Zeka oyunları içeren cinayet romanlarını okumayı seviyorum ve bu kitap zekice yazılmış. Kurgu inanılmaz iyi ve özenilerek yaratıldığını hissediyorsunuz. Okurken aşırı derecede geçmişteki birkaç tarihe gitmek beni biraz rahatsız etmişse de kitabı bitince yazarın neden öyle yaptığını anladım. Bizi beynimizden vurmak istemiş ve kesinlikle bunu başarmış. Yorum yapmak bile benim için çok zor oldu. Bunun ötesinde kitap gerçekten çok kötü bir yazım dili ile yazılmış. Çeviriden mi yazarın kendi kaleminden mi bilmiyorum ama çok gereksiz yerlerde gereksiz detaylar verilmiş, heyecanın yükseldiği anlarda bu cümlelerle kitaba haksızlık yapılmış. Ayrıca çok sık olarak insanı rahatsız eden ifadelere yer verilmiş ve bunlar sık sık tekrarlanmış. Kitabın sonunda yapılan düz açıklama çok basit gibi geldi, daha iyi bir son yazılabilirdi. Yazar yazım dilini geliştirse çok daha başarılı işler ortaya çıkarabilir.
Serinin ilk iki kitabını okumama rağmen serinin üçüncü kitabı olan bu kitap, kitaplığımda yıllarca benim onu fark etmemi bekledi. En sonunda akşam gözüm takıldı, uzanıp aldım. Amacım bir bölüm okumaktı ama baktım ki bir bölüm bir bölüm daha derken 300 sayfayı okumuşum. Çok sürükleyici ve çok merak uyandırıcı bir kitap. İlk birkaç bölüm anlamlandırmakta zorlandım. İlk iki kitabı uzun zaman önce okumuştum. O yüzden kurgunun nasıl olduğunu hatırlayamadım. Açıkçası kitabın bitmesine rağmen halen daha bazı boşluklar var. Ancak bu boşluk bu kitabı değil de daha çok geneli etkilediği için takılmadan okudum. Ayrıca birkaç yorumdan anladığım kadarıyla da yazar bu boşlukları serinin tüm kitapları içine yayarak yerleştirmiş. Seriye devam ettiğimde onları da öğrenebileceğimi düşündüm. Yazarın kalemi gerçekten iyi. Hangi klişelerin okuyucuyu tatmin edeceğini hangi klişenin ise can sıkacağını bilerek yazmış gibi. Benim gerçekten hoşuma gitti. Kitap sizi resmen içine çekiyor ve bitirmeden bırakmayı imkansız hale getiriyor. Karakterlerin çoğunu sevdim, bir kısmından nefret ettim. Zarek için üzüldüm. Astrid’in ona hissettiklerini bire bir yaşadım. Sasha ve Simi’nin o harika ötesi tatlılıkları beni benden aldı. Keşke var olsalar dedim. Kesinlikle takip etmeye değer bir seri. Bu tarz kitaplar okumayı seviyorsanız favorileriniz arasında yer alacağına eminim.
Kuma’nın İkizleri serinin dördüncü kitabı ve ilk üç kitabı uzun zaman önce okuduğum için okurken hatırlamakta zorlandığım birçok olay olduğunu söyleyebilirim ama okudukça hatırlamaya başlamamla birlikte herhangi bir sıkıntı yaşamadan kitabı bitirebildim. Tahmin edebileceğiniz gibi daha genç bir kesime hitap etmesi yüzünden yazar yazım dilini oldukça basit ve yalın tutmuş. Edebi bir yazım dili ve abartılı betimlemeler yok. Oldukça kolay okunuyor ve inanılmaz akıcı. İlk kitaptan itibaren yazarın kurgusuna hayran oldum. Kitaptan çok kısa bahsetmek gerekirse çok uzun zaman önce Draconia’da iki kardeş arasında çıkan bir savaş Draconia’yı yok olmaya kadar götürüyor ve hayatta kalabilmelerinin tek yolu beş koruyucu ejderin hayat ağacı meyvelerini saklayıp korumalarıdır. Ancak bazı şeyler ters gitmiş ve meyveleri kaybetmişlerdir. O günden itibaren bu beş koruyucu ejderin ruhları insan bedenlerinde yer etmiş ve insan ruhuyla aynı bedeni paylaşmaya başlamıştır. Amaçları kaybolan meyveleri bulmak ve hayat ağacını yeniden canlandırmaktır. Yıllar yıllar sonra bir profesör Draconia’lıların içinde var oldukları insanları teker teker bulmayı başarmış ve meyveleri arama konusunda yol kat etmişlerdir. Bu olurken beş kişinin farklılıklarını, aşklarını, kayıp ve duygularıyla baş etme çabalarını, güçsüzlüklerini, öz güvensizliklerini de okuyoruz. Ayrıca uzun zaman önce yapılan kötülüğü hapseden mühür de giderek zayıflamakta ve meyveleri aramakla birlikte savaşmaya da hazır olmak için çabalamaları gerekmektedir. Benim kardeşimin zoruyla başladığım bir seriydi ancak çok severek okuduğumu söyleyebilirim.
