Joseph, 91 adet değerlendirme yapmış.  (3/13)
Gerçek Renkler
Gerçek Renkler

8

Nancy Pickard kitaplarını bilir misiniz? Ülkemizde iki tanesi basıldı: Bakire ve Fırtına Kokusu. Kitabı okurken sanki Kristin Hannah değil de, Nancy Pickard okuyormuş gibi hissettim. Özellikle konu bakımından Fırtına Kokusu'na çok benziyordu. Çiftlik hayatı, küçük bir kasaba işlenen cinayet, suçsuz birinin yıllarca hapiste kalması... Gerçek Renkler, okuduğum diğer Kristin kitaplarından (Ateşböceği Yolu, Gece Yolu, İlkbahar Rüyası, Evden Çok Uzakta) daha farklıydı. Okuyucu yorumlarına baktığımda, genel olarak insanlar yazarın kendini sürekli tekrarladığı görüşünde ama ben buna katılmıyorum. Evet, yazdığı bütün karakterleri her yönden anlatışı ve daha çok duygular üzerinde duruşu her kitapta aynı ama kadının tarzı bu şekilde. Kitap, üç kardeş üzerine kurulmuş: Winona, Aurora ve Vivi Ann. Küçük yaşta annelerini kaybeden bu üç kızın yaşadıkları anlatılıyor. Winona; avukat ve kilolarıyla problemi olan bir kadın. Ömrü boyunca her şeyi babası onunla gurur duyduğunu söylesin diye yapmış. Vivi Ann, babalarının gözdesi olduğu için küçük yaşlardan itibaren içten içe onu kıskanmış. Aurora; genç yaşta evlenmiş ve iki küçük çocuk annesi. Diğerlerine göre çok daha sakin bir yapıya sahip... Sıkıcı giden bir evliliğin içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Vivi Ann, deli dolu yaşamayı seven, at meraklısı ve her şeyin içinde tutku arayan bir kız. Kardeşler arasında en sevdiğim Vivi Ann'di. Aşkına sahip çıkışı, kazanamayacağını bile bile sonuna kadar mücadele edişi çok cesurcaydı. Bu üç kardeş, gayet sıradan bir hayat yaşıyorken çiftliğe Dallas adında bir genç çalışmak için geliyor. Bütün olaylar da tam bu noktadan sonra başlıyor. Benim de iki kız kardeşim var. O yüzden başlar başlamaz hemen hikayenin akışına kaptırdım kendimi... Hayatımın içinden benzer şeyler aramaya başladım. Pek çok yerde de aradığım benzerlikleri buldum. Ne kadar aynı ebeveyne sahip, aynı ortamda büyümüş ve birbirinize yakın yaşlarda olsanız da siz beyazken kardeşiniz siyah, yani tam zıttınız olabiliyor. Hannah bunu okuyucuya çok iyi aktarmıştı. İnanç, umut, aşk, kardeşlerin arasındaki o eşsiz bağ... Hepsini tek tek hissettim. Bazı yerler beni o kadar etkiledi ki, kitabı bırakmak zorunda kaldım. Tek başıma olsam bırakmaz, doya doya ağlardım ama toplum içinde bunu yapamıyorsun. :D Kristin benim favori yazarlarımdan... Sanki yazdığı kötü bile olsa, kötü diyemeyecekmişim gibi geliyor. :D Eğer hala okumadıysanız, bu kitapla başlayabilirsiniz. Ateşböceği Yolu ya da Gece Yolu kadar etkilememiş olsa da çok güzeldi. ^^

Sana Soyundum (Crossfire, #1)
Neptün'ün Oğlu (Olimpos Kahramanları #2)
Neptün'ün Oğlu (Olimpos Kahramanları #2)

