http://illekitap.blogspot.com.tr/2018/01/jennifer-royce-intikamla-gelen.html ~~~*~~~ "Sana inandığım gün dünya alevler içinde kalsın ve ben o ateşte yanayım." "Yanıma gelirsen eğer dünyanın sonunu getirmeden de seni ateşler içinde bırakabilirim." ~~~*~~~ Ahhh şu çingeneler... :D İtiraf ediyorum bu kadar iyi olmasını beklemiyordum. Ne bu kadar asi, ele avuca sığmayan bir kadın karakter ne de bu kadar... Falcon'u tanımlayacak kelime bulamadım ama Kayla'nın sıttı bir erkek karekter beklemiyordum. Jennifer Royce... kadın senin kalemine bayılıyorum ben ama yaa... mutlaka yaz hiç durma, ara verme... sen kitapları basılmaya layık yazarlardan birisin. Özgün, akıcı ve sıkmayan kaleminle okuru tatmin eden kurgularınla kitapların süperin ötesinde. Jennifer Royce'un 3 kitabını okudum ve her okuduğum kitap bir öncekinden daha güzeldi, daha farklıydı. Kesinlikle kendini tekrar etmeyen bir yazar ve onun bu huyunu ve kaleminin gücünü seviyorum. Yazarın kitaplarında sevdiğim bir diğer özellik de... kesinlikle zayıf ve erkeğin korumasına ihtiyaç duymayan kadın karakterler olması. Güçlü kadın karakterleri severim ve Jennifer Royce'un kitaplarında bunu görmek çok hoşuma gidiyor. Neyse yazarı çok övdüm ama valla çok sevdiğimden övdüm sevmesem bu kadar şey demezdim. Kitabın kısaca konusuna değinmeyeceğim arka kapak yazısı yeterince konuyu açıklamış bence daha fazlası spoiler olur diye korkuyorum o yüzden içeriğe girmeyen bir yorum yapacağımdan susuyorum. Ama bu demek değil ki beğendiğim hatta bayıldığım noktaları es geçeceğim :) tabi ki değineceğim :D Öncelikle Kayla'ya bayıldım. Cidden ele avuca sığmaz ve her şeyiyle kendi başına hareket etmeye alışmış birini Londra sosyetesinde olması... eğlenceliydi. Falcon'a da... bilemedim acıdım valla adam acıdım çünkü Allah'tan belasını kelimenin tam anlamıyla buldu. Kayla'dan daha büyük bela ne olabilirdi ki... ama onun gibi bir belaya eminim her erkek razı olur hele bir de aşıksa... Kayla'nın çingene kampındaki tavırları süperdi ama en süperi de Falcon'un evindeki halleriydi. En doğal haliyle kendini herkese sevdirmesi ve bütün herkesi arkasına alması... özellikle de yaşlı Dük'ü... benim bile gönlümü fethetti. Falcon'la Kayla'nın atışmalarına çok güldüm. Cidden eğlenceliydi ve bence bu kitabın en vazgeçilmez detaylarıydı. Ahh bir de... Kayla'nın ailesinin yanına geri dönüp de Falcon'un onu aşkına ikna etme çabalarının sonundaki o nikah... süperdi hahah... Jael kesinlikle kuzenini iyi tanıyor ve Falcon'da fırsatları asla kaçırmıyor. Bir de kitabın sonunda yine çingene kampında... o dans... o Falcon... ve yine baş belası Kayla... :) Ahhh hiçbir detayı atlamadan nasıl da mükemmelleştirmişsin kadın sen bu kitabı :) Trisha ve Jael kitapta en merak ettiğim çiftlerdendi. Bence onların ayrı bir kitabı olmalı... doyasıya okumalıyız bence. Hikayeleri çok güzel olacaktır kesin... Ayy kitaba dair bahsetmek istediğim kadar çok satır var ki ama spoiler olacak diye susuyorum ve kendimi kasarak yazıyorum şuanda bu yorumu. Ancak... şunu demeliyim ki okumayarak çok şey kaybediyorsunuz. Kelimenin tam anlamıyla müthiş bir hikayeydi. Bayıldım. Jennifer Royce'un yeni kitaplarını dört gözle bekliyorum ve dilerim asla yazmayı ve bizi kitaplarından mahrum bırakmaz. Eğer bir historical romans severseniz mutlaka okumalısınız. Eğer bir romans severseniz kesinlikle el atmalısınız. Daha önce hiç bu türde okumadıysanız da.. .bence başlamak için müthiş bir kitap. :) Ve bence can alıcı bir alıntı ile başladık ve can alıcı bir alıntı ile bitiriyorum yorumumu...