Senden Önce Ben’in devam kitabı olduğunu duyduğumda çok sevinmiş ama bir yandan da korkmuştum. Senden Önce Ben çok güzel ve özeldi. Lou ve Will kalbime dokunabilmeyi başarmışlardı. Bu yüzden ikinci kitabın vasat olabileceği ve bunu bozabileceğinden korktum ama düşündüğüm gibi olmadı. Bu kitap bana çok doğru geldi. Kitap ilerledikçe ve olaylar geliştikçe, “Evet,” dedim. “Lou’nun hissettikleri aynen böyle olmalıydı.” Yazar kitabın ilk sayfalarında öyle noktalara değinmiş ki yarım sayfa gülerken, yarım sayfa gözlerim doldu. Kitap boyunca çok eğlendim, çok düşündüm ve evet çok ağladım ama her 10-15 sayfada da, “Evet böyle olmalıydı,” dedim. Lou’nun Will’den sonra hayatının neden bu şekilde olduğu, neden bu şekilde hissettiğini ve düşündüğünü, kendim hissediyormuşçasına anladım. Kendi kendini sorgulaması, hissettiklerinden şüpheye düşmesi, içindeki boşluğu anladım. Buna hak verdim. Bu hayatta iyi kötü bir şeyler yaşamış olan her insan bu kitaptaki gelgitleri anlayıp Lou’ya hak verecektir. Lou zaten sevdiğim bir karakterdi ve bu kitapla birlikte sevgimi pekiştirdi. Ben üçüncü bir kitabın gelebileceğini hissettim. Kitabın sonu biraz ucu açık gibi kalmış. Kesinlikle devamı yazılabilir. Ayrıca, ‘Senden Önce Ben’ filmini izlemiş biri olarak diyebilirim ki Emilia ve Sam’i bu kitabı okurken hayal etmek kitabı daha zevkli kıldı. Emilia’nın mimiklerini ve el kol hareketlerini, Sam’in gülüşünü ve bakışlarını gözümün önüne getirmek çok kolay oldu ve ben bunu sevdim. Kısacası tavsiyemdir, okuyun.