9

Kitap bittiği için o kadar üzgünüm ki... Seriye ve içindeki o mükemmel dünyaya veda etmeye bir adım daha yaklaşmış oldum. Ana serinin ilk iki kitabını orta okuldayken okumuştum. Canavarlar Denizi'ni beğenmeyip, bıraktığımı hatırlıyorum. :D Artık o zaman çocuklukla nasıl beğenmemiş, ne beklemişsem. :D Çok uzun bir sürenin ardından geçen sene aklıma esti ve devam etmeye karar verdim. İyi ki devam etmişim çünkü kesinlikle mükemmel kitaplar, mükemmel bir yazar. Olimpos Kahramanları'nın ilk kitabında Percy kayıpken Yunan Melez Kampı'nda yaşananları; Leo, Piper ve Jason'ın hikayelerini okumuştuk. Neptün'ün Oğlu'nda ise Roma Melez Kampı'nı ve Yediler Kehaneti'nde bahsi geçen yedi melezden diğer ikisini -Hazel,Frank- tanıdık. Roma geleneklerini, kurallarını okumak gerçekten çok zevkliydi. Rick bence hangi coğrafyayı anlatırsa anlatsın sevdirmeyi becerebilir. Yazının buradan sonrası spoiler içerir. Leo'nun Sammy olması? Ya da Sammy'nin daha önce yaşadığını düşünürsek... Sammy'nin Leo olması? Aradaki bağlantıyı okumak için sabırsızlanıyorum. Acaba ne olabilir diye düşündüm ama mantıklı hiçbir şey bulamadım. Spoiler bitti. Kitaptaki asıl olaylar, Mars'ın yani Savaş Tanrısı Ares'in kampa gelerek oğlu olan Frank'i sahiplenip, ona Ölüm'ü kurtarma görevi vermesiyle başlıyor. Bu görevde Frank'e, Percy'nin de eşlik etmesini istiyor. Frank ve Percy, yanlarına Hades'in kızı olan Hazel'ı da alarak zorlu bir yolculuğa başlıyor. Percy zaten kahramanımız... Kitapları okuyup, onu sevmeyen yoktur. Hazel ve Frank'i de en az Percy kadar sevdim. Aralarındaki aşk çok masumdu. İkisi de yavaş yavaş kendini keşfedip, yapabileceklerinin farkına vardıkça onları okumak çok daha zevkli bir hale gelmeye başladı. Harpya -bir şeyleri kapıp kaçan kanatlı dişi yaratık- Ella'yı da çok sevdim ve kendisine hayran oldum. Okuduğun her şeyi ezberden söyleyebilmek müthiş bir şey olurdu. Athena'nın İşareti'ni okumak için sabırsızlanıyorum ama yine de mümkün olduğunda geciktireceğim. Bitsin istemiyorum. Eğer hala başlamadıysanız hiç zaman kaybetmeyin. Fantastiğe ve mitolojiye ilgisi olan herkesin beğeneceğini düşünüyorum.

Işık Tanrıçası (Tanrıça, #3)
Işık Tanrıçası (Tanrıça, #3)