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/12/stephen-king-hayvan-mezarlg.html Siz hiç Stephen King okudunuz mu? Ben okumamıştım... ta ki bu kitaba kadar... niye okudum hala bilmiyorum ama annemin yoğun baskısını suçlamayı planlıyorum çünkü kitabı onun zoruyla almıştım. Sonuç ise... eve korktum! Hem de nasıl biliyor musunuz? İlk gece uyku uyumadım hala ise... gece uyanıp evi kolaçan ediyorum. Cidden fazlasıyla etkileyiciydi benim için. Stephen King... cidden insanların dediği kadar korku-gizem türünün kralı... adamın kurguları ve olayları anlatış biçimi çok güzel tabi bunda oldukça iyi bir çevirinin de parmağı var ama kurgular süper olunca ister istemez bir ürpertme oluyor. Hayvan Mezarlığı, benim ilk Stephen King kitabımdı keşke bundan başlamasaydım dedim çünkü cidden en vahşi ve en korkuncu olabilecek bir kitapla yazarın kitaplarına başlamışım. Ama kesinlikle son olmayacak.. evet korktum cidden korktum ama kesinlikle devamında başka kitaplarını da okumak isterim. Çünkü öyle bir anlatımı var ki... seni içine çekiyor, en kopuk okuduğun anda bile tüylerini ürpetebiliyor ve korkunun doruğundayken bile olay döngüsü ile gözlerini yaşartabiliyor... Bu kitapta ben bunu yaşadım... bilinmezliğin verdiği korku ve olayların sonunun gidişatının tahmin etmek ürpertiyor ve bir de öyle bir yer tasvirleri vardı ki... sanki o an orada bulunmuşsunuz gibi hissettiriyor işte bu yüzden korkup nefes alışlarınız hızlanıyor. Sonra öyle bir olaya geliyorsunuz ki... gözleriniz doluyor... o acıyı hissediyorsunuz. Kesinlikle süperdi! Bayıldım! Evet korkunçtu ama ilk 150 sayfa falan neyin ne olduğunu öğrendiğinizde korku değildi ne olacağının beklentisi içerisine giriyorsunuz. Sonrasında öyle şeyler oluyor ki... bunu cidden yapacak derken beklenti içerisinde oluyorsunuz. Kitapta ne olacağını bilerek okudum. Çünkü sağ olsun annem bana filmi anlattı ve bilinçli olarak okudum tabi kendisi sonunu hatırlamadığı için sonunu ben anlattım. Bütün zevki ona bırakamazdım zaten. Kitabın filmi de var... Film 1989 yapımı bu yüzden ben yeni yapım olursa izlemeyi planlıyorum ama onun haricinde planlamıyorum. Genelde korku filmleri izlemem de :) Ama genel olarak söyleyebilirim ki bu türde kitap okumam ama arada değişiklik iyidir diye denemeye devam edeceğim ve deneyeceğim yazarlardan biri de Stephen King olacak. Özellikle şuan da Kara Kule serisi radarımdayken... belki cesaret edip O kitabını da okurum... bilemiyorum. Neyse konudan uzaklaştım ben en iyisi yorumumu bitireyim. Kitaba kesinlikle bayıldım. Evet korktum ve evet bazı yerlerde duygulandım da... ama kesinlikle bayıldım. Süperdi! Bu arada kitabın konusuna dair bir şey söyleyemeyeceğim arka kapak yazısı yeterince açık ve söylersem de spoiler vermiş olurum en iyisi susmak :) Ve... kitabın son basımını alın. Kapak süper... arka kapak da bile bazı detaylar var süper...
