Kitabın ortasına kadar odaklanmakta sorun yaşadım. Daha önce bu tarz anlatılan bir kitap okumamıştım. Zaten böyle bir başka kitap daha olduğunu sanmıyorum. Odaklanma sorununu aştıktan ve yazarın kalemine alıştıktan sonra kitaba biraz ısınabildim ama kitabın sonlarına doğru gerçekten sevdim. Konu herkesin bildiği gibi 2. Dünya Savaşı. Neredeyse kitabın son sayfalarına kadar tarafsız bir gözle, hatta itiraf ediyorum duygusuzca okudum ama son sayfalarda bildiğim olayın beklemediğim bir şekilde gelmesi beni oldukça şaşırttı ve etkiledi. Okunması gereken bir hikaye. Kelimelerin gücünü hissetmemek mümkün değil.
Yazarın tüm kitapları gibi bu kitabını da sevdim. Kişisel gelişim kitabı okumak isteyen herkese gözüm kapalı tavsiye edebileceğim bir yazar. Birkaç günlüğüne de olsa kitaptaki öğretileri uygulamayı başarabilmek bana çok iyi geliyor. Ne yazık ki üzerinden zaman geçtikçe kitabın etkisi azalıyor ve eski halime geri dönüyorum ama birkaç düşüncemin bile değişme yolunda ilerlediğini hissetmek güzel bir his. Birkaç hikayenin aynı anda yürütüldüğü bu kitapta Jonathan’ın kişisel gelişimini ve bunu çevresine nasıl yansıttığını okuyoruz. Hayatının tekdüzeliğini nasıl aştığını, onu neyin mutlu edeceğini nasıl bulduğunu ve kendini iyi, mutlu hissettikçe hayatının nasıl düzene girdiğini okurken kendi hayatım üzerinde ister istemez düşündüm. Ondan feyzaldım. Benim için yararlı bir kitap oldu.
Öncelikle kitabın İş Bankası Yayınlarından çıkan Sabahattin Eyyüpoğlu çevirisi ile okuduğumu söyleyeyim; ki çevirinin ne kadar harikulade olduğundan bahsetmeme bile gerek yok. Çok yalın cümlelerle, herkesin anlayabileceği kadar sade yazıma sahip bir kitaptı. Bunu bilmek belki de benim gibi klasik okuma konusunda çekinceleri olan insanlara bir nebze yardımcı olacaktır. Kitapta hayata, insana, dünyaya, yaşamaya, hayvanlara, insan ilişkilerine, maddi ve manevi aklınıza gelebilecek herhangi bir konu ile ilgili; Montaigne’nin kendi hayatından, okuduklarından, çevresinde gördüklerinden edindiği fikirleri bulabilirsiniz. Bu fikirler öyle fikirler ki, okurken kendinizi kendi hayatınız ve fikirleriniz üzerinde düşünürken bulacaksınız. Katıldığım fikirlerim de oldu, karşı olduklarım da ama ben okurken çok şey öğrendim. Özellikle araya kattığı örneklerle anlattığı düşünceleri benimsetmesi benim oldukça hoşuma gitti. Kitap bitti ama bir nevi başucu kitabım olarak ara sıra açıp okumak isteyeceğim ender kitaplardan biri olmayı başardı. Onca yıl önce yazılmış bir kitaptaki fikirlerin halen daha günümüzde yazılmış gibi bizi etkileyebilmesine her zaman hayran olmuşumdur. Zaten klasik olma nedenlerinin en başında da bu geliyor sanırım.