7

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/04/kitap-yorumu-isk-tanrcas.html Yanlış hatırlamıyorsam P.C. Cast okumaya orta okulda, Gece Evi Serisi'yle başlamıştım. O zamanlar müthiş bir vampir akımı var tabii... Okumak için hepimiz birbirimizle yarışıyoruz. :D Gece boyu kitapları okur, okulda da bütün gün "Eriiiiik, Eriiik... Allah'ım bize de nasip et. Ama aslında Edward daha iyiydi sanki, o da oluuuur." diye dolaşırdık. :D Serinin son iki kitabını okumadım. Şu an için okumayı da düşünmüyorum çünkü gerçekten çok uzadı. Normal bir kitabın yüz sayfasında anlatılan olaylar, o seride dört yüz beş yüz sayfada anlatılıyor. Keşke Cast, tadında bıraksaydı da güzel hatırlasaydık. Gelelim Tanrıça Serisi'ne... Ben kesinlikle Tanrıça'yı, Gece Evi'nden çok daha fazla seviyor ve başarılı buluyorum. Zeus, Poseidon, Hades, Artemis, Afrodit... İsimlerini ilk duyduğum, mitoloji diye bir şeyin varlığından haberdar olduğum ilk andan beri sürekli araştırır, okurum. Daha önce hiç direkt Apollon ve Artemis'i konu alan bir kurguya denk gelmemiştim. Her ne kadar başta Artemis'e uyuz olmuş olsam da sonlara doğru sevmeye başladım. Apollon deseniz apayrı bir dünyaydı. Ben çok sevdim. Kitap, Zeus'un, Tanrı ve Tanrıçalar'ın insani duygulardan iyice uzaklaştığını düşünerek, dünyaya açılan bir portal oluşturmasıyla başlıyor. Portal, hafta sonları açık kalacak ve bütün ölümsüzler bu zaman dilimini insanların arasında geçirecektir. Asma Tanrısı'nın kıskançlığıyla dünyaya hapsolan ve o süre zarfında güçlerinin hiçbirini kullanamayan Artemis ve Apollon'un yolu, bir bilim kurgu yazarının çılgın hayalini gerçekleştirmek için yolu Vegas'a düşmüş tasarımcı Pamela'yla kesişecek. Pamela, her ne kadar işinde başarılı, hayata karşı ayakta durmayı becerebilen güçlü bir kadın olsa da bir tarafı çok kırılgandı. Bence yazarımız, bu yönünü okuyucuya çok iyi aktarmış. Apollon da tıpkı Pamela gibi içten içe çok yalnız ve yaralıydı. İkisinin birbirlerini ve aynı zamanda gerçek benliklerini keşfetmelerini okurken keyif aldım. :D Apollon ve Pamela'dan daha çok sevdiğim bir çift vardı ki, sonları beni çok üzdü. Onlar için daha farklı bir şeyler olmasını bekliyordum ama hiç tahmin ettiğim gibi gelişmedi olaylar. Kitabın sonunu da çok sevmedim. Böyle bir belirsiz, buruk bitti. Ben daha kesin, "onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine" tadında bir şeyler bekliyordum. -,- Bir Bahar Tanrıçası kadar olmasa da genel olarak güzeldi. Eğer seriyi hala okumadıysanız bir şans verin derim. :') "Güneş Tanrısı'nın öğrenmesini istediğim ders şudur: Yanmanın tek bir yolu yoktur."

Sana Teslim Oldum
Sana Teslim Oldum

6

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/03/kitap-yorumu-sana-teslim-oldum-anna.html Belki bu sefer historical okumayı severim diye başladım, yine olmadı. Zavallı kitap kaç gündür elimde sürünüp duruyor. Bu tarz kitaplarda anlatılan yerleri, yaşanılan çevreyi, giyim ve konuşma tarzlarını çok seviyorum ama bunların dışında beni çeken hiçbir şey yok. Belki de genel olarak işlenen konuların aşk olmasından dolayı sevemiyorumdur çünkü günümüz aşk romanlarını okumayı da çok tercih etmiyorum. Sana Teslim Oldum, Diana Carrick isimli bir dulun Lord Burnley ile kendi çıkarları doğrultusunda bir anlaşma yapmasıyla başlıyor. Diana'nın yapması gereken şey gayet açık: Ashcroft Kontu Tarquin Vale'nin sevgilisi olup, ondan hamile kalmak. Karşılığında ise doğduğu günden beri adeta taptığı Cranston Abbey malikanesine sahip olacak. Tabii ki hiçbir şey anlattığım kadar kolay olmuyor. Çünkü sevgili Diana'mızın hesaba katmadığı bir şey var: duyguları... Güçlü bir kadındı Diana, onu pek fazla düşünmüyordu. Sadece günbatımında. Sonra bir de gündoğumunda ve sabah, öğle, ikindi ve akşam vakitlerinde... Açıkçası ben kadın karakterimizi çok sevdim. Böyle pısırık, kendine güveni olmayan karakterlerden değildi. Zaten öyle olsaydı böyle bir anlaşmaya cesaret edemezdi. Ashcroft'u da sevdim ama bir o kadar da sinir oldum. Kız seni kullanmış, kandırmış sen hemen "Ben Diana'sız yapamam." moduna giriyorsun. Tamam aşk pek çok şeyi affeder ama bu kadar da çabuk değil. Kendini konuşmaya zorladı. "Şehre... şey... görüp geçirmek için geldim." "Ne güzel. Peki ama size göre ben bu şehrin gezilip görülecek yerlerinden biri miyim, Londra Kulesi gibi mesela?" İkilinin arasında geçen konuşmaları okumak oldukça zevkliydi. Bu konuşmalar da olmasa muhtemelen sıkılır ve kitabı yarım bırakırdım. Aslında historical geçmişim üç ya da dört kitap olduğundan benim için değerlendirme yapmak çok zor. Çünkü kafamda karşılaştırabileceğim bir şey yok. O yüzden sadece sevdiğim ve sevmediğim yerlere göre puan vereceğim.