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/12/julia-quinn-beni-optugun-gece-smythe.html Cennet Gibi kitabından tanıdığımız Daniel Smythe-Smith'in hikayesi Beni Öptüğün Gece tam da adına yaraşır bir hikayeye ev sahipliği yapıyor. Ve açıkçası söyleyebilirim ki Cennet Gibi'den çok daha iyiydi. Julia Quinn'in Symthe-Smith Quartet Serisinin 2. kitabı Beni Öptüğün Gece il biraz daha esprili anlatım tarzını göstermişti yazar. Sanırım bir sonraki kitap daha iyi olacak diye beklentiye girmeme neden oldu. Neyse, kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; genç yaşlarda yaptığı hatanın sonucunda ailesini tarafından dışlanan ve yaşadığı yerden sürgün edilen Anne, Daniel'in kuzenlerinin evinde mürebbiyeliğe başlar. Ancak, Daniel'in eve dönüş için seçtiği gün Anne'de onların evinde olunca ve Daniel'in onu görünce güzelliğinden etkilenmesi sonucunda bir de bir öpücük çalınca olaylar başlar. Daniel, Anne yakın olabilmek adına kuzenleriyle daha çok zaman geçirmeye ve Anne'e kur yapması bütün herkes tarafından dikkat çekse de Daniel ne kalbine söz geçirebiliyor ne de Anne'den uzak kalabiliyordu. Tabi hiçbir şey bu kadar güzel ilerlemez... her zaman kötülüğün pençesi üzerlerinde olur,, burada da pençe Anne'in üzerindedir. Geçmişi Anne'in peşini bırakmaz... hatta öyle ki Anne2in hayatını tehlikeye bile atmaya çalışır... Ne Daniel buna umursamaz davranır ne de Anne savaşmaya pes eder. Olaylar böyle başlıyor zaten. Bu kadının kitaplarındaki bu adrenalin kısımlarını oldum olası sevmişimdir. Hiçbir zaman monoton yazmıyor ve bir ekşın illa ki koyuyor. Ben de bunu çok seviyorum. Bu sefer kadın karakterimiz her şeye rağmen hayata karşı savaş veren ve ayakta kalabilen güçlü bir kadın olması hoşuma gitti. Hele bir de o zamanların önemli unsurlarının kendinde olmaması... tamam açık olacağım bakire olmamasına rağmen Daniel'le ilişkisinin olması... Daniel'in bunu umursamaması çok güzeldi. Aşk işte dedirtiyor. Francesca, Elizabeth ve Harriet üçlüsünün sohbetlerine bayıldım hele ki Daniel bir yerde ne kadar hızlı konu değiştiriyorsunuz ne kadar hızlı konuşuyorsunuz tarzında bir sohbete giriyordu bunlarla orada çok güldüm. :) Bir de... George'un Daniel, Marcus ve Hugh'un elindeyken ki öldürme muhabbetleri... süperdi. O kısımlarda işte Quinn kalemi bu ya dedim :) Neyse çok uzatmayayım yoksa fena halde kitap içeriğine gireceğim. Bu kitap ilkinden çok daha iyiydi ve bence çok da güzeldi. Ben çok sevdim o yüzden 5 üzerinden 5 veririm :)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/12/julia-quinn-cennet-gibi-smythe-smith.html Veee bir J. Quinn kitabı daha bitti. Bir kez daha anladım bu kadının hiçbir kitabı Bridgerton'ların yerini tutamaz. Kesinlikle o muhteşem kalem sadece Bridgerton Kardeşlerin sihriydi. Neyse... kitap aslında Bridgerton Kardeşlerde bolca adını duyduğumuz Symthe-Smith Kardeşlerden biri olan Honoria'nın kitabıydı. Hani şu kuartetlerde keman çalan ama hiçbir zaman muhteşem bir iş çıkarmayı beceremeyen ve kulak tırmalayan şovların sahipleri... :) bu şekilde anlatınca herkes hatırlar diye düşündüm :) J. Quinn yine çok güzel bir kurguyu kaleme almıştı sadece o esprili anlatım bunda o kadar yoktu. Bu sefer ki karakterlerimiz küçüklükten beri tanışanlardandı ve birbirlerini herkesten daha iyi tanıyan kişilerdi. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Marcus çocukluk arkadaşı Daniel ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında kız kardeşi ve kendisini küçüklüğünden beri tanıtığı Honoria'ya göz kulak olacağına söz verir. Bunun üzerinden geçen üç yıl boyunca bunu yerine getirmeye çalışan Marcus, uzun zamandır görmediği Honoria'yı bir gün gördüğünde onunla tekrardan iletişime geçer ve aralarındaki diyalog çocukluk arkadaşı olmanın da verdiği tanışıklıkla çok daha rahat ilerler. Ancak ikisinin de tahmin etmediği şey artık ikisinin de büyümüş olmaları ve birbirlerinin erkek-kadın olarak görebilmeleri... Marcus'un geçirdiği kaza sonucunda her daim yanında bulunan Honoria ile aralarındaki ilişki boyut değiştirip de birbirlerine karşı duygularının aşk olduğunu fark etmeleri ile işler daha da ilerler. Konusu güzeldi, kurgunun ilerleyişi de öyle sadece Quinn'den beklediğim muhteşemlik yoktu. Öyle bir beklentiyle okumayın derim. Bu şekilde beklentiniz biraz düşük olursa daha keyif alırsınız kitaptan. Zaman zaman eğlenceli sohbetleri okumak çok güzeldi .Hele ki Bridgerton Kardeşleri ve Leydi Danbury'i görmek süperdi. Kitabın sonuna doğru boy gösteren Colin Bridgerton ile yüzümde oluşan gülümsemeyi itiraf etmeliyim. Gregory bile vardı ve bu bile beni mutlu eti. Sanırım çok özledim ben Bridgertonları. Smythe-Smith kuartetleri hep bir kabus gibi lanse edilmişti bütün Bridgerton Serisi boyunca bunun altındakileri okumak ve arada kuzenler arasındaki sohbetleri okumak süperdi. İtiraf ediyorum kuzenlerin birbirleriyle diyalogları beni çok gülümsetti. Zaten kitapta en çok sevdiğim şey sanırım kuzenlerin diyalogları, Colin ve Gregory Bridgerton'u görmekti. Marcus'un bu kadar geç aşkını anlaması ve bu kadar atik davranıp evlenmek istemesi takdire şayandı bence. Neyse yorumumu çok uzatmayacağım ancak dediğim gibi bir Bridgerton Serisi gibi olmasını beklemeyin, değil çünkü. Öyle bir beklentiyle okumazsanız seversiniz. Ben sevdim. Ha evet 5 üzerinden 5 vermem ama 4 verebilirim... Keşke biraz daha aşkı okuyabilseydik ama çok çabuk sonuca bağlandı bu aşk :) hiç entrika yoktu :P Ahh bu arada kapaktaki kırmızı ayakkabı... onun küçük sırrı kitapta saklı bilginiz olsun :) Neyse historical severlere tavsiye ederim :) Smythe - Smith Quartet Serisi Cennet Gibi Beni Öptüğün Gece Dudaklarımda Şarkısın The Secrets of Sir Richard Kenworthy
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/12/julia-quinn-hayal-etmedigin-kadar-two.html Ve bir Quinn klasiği daha bitmiş bulunmakta. Aslında çok uzun bir süredir elimdeydi Quinn kitapları ama nedense bir türlü okuyamamıştım şimdi başlamanın tam zamanı dedim. Tamam, tamam itiraf ediyorum bu hafta instagramda historical romans okuma etkinliği yaptık bahaneyle başladım ve sanırım elimdeki Quinn kitaplarını bitirmeden de bırakmayacağım. Julia Quinn'in çıkan neredeyse bütün kitaplarını okuduğum düşünülürse kadının kitaplarına taptığımı biliyorsunuz demektir. Bu yüzden ne kadar sevdiğime değinmeyeceğim ama şunu söyleyebilirim ki historical romance türündeki favori yazarlarımdandır kendileri. Two Dukes of Wyndham serisinin ikinci kitabı olan Hayal Etmediğin Kadar, ilk kitapta tanıdığımız ve Wyndham Dükü olarak yetişmiş ve düklüğü sonrasında elinden gitmiş olan Thomas'ın hikayesini anlatıyor. İlk kitap Kayıp Dük'te, varlığından kimsenin haberi olunmayan ve Wyndham Dükü ünvanının asıl sahibi ortaya çıkınca Thomas'ın geri çekilip sadece Bay olmasının sonucunda hayatının nasıl değiştiğini, bütün bu süre boyunca neler hissettiğini okuduk. Bütün bunların yanında bir de Thomas'ın henüz küçüklükten ayarlanan evliliği ve düşes olmak için yetişmiş nişanlısı Amelia ile olan ilişkisini de okuyorduk. Tam da her şey yoluna girmeye başladığını düşündüğümüzde ve aslında içten içe Jack ne zaman çıkacak düklük ne zaman elden gidecek beklentisine