşi ve Michael da hem Alistair'in en yakın arkadaşı hem de Jessica'nın ilk kocasının kardeşi. Onların aşkı bence Jessica ve Alistair'in aşkından daha büyüktü. Michael çok güzel sevdi ve sevgisini çok güzel yaşadı kitabın sonunda onları da mutlu sonun bekliyor olması çok güzeldi. Kitabın özellikle son 50 sayfası çok güzeldi. Jessica ve Alistair'in Londra'ya gelmesi ve sonrasında yaşananlar. Su gibi aktı diyebilirim. Kitabı ben çok sevdim. İlk okuduğumda yadırgadığım yerler bu sefer bana hiç de tuhaf gelmedi. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ben kitabı çok sevdim. Keşke yazarın daha fazla kitabını çıkarsalar. Ayrıca söylemem gerek ki kitap erotik romans olarak da geçer bu yüzden bu türü sevmeyenler hiç okumasınlar.
https://illekitap.blogspot.com/2019/10/merryliss-taylor-ve-ask-sct.html İtiraf ediyorum oldukça değişik ve ilginç bir kitap okudum. Genel olarak kişisel gelişim tarzında bir kitap olsa da aklınıza o klasik klişe kişisel gelişimler gibi olduğu gelmesin sakın. Çünkü bu kitap cidden çok farklı. Yazarın okuduğum ilk kitabı bir FQ adında bir kitabı varmış. İlginç ve değişik bir anlatım tarzı vardı. Zaten kitabın adından anlaşılacağı üzere oldukça da aşk adı altında aslında insanoğlunun aklından ya da bilinçaltından ya da imalarda neleri düşündüğünü anlatıyordu. Güldüğüm, eğlendiğim satırlar olduğu gibi abartıyorsun ama dediğim satırlarda oldu. Bazen de öyle bir şey okudum ki kesinlikle haklısın ya aynen öyle oluyor dediğim çok fazla satır da oldu. Açıkçası kitabı okurken insanların kendilerine ve karşılarındakilere itiraf edemediği ya da söylemekten çekindiği bir çok şeyin "aşk" adı altında farklı ya da daha süslü kelimelerle veya cümlelerle dile getirdiğini çok net bir şekilde gördüm. Bu yüzden hak verdiğim çok fazla satır oldu. Kitaba dair söylenecek çok fazla bir şey yok ama kesinlikle oldukça geniş bir bakış açısı kazandırdığı da değişmez bir gerçek bence. Deneyin bu kitabı derim. Ahh bir de kitabın sonunda Benjamin ile ilgili olan kısım doğruysa bravo valla dedirtti. Ben yapsam o seviyeye gelince bütün kadınlar benim diyen abazanın teki çıkar karşıma kesin. Bence sen şanslıymışsın ;)
https://illekitap.blogspot.com/2019/10/lori-nelson-spielman-ask-pesinde-bir-yl.html Uzun zamandır elimde olan bir kitaptı ve aşk kitabı olduğunu düşünerek okudum. Açıkçası ismine bakıldığında aşık olduğu kadının veya adamın uğruna yıllarını harcamış aşık bir insan bekliyordum. Ya da onun gibi bir şey... olmadı o türevde bir şey ama kesinlikle böyle bir kurgu beklemiyordum. Bu konuda yayınevine yadırgadım açıkçası çünkü kitabın orijinal adına bak, kurgusuna bak ve bir de adına bak. Bir kitaba bu kadar alakasız bir isim konulurdu. Kitabın ismine kesinlikle aldanmayın size bir aşk romanı sunmuyor. Tamam içerisinde aşk var ama ana tema aşk değil. Yazarın kurgusunu sevdim ve açıkçası annesine tapan bir insan olduğunu da düşünmedim değil