Deniz altında bulunan binlerce yıl öncesine ait bir batık… Bir kazı sırasında ortaya çıkan anubis heykeli… Pompeii’deki yanardağ patlamasından sonra etkilenen şehirler ve hayatlar… Bir depremin neden olduğu keşifler ve bulunan gizemli eşyalar… Ve bunların hepsinin bir yerde bağlantılı olması… Kitabın konusu gerçekten çok ilgi çekici fakat bu kadar ilgi çekici bir konu ancak bu kadar sıkıcı anlatılabilirdi. Bitirmek için kendimi zorlamasam kesinlikle yarım kalırdı. Karakterler arasındaki konuşmaların uzunluğunu mu söylesem, yapılan açıklamaların oldukça teknik ve tarih bilgisi gerektirdiğini mi söylesem, olayların birkaç kısım dışında çok durağan olduğunu mu, çevirinin inanılmaz hatalarla yapıldığını mı? Yine de bir ufak merak tüm kitabı bana okutmayı başardı ama öğrendiğimde de,” Bu muymuş yani?” dedirtti. Bu belki de konunun duymadığımız, bilmediğimiz bir teori olmamasından kaynaklanıyor ama bu kadar olumsuz yönleri arasında daha farklı bir teoriyle karşılaşsam kitap hakkındaki görüşlerim daha farklı olabilirdi. Ayrıca yine araştırmadan okuduğum için seri olmamasına rağmen ama aynı karakterler üzerinden yürütüldüğü için bazı şeyleri tam ortasından okumaya başladım. Okuma konusunda çok da büyük bir fark yaratmıyor, olay yeni bir olay çünkü ama geçmişte yaşananlardan araya katılan bilgilerin yoksunluğu bazı yerlerde sıkıntı yarattı. Sonuç olarak ben okuduğuma çok da memnun kalmadım, tavsiye edebileceğim bir kitap değil.
Bu kitabı okumaya başlarken böyle bir şey okuyacağımı hiç hayal etmemiştim. Haremin ne olduğunu, nasıl oluşturulduğunu, haremdeki düzenin ne olduğunu, haremdeki cariyelerin ve eğitimin, günlük yaşantının ne olacağının anlatılacağını düşünmüştüm. Evet, bunlar da anlatılıyor ama o kadar çok savunma amaçlı bir kitap yazılmış ki bunlar sanki arada kaybolup gitmiş. İki cümleden biri, şunlar şunlar Osmanlı için böyle diyorlar, haremi böyle kötülüyorlar ama bundan bundan sebep böyle bir şey olamaz. Bu da belli bir yerden sonra insanı boğuyor. Ayrıca o kadar tekrar etmiş ve tekrar etmekte ısrar etmiş ki insan gerçekten boğuluyor. İşin tarihi boyutu ile değil de dini boyutu ile ilgiliyseniz okuyun evet bu kitabı seveceksiniz ama benim gibi objektif tarihi bir kitap okumak istiyorsanız okumayın.
Kitap arka kapak yazısını okur okumaz ilgimi çekmişti, ayrıca okuyup bitirmek de oldukça keyifliydi. Hikaye ve kurguyu sevdim ama birçok şeyi görmezden gelerek okuyabildim. Örneğin karakterin fiziksel özelliklerinin ya da elbisesinin anlatıldığı dört beş satırlık paragrafları okumak katlanılmaz bir çile gibiydi. Karakterlerin oluşumu ve yazım yönünden zayıf bir kitaptı evet ama bu tarz kitap okumayı sevenler veya benim gibi zayıf yönlerini görmezden gelenler keyifle okuyabilirler.
Kitabı alırken ve okurken bir hata yaptım. Araştırmadım. Eğer araştırmış olsaydım Tolstoy’un otobiyografi denebilecek üçlemesinin ikinci kitabını okumak üzere olduğumu anlayacaktım. Böylece ilk kitabı okumadan, ayrıca Tolstoy’un kendisinden söz ettiğini anlamadan kitabı okuyup bitirdim. İlk kitabı okumamam yüzünden mi bilmiyorum ama karakterler konusunda devamlı, “Bu kimdi?” diye kendi kendime sordum ama birkaç bölüme kalmadan aklımdaki soru işaretleri giderildiği için çok da bir sıkıntı yaşamadım. Bunun dışında kitap bana çok bir şey katmadı ancak bir biyografi kitabı olarak Tolstoy’un ilk gençliğini okumak, duygu ve düşüncelerinin gelişimini bilmek keyifliydi. Bunun dışında mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm bir kitap olmadı maalesef.