girdiğimiz anda kitap hareketlenmeye başladı. Aslında Kayıp Dük'ten sonra Jack'in düklük muhabbeti boyunca olan kısımların sonunda neler olacağını bilmek çok fazla merak etmeye sebep olmadı ama Thomas'ın düklüğü bıraktıktan sonrasında neler yapacağının merakı ile kitabı bitirdiğimi itiraf edebilirim. İlk kitapta söylemiştim yine söylüyorum ki, yaşlı düşese inanılmaz sinir oldum. Kitabın sonunda tekrardan Whistledown'ın yorumu görmek gülümsetti. Biliyor musunuz bilmiyorum ama Bridgerton Serisi'nden sonra, Leydi Whistledown'ın kimliği öğrenildikten sonra yazıları durmuştu ama demek ki bir yerlerde Amelia ve Thomas'ın hikayeleri yaşanırken henüz kimliği gizliymiş ;) Kitaba dair çok fazla uzatmayacağım yorumumu ama şunu da söylemek istiyorum. Her ne kadar Julia Quinn kitaplarını çok sevsem de bu seri kesinlikle Bridgerton Serisi kadar mükemmel değildi. Hele ki o seriyi okuduktan sonra oradaki gibi esprili bir dilde yazılmasını beklemiştim ama bunu bulamadım. Demek ki bu tamamen Bridgerton Kardeşlerin sihriymiş. Önceki kitaplarını bildiğimiz için bu kitaba dair çok değişik beklenti içerisine giriyor insan ama ne yazık ki onlar gibi değil, bunu bilerek okuyun, okumadıysanız eğer. Ama genel olarak yazarın kitaplarını mutlaka deneyin :)
http://illekitap.blogspot.com.tr/2017/12/vi-keeland-egomanyak.html Patron kitabıyla gönlümü fetheden Vi Keeland'ın yeni kitabı çıktığında benim olmalı ve bu kitabı okumalıyım moduna girmiştim. Ve itiraf ediyordum ki Patron'dan sonra da bu kitaba dair beklentim oldukça yüksekti çünkü kadının kurgu yeteneğini ve bunu kaleme almasını sevmiştim. Akıcı, okuru yormayan ve duygusal olarak okuru tatmin eden, gereksiz uzatmalardan kaçınan bir kurguyu kaleme alan Vi Keeland'ın kitaplarını sizlere tavsiye ederim. Ancak öncelikle Patron'un sonrasında ise Egomanyak kitabını deneyin çünkü Egomanyak, Patron'dan daha iyi.. Ve... her ne yorumu okursanız okuyun... ben yorumuna çok güvendiğim ve zevklerimizin aynı olduğu bir arkadaşıma güvenerek tavan yapmış beklentimi düşürmedim siz de bana güvenin ve beklentinizi düşürmeyin çünkü cidden süper... Açık açık uyarıyorum zaman zaman SPOİLER verebileceğim yerler olabilir, bunun için özür dilerim. Rahatsız olacaksanız devamını okumayın ama kitabı mutlaka okuyun :) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Emerie New York'a yeni taşınmış, kiraladığı ofisinde yerleşmeye çalışan bir psikologdur. Ancak daha ilk günlerinden aslında boşanma avukatı olan Drew'in ofisinin ona kiralanarak dolandırıldığını öğrenir. Ne yapacağını bilemeyen Emerie'ye bir öneride bulunan Drew ile aynı ofisi paylaşmaya başlarlar. Ancak geçici ilişkilerin adamı ve tavanda gezen egosuyla Drew, Emerie'nin farklılığından ve poposundan açıkça etkilenerek bir ilişkiye başlarlar. Fakat hiçbir şey hiçbir zaman kolay değildir. Drew'ın geçmişi... yaşadığı güvensizlikler ve sahip olduğu küçük oğlu hayatlarına kimsenin tahmin edemeyeceği dokunuşlarda bulunur. İlişkiden korkan ve güvenmeyen Drew'in Emerie ile bir ilişkiye başlamasını... oğluyla hayatını bir düzene sokmasını... güvensizliklerini arkaya atmasını ve hayatına yeni bir kapı açmasının yolculuğunu okuyoruz. Drew'in Beck için hissettikleri... öz oğlu olmasa da kendi oğlu olarak kabullenmesi çok güzeldi. İnsanın - okurun- yüreğine dokunan bir şey. Cidden Drew'in bütün o ağzı bozukluğu baba kişiliğinin yanında inanılmaz sönük kaldı :) Ve bir kez daha hatırlattı ki biyolojik olan değil yetiştirendir ana baba. Bunu en iyi örneği olarak da Drew Jagger var karşımızda. Ahh bir de eğlenceli kişiliği ve aşırı yüksek