çünkü annesini seven bir kız evlat olarak bu tür bir durumda ben kalsam sadece okurken bir sinirden ve öfkeden köpürürken Brett'in duyguları ve davranışları beni şaşırttı. Bu yüzden yazarın annesine taptığını düşünüyorum :) Kitabın durağanlığını falan es geçersek aslında kurgusu oldukça akıcı ve sonunun nereye gideceğini merak ediyorsunuz. Kitabın konusuna kısaca değinmek gerekirse; Bir kozmetik devinin tek kız varisi olan ve yengesi ile beraber şirkette çalışan Brett, annesi öldükten sonra şirketin başına geçeceğini sanmaktadır. Ancak annesinin vasiyeti açıklandıktan sonra ve şirketin başına yengesi geçerken iki ağabeyine oldukça tatmin edici miraslar kalırken Brett'in eline henüz 14 yaşındayken kendisinin yazdığı ölmeden önce yapılacaklar listesinin miras kaldığını ve listedeki her maddeyi yerine getirdikten sonra mirasını alacağını söylemesi Brett'in hayatına resmen bir tokat gibi çarpar. Brett'in hayatı tamamen değişir bundan sonra. Listedekileri yapmaya başladığında sevgilisinden ayrılan ve ardından sevgilisini en yakın arkadaşıyla basan Brett bir işsiz, beş parasız açıkta kaldığında hayata daha da sıkı tutunmaya başlar ve listenin maddelerinden biri olan öğretmenlik işini ciddiye alır. İşte bu durumda hayatı oldukça değişir. Kitabın Brett'in özel öğretmenliğe başlamasıyla açıldığını düşünüyorum. Daha bir ilgi çekici geldi. Dr. Garret Taylor ile sohbetleri, annesinin avukatı Brad ile arkadaşlığı ve ağabeyinin ayarladığı Herbett ile ilişkisi... her şey oldukça karmaşık ve tatminsiz hissettirirken Brett'in hayatındaki tek güzel şey öğrencileri, sığınma evindeki yeni küçük arkadaşı ve gerçek babası ile mükemmel ilişkisiydi. Herbett'ten ne zaman ayrılacak diye beklerken hep Brad'le beraber olacak dedim. Ama biliyorum spoiler olacak ama Dr. Taylor büyük sürpriz oldu çünkü beklemiyordum ve umudu kesmiştim. Küçük Austin okurken benim bile yüzümü gülümsetti diyebilirim. hamile kalmak, doğurmak büyük bir şey olabilir ama bir bebekle, kendi canından olmayan, kimsesiz sahipsiz bir bebekle bağ kurup ona anne olmak... işte gerçek annelik... Brett'in yaptığı bu şey çok güzeldi. Dr Taylor ise, daha ilk konuşmalarında ben ondan hoşlanmıştım neden onunla bu kadar geç karşılaştı Brett anlamadım. Bence ilk ona fırsat vermeliydi. Ağabeyi Joad'ın tavırlarına yeminle sinir oldum. Hep Brett'in bir şeyleri kendilerince haklı çıkarma çabası ve biraz da Polyannacılık yapmasına sinir oldum. Arkadaş ağabeyin sana sahip çıkması gerekirken resmen seni hep bir şeyler konusunda sürünmeni ister gibiydi. Mutlu olmanı pek istemiyor gibiydi. Her neyse bu kitap o son 50 hatta son 100 sayfa için bile kesinlikle okunurdu. Dediğim gibi pek ismine aldanıp da aşk romanı beklemeyin, çünkü değil. Bir kadının vazgeçtiği hayalleri yerine getirmesini konu alan aile ilişkilerine, arkadaşlıklara ve aşka değinen bir kitap. Yani bir yerde klasik çağdaş kadın edebiyatı dediğim türdeydi.