Baştan sona mükemmel bir seriydi. Okumaktan inanılmaz keyif aldım, bitmesin diye umdum ve her ne kadar da okumamı yavaşlatmaya çalışsam da kitabın istediğimden hızlı bitmesine engel olamadım. Bu kitabı okumaya çok önyargılı ve korkarak başladım. İlk iki kitabı çok beğenmiştim ve son kitabın onlar kadar olamayacağı şüphesi içimi kemiriyordu. Yanılmışım. İyi ki de yanılmışım. Kan Büyüsü, önceki iki kitap kadar iyiydi. Hatta kusursuzdu. Sayfalar su gibi akıp gitti. Hiçbir yerinde sıkılmadım. Hiçbir yerinde bunu böyle yapsaymış daha mı iyi olurdu diye düşünmedim. Hiçbir yerinde ama burada da biraz saçmalamış demedim. Sadece sonuna doğru acele bir son geliyor diye düşündüm ama kitabı bitirdikten sonra tek söyleyebileceğim yazarın bu işi bildiği. Onları çok sevdim. Üçlü, üçlünün üçlüsü ve asıl üçlü… Karakterlerin birbirleriyle olan bağları, üçlünün ve Fin’in hayvanlarla iletişim kurabilme biçimlerini, Branna’nın yemek tariflerini ve atölyesini, Boyle’nin sevgi ve sadakatini, Iona’nın neşeli halleri ile iyimserliğini, Connor’un yemeğe olan düşkünlüğü ile bağlılığını, Meara’nın cesareti ve tutkusunu ve Fin’in aşkından vazgeçmeme gücü ile kendinden emin olmasını özleyeceğim. Ayrıca Brannaugh, Teagan ve Eamon’u… ve Kara Cadı’yı… Hepsini çok özleyeceğim ve sanırım bir süre daha onları düşüneceğim. Günlük hayatları, şimdi ne yaptıkları, ne yedikleri gibi basit şeylerle aklımı uzun bir zaman meşgul edeceğim. Bir kitaba girebilme gücüm olsa sanırım hiç düşünmeden seçebileceğim bir kitap olurdu. Onların sevgisini ve yakınlıklarını açık ve net bir şekilde kıskandığımı söyleyebilirim. Bu da sanırım yazarın başarısı. Fantastik kitap sevenlere tavsiyemdir. Mutlaka bu seriyi okuyun.
Kitabın vurucu bir bölüm ile başlaması, yazarın kaleminin bu kadar akıcı olması kitabın üçte ikisini bir solukta okutuyor. Son bölümleri olayların ağırlaşması ile birlikte biraz yavaşlasa da yine de akıp gitti. Yazarın kitapta yer verdiği aşk ve hayat hakkındaki satırları beni oldukça etkiledi. Alıntı yapmama ve oturup üzerinde düşünmeme neden olacak güzel paragraflar vardı. Mata Hari etkileyici bir karakter. Kitabı bitirdikten sonra başka kaynaklardan da kendisi hakkında okuduğum yazılara dayanarak bu kitabın böyle bir kadını anlatmak için yetersiz kaldığı hissine kapıldım. Tarihteki yerinin belirsiz olması belki de bunun nedeni. Halen daha casus olup olmadığı konusunda, bu kitaba rağmen, kafamda kesin bir karar veremedim ama eğer casus olsaydı kendisi daha çok saygı duyabileceğim bir kadın olacaktı. Bu şekilde hayattaki amacını bulamamış, şöhret ve göz önünde olma, rahat ve lüks yaşama takıntısı yüzünden kendi kendini felakete sürükleyen bir kadın olarak aklımda yer etti. Oysa kitabın ilk başlarında kendisini dönemin getirdiği her türlü zorluklara rağmen bir kadın olarak bağımsızlığını kazanmış, özgürlüğünü dilediğince yaşayan ve bunun için her türlü zorluğa göğüs gerebilen bir kadın olarak rol model olabilecek biri gibi görmüştüm. Savaş zamanının acımasızlığı ve birilerinin birileri üzerine basarak ilerleme çabalarının iyi verildiğini düşünüyorum. Aklımda çok yer edici bir kitap olmadı evet ama hoş bir roman olarak okunabilir. Kadının arkada bıraktığı kızından çok az bahsetmesi, kendi duygu ve düşüncelerinin kitapta çok yer almaması kadını şöhret için çabalayan bencil bir kadın gibi göstermiş. Belki öyleydi, belki değildi. Bunu bilemeyiz ama bu sebepten kitap bana yetersiz gibi geldi.
Bugüne kadar felsefe okumaktan kaçındım. Anlayamayacağımı düşünüyordum. Bu kitabı da gerçekten ince olduğundan dolayı okumaya cesaret ettim. Sokrates ve talebesi arasında; “Kanun deyince ne anlarız?” sorusuyla başlayan soru cevaba dayalı sohbet diliyle yazılmış bu kitap, benim için iyi bir başlangıç oldu. Kitabın arkasında, “Platon, onu okuyanlar için büyük bir zevk, hatta büyük bir neşe kaynağıdır,” cümlesi yer alıyor. Kitabı bitirdiğimde aynen öyle hissettim ve en kısa zamanda diğer kitaplarını da edinip okuma kararı verdim.