özgüveniyle... Emerie'nin ise bütün bu olaylara yaklaşımı çok güzeldi. Hele ki son kısımda Atlanta muhabbeti.. işte benim kızım dedim. Kendini bilen ne istediğini bilen kadınları severim. Hele ki bir romansta ayakları üzerinde duran, güçlü, yıkılmayan ve ne istediğini bilen kadınlara tapıyorum. Tıpkı erkekleri gibi... Alexa... tam bir sürtük çıktı! Okurken hissettiğim tek şey nefret ve parçalama isteğiydi. Valla yanımda olsaydı parçalamıştım o kadar yeni. Neyse yorumu çok uzatmayayım, çünkü yazdıkça daha fazla kitaptan bahsedeceğim. Bu yüzden kısa kesiyorum :) Ben bu kitabı Patron'dan daha çok sevdim. Tamam Chase Parker'a aşık olmuş olabilirim ama şunu söyleyebilirim ki Chase, Drew ile aldatabilirim hatta ondan ayrılıp Drew ile başlayabilirim o kadar iyiydi. Kitap cidden her şekilde okurun istediklerine hitap eden bir kitap. Duygusallıktan vurun ebeveyn olmaya, arkadaşlıktan tutun sevgili olmaya, sadakatten tutun aşka... her şey vardı. Gereksiz uzatmalar yoktu, her şey dozunda ve bir okurun isteyebileceği şekildeydi. Şiddetle tavsiye ederim. Mutlaka okuyun ancak şunu da ekleyeyim kitapta +18 kısımlar da var. Bunun bilincinde olursanız niye uyarmadınız demezsiniz diye düşünüyorum :) Ama tabi benim için her romansta olduğu kadardı bu yüzden ne olursa olsun mutlaka denemelisiniz. 5 üzerinden 5 bebeğim sana :) Ahh bu arada şuraya bir not düşeyim. Okuyan herkesin Prolaktinatör gibi bir şeyden bahsettiğini görürsünüz mutlaka. İşte bu Drew'in takma isimlerinden biri... süperdi... cidden çok eğlenmiştim
https://illekitap.blogspot.com.tr/2017/11/ayse-ebru-tezcan-askn-gucu-col-ruyas-3.html Çöl Rüyası Serisi son kitabı Aşkın Gücü ile bitti. Omar sonunda her şeyi açıkladı ve Serap ile mutluluğa yelken açtı. Valla gına gelmişti onun gizemlerinden... Aşk Ateşi ve Aşkın Gizemi kitaplarıyla Serap ile Omar'ın eşsiz aşkını okuduk ama sadece aşklarını değil aynı zamanda Dubaili Zengin İş Adamı Omar'ın bir şeyler sakladığını da okuduk. Şimdi bu gizemler son buluyor ve Serap her şeyi öğreniyor. Eeee sonrasında ise Serap yine Seraplığını yapıp kendince tepki veriyor... tabi verdiği tepkiler Omar'ın işine yarıyor bence. Bütün seri boyunca özellikle ikinci kitap boyunca Omar'ın bir şeyler sakladığını okuduk ve hep gizemli ve tehlikeli bir sebep aradık ama gelin görün ki öyle bir gerçek çıktı ki ortaya... bu mu yani dedim. Omar bunu mu sakladın? Bu kadar mıydı? Devamı olduğunu söyle ne olur? modundaydım. Daha büyük bir sır olabilirdi bence çünkü öyle tepkiler öyle olaylar oldu ki sonucunda açıklanan sır hiç de beklentimi karşılamadı açıkçası... Başlarda esrarengiz bir şey gelecek diye bekledim ama olmadı... Bu kısımda biraz hayal kırıklığına uğradım... Serap'ın her şeyi bu kadar kolay affetmesi.. bilemiyorum bence çok kolay oldu. Çok basit. Khalida ise... onunla ilgili sır bence daha büyük bir olayı hak ediyordu. Ne bileyim Serap bence o sorunu çözene kadar tepkisini belli etmeliydi Omar'a ama tabi adamında kendince sebepleri vardı haksızdı diyemiyorum ama biz kadın milleti bence olay çıkarırdı gibi geliyor. Genel olarak güzel, akıcı, kolay okunan bir kitaptı ama inceleyip irdelerseniz eksik ya da olmamış bir sürü nokta bulabilirsiniz. Bu yüzden ne çok büyük beklenti ile okuyun ne de kusursuz bir kurgu bekleyin. Ben uyarımı yaptım ayrıca bir uyarı daha yapayım eğer okumayı planlıyorsunuz üç kitabı peş peşe okuyun o zaman daha bir zevk alırsınız. Benim için 5 üzerinden 3'lük bir kitaptı daha fazlasını bence olmazdı. Ayrıca tek bir kitap olup 600 sayfalık olabilirdi 3 kitap olmasına gerek yoktu gibi geliyor...