https://illekitap.blogspot.com/2019/10/sylvia-day-kskrtc-cazibe-georgian-4.html Bu kadının kitapları cidden hoşuma gidiyor. Çünkü historical romanslarda alışılagelmişin dışında kadın karakterleri oluyor. Dolayısıyla onları okumak da ayrı bir zevkli oluyor. Yazarın Georgian serisinin 4. kitabı Kışkırtıcı Cazibe ve diğer kitaplardan tanıdığımız Simon'ın hikayesini anlatıyor. Ama ne anlatıyor... okuduğunuzda bayılacaksınız. Serinin diğer kitapları gibi bu kitapta da hareket, gizem, ekşın kısmı vardı ve ben bu tür kurguları severim. Sırf aşk ya da sırf hareket değil bunların harmanlanmasını çok severim. Ama güçlü bir şekilde harmanlanmalı. Sylvia Day'da bunu muhteşem bir şekilde yerine getirmiş. Kısaca konusuna değinmek gerekirse; Simon Londra'daki bütün sorunları çözdükten sonra Lysette ile Paris'e doğru yola koyulurlar. Amacı Lysette'yi teslim edip kendi adamlarını kurtarmaktadır. Bu onun son görevi olacak ve sonrasında ajanlıktan sıyrılıp özgürlüğüne kavuşacaktır. Ancak hayat kimsenin planlarına göre akmadığı için Simon'ın planlarının hiçbiri yerine gelmiyor. Çünkü Eddington, Simon'a son bir görev veriyor ve yapmazsa bütün servetine el koyacağını dile getiriyor. Simon istemsizce yeni bir görevin içine girdiğinde bu görevin onu aşka götüreceğini tahmin etmiyordu. Simon, katıldığı baloda Lysette olduğunu sanarak Lynette köşeye sıkıştırdığında o kadının bütün hayatını değiştireceği ve asla sahip olamadığı ev, aile olgusu haline geleceğini düşünemiyordu. Lynette, iki yıl önce kaybettiği ikizinin yasını tutmaya devam ederken katıldığı baloda Simon'la karşılaşıp da ona ikizinin yani Lysette'in adını söylediğinde içinde ikizinin yaşadığına dair umutlar belirir ve bu umutları bir tek Simon sonuçlandıracağı için onun peşine düşer. Tabi Simon ile Lynette arasındaki cinsel çekim, arzu yerini vazgeçilemez bir aşka bırakırken Lysette ve Lynette arasındaki ilişki ve bütün bunların ardında hatta geçmişinde yatan sırlar bir bir ortaya dökülürken olaylar hiç de tahmin edilemez yerlere doğru gider. Lysette hatırlamadığı geçmişi kapısını çaldığında ve ailesiyle karşı karşıya geldiğinde olaylar zirve yaparak nefes kesici şekilde aktı gitti. Kitapta en sevdiğim şey, olay döngüsünün muhteşem bir güçle kurulması, uzunca bir süre olan intikamın yerlerine çok iyi oturtulmasıydı. Hareket, dövüş ya da olaylar sonlanırken yaşananlar nefes kesen bir kurguydu. Çok sevdim. Lynette'in alıştığımız Vikont kızlarından değil de güçlü, ne istediğini bilen ve istediği şey konusunda inatçılık ve kararla peşine düşen bir genç kadın olması süperdi. Kendi onurunu ve dedikoduları hiçe sayarak aşkın peşinden gitmesi müthişti. Philippe ve Marguerite'nin aşkları bence kitabın en büyük aşkıydı. 23 yıl sonra bile nefeslerini kesen, birbirlerine özlemle bakan bir aşk... Onların sonunun iyi olması ise bence kitabın en iyi sonlarından biri olmasını sağladı. Kitabın sonunda yer alan bazı olayları tahmin etmiştim ama yine de okumak süperdi. Ben bu seriyi cidden çok sevdim ve her bir kitabın bir öncekinden daha iyi olması yazarın diğer kitaplarına mutlaka okuyacağım anlamına geliyor. Umarım Pegasus yazarı bırakmaz ve diğer historical romanslarını da çıkarır çünkü okumaktan zevk alacağım yazarlardan biri.
https://illekitap.blogspot.com/2019/10/demir-cark-seveceksin.html Sevip sevemediğime karar veremediğim, tamamen nötr kaldığım bir kitap ile karşı karşıyayım. Demir Çark'ın ilk okuduğum kitabıydı Seveceksin ve kesinlikle konusu insan psikolojisi diyebilirim. Zaman zaman sıkıldığım ama sonunun da nereye gideceğini merak ettiğim bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitabın konusu kısaca; genç bir kız, Pelin, kaçırılıyor ve onun psikolojisi üzerine yapılan baskılar, korkutmalar sonucunda kaçıran adamın, Demir'in hem kendini tatmin etme modu hem de Pelin'in kendisine aşık olup olmayacağını deniyor. Pelin, BDSM adı altında bağlanıyor, korkutuluyor, canı