Beni Seç (The Selection, #1)
Beni Seç (The Selection, #1)

7

Beni Seç, uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Konusu, kurgusu, saray hayatıyla modern çağın teknolojisinin ve kelimelerinin harmanlanması oldukça ilgi çekiciydi. Ama keşke sevgili Kiera Cass, olayı bir aşk üçgenine döndürmekten ziyade o sarayın içinde dönen entrikalara falan daha çok odaklansaydı. Öylesi daha güzel olurdu. İlerleyen kitaplar belki bu şekilde gelişiyordur, şu an için hiçbir fikrim yok ama yine de kitabı sevdim. Devamını okumayı merakla bekliyorum.

Duygu (Bir Türk Masalı, #1)
Duygu (Bir Türk Masalı, #1)

5

http://kralicekitap.blogspot.com.tr/2015/03/kitap-yorumu-duygu-isl-parlakyldz.html Şu kitabı okurken en az yirmi kere, "Allah'ım yeter artık, bayılacaaaağım!" diyerek kapattım. Nasıl yarım bırakmadım, inanın bende bilmiyorum. Bundan çok daha iyi kitapları yarım bırakmışlığım var ve şu an onlara büyük bir haksızlık yaptığımı düşünerek, üzülüyorum. Samimi olarak söylüyorum ki kitap üç yüz, bilemedin üç yüz elli sayfalıktı. O kadar tekrar ve o kadar gereksiz detay vardı ki... Yazarımız uzatmış da uzatmış. Bir kere kitap benim için başlar başlamaz bir hayal kırıklığı oldu. Tamam, Duygu'nun başına gelenler gerçek hayatta yaşanabilecek şeyler ya da çevremizde Sedat gibileri de var ama bu tarz konuları işleyeceksen bence biraz daha insanların mantığına oturabilecek şekilde yazacaksın. Ben pek çok yeri fazla hayal ürünü buldum. Kitaptaki diyaloglar çok günlük ağızla yazılmıştı ve çok fazla argoya kaçıyordu. Hele Sedat... Bir erkek hiçbir zaman bir kadınla bu şekilde konuşmamalı. Bir kere olur dedim iki kere olur dedim ama bu tarzı kitap boyunca devam etti. O yüzden hiçbir şekilde kendisini sevmediğim gibi, Duygu'yla arasındaki aşkı da sevemedim. Başlarda Duygu bilmiyorken "dokunmaya kıyamamak" tadında masumdu fakat sonradan öyle bir hal aldı ki... Aralarında geçen tek konuşma yatak muhabbetiydi. Okudukça bana fenalıklar geldi. Kitap altı yüz altmış sayfaysa çok rahat yetmiş seksen sayfası hatta daha bile fazlası bu konuşmalardan ibarettir. Beni rahatsız eden başka bir noktaysa yazarın kendi reklamını çok detaylı bir şekilde yapmış olmasıydı. Bu kadar detaylı bir anlatım yerine böyle ufacık, tatlı bir gönderme yapsaydı keşke... O zaman hem bu kadar eğreti durmazdı hem de insanlardan bu kadar tepki almazdı. Neyse bu kadar olumsuzluk yeter... Aralarında en çok sevdiğim karakter kesinlikle Ali'ydi. Şebekliği ve konuşma tarzıyla çok tatlıydı. Bekir de iyiydi ama o daha böyle ağır abi havalarında olduğu için hiç o gözle bakmadım. Selma'ya olan aşkı çok güzeldi. Yani bu devirde kim kimi o kadar bekler ki, helal olsun... Ali'mi okur muyum, inanın hiç bilmiyorum. Aslı'yla aralarında geçenleri çok merak ediyor olsam da böyle bir anlatım tarzına bir beş yüz altı yüz sayfa daha katlanabilir miyim emin değilim. Türk yazar okumaya yeni yeni ısınan biriyim. O yüzden ön yargılı davranıyor da olabilirim ama benim zevkime çok hitap eden bir kitap olmadı.