acıtılıyor ve psikolojisi yerle bir ediliyor. Demir'in ise buradan elde ettiği şey Pelin'in koşulsuz bir şekilde tek odak noktasının kendisi olması oluyor. Psikolojik kısımlarda biraz kişisel gelişim havası olmasaydı belki kitabı bir tık daha sevebilirdim. Çünkü ben hiç sevmem kişisel gelişim kitapları okumayı ve Seveceksin'de psikolojiye dair anlatımlar falan beni sıktı. Kitap da zaten kişisel gelişim temasında kurgulaştırılmış gibiydi ya da tam tersi. Demir ile Pelin arasındaki kurgu hep öyle devam etseydi kitap bence olduğundan daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Bir de herhangi bir olay yoktu. Durağandı... arada Pelin'in cezalandırılma sahneleri, fareler, soğuk oda, karanlık oda falan hareketliydi okumak ama genelde durağan bir kitaptı. Pelin'in son hamlesi, bence kitabın en şaşırtıcı noktasıydı. Gerçi böyle bir atılım bekliyordum ama beklentim konusunda da tereddüt yaşıyordum çünkü çok fena sindirilmiş ve korkutulmuştu Pelin. Ancak o sonu okumak kitabın benim için en tatmin edici detayıydı. Yazarımız olur da bu yorumu okursa umarım bana alınmaz ama kitaba dair düşüncelerim bunlar. Ne yazık ki benim tarzım değildi. Aslında o insan psikolojisine dair olan kısımlarda detaya bu kadar girilmese, ona dair birkaç sayfalık bölümler olmasa ve tamamen Pelin ile Demir'in macerasındaki kurguya odaklı, biraz daha hareketli bir kitap olsaydı sevebileceğim bir hikayesi vardı. Ama ne yazık ki şu durumda sevdiğim ve sevmediğim yerleri olan bir kitap olarak rafımda yerini aldı. Ancak itiraf etmeliyim ki hayatımda okuduğum en değişik kitaplardan biriydi.
https://illekitap.blogspot.com/2019/09/bihter-saatci-muhur-kran-gael-yaztlar-1.html Türk yazarların neden fantastik yazmamakta direndiğini anlamıyorum. Bence gayet güzel bu türün hakkını veriyorlar. Türk yazarlardan fantastik okudukça bu fikrimin daha da arkasında durur hale geliyorum. :) Bihter Saatçi, Mühür Kıran kitabıyla fantastik dünyaların kapısını bize açarken aynı zamanda Türklerin de gayet güzel bir şekilde fantastik kurgular yazabileceğini gösterdi. Kurgu süperdi, akıcıydı, merak uyandırıyordu ve bir de seri olması bence daha güzel oldu çünkü bu tür kurgular seriyken daha güçlü okay döngüsüne sebep oluyor bunu sevdim. Andramlılar, Dokuzlar, tüneller, savaş sahnesi, dostluklar, arkadaşlıklar, aşk... her şey güzel kurgulanmıştı. Kitabı genel olarak beğenmemin yanında bazı şeyler eksik gibiydi. Tam olarak ne eksik geldi çözemedim, belki diyalogların azlığıydı eksik hissettiğim çözemedim açıkçası ama okurken bir şeyler eksik geldi. Aslında serinin ilk kitabı olduğu düşünülürse ondan da öyle gelmiş olabilir. Kitabın son 150 sayfasını çok sevdim, tam benlik heyecan vardı. Ve neden hep Draal dediklerini, ejderlerle nasıl bağlantı kurulacağını merakla beklerken beklentimi karşılayacak bir olay döngüsü okumak hoşuma gitti. Tünellerdeki olaylar ve savaş sahnesi çok güzel kurgulanmıştı. Hereketi severim kitaplarda ve bu kitap daha ilk sayfadan hareketli başladı. Ara ara durgun gitse de genel olarak her an olay patlak vermesi çok güzeldi. Tüm bu olay döngüsünde beni en çok üzen ve şaşırtan Teena oldu. Söylemezsem içimde kalırdı, o sonu hak etmedi umarım 2.kitapta ona göre bir durum olur yoksa mutlu sonu severim ve Kyte mutlu sonu hak ediyor. Gerçi bu tür kitaplarda mutlulukla beraber acı da olmalı. Yoksa çok klişe olur ve şimdilik kitap klişeden uzaktı. Anlatıcan çok şey var aslında ama spoiler olmasın diye susmak en iyisi. Ama söylemezsem içimde kalır Nolan iyi mi kötü mü çözemedim. Çözen bir açıklasın. Malda'nın yanında ama Andramlılara da yardım etti. Dostum tarafını seç diyesim geldi :) Neyse ben kitabı genel olarak sevdim. Güzel bir fantastik kurguydu. İkinci kitabı heyecanla beklemedeyim umarım uzun süre beklemeyiz. Merakla ne olacak bekliyorum çünkü. Fantastik severler mutlaka denesinler bu kitabı. Türk yazarlarda daha fazla bu türde yazsınlar :)