Muhteşem bir kitap, çok bilgilendirici ve sarsıcı. Bilimsel verilerle sıkmıyor, aşırı duygusallaşıp gerçeklerden uzağa gitmiyor. Her şey yerli yerinde ve yeteri kadar anlatılmış. Yazar niyetini çok açık belli etmiş. Bir de romanlarında kullandığı yenilikçi teknikleri uygulamış yazar, bu da okuma keyfini arttırıyor. Söylenecek yazılacak çok şey var; lakin şunu söylemek gerekiyor: Beslenme tercihleriniz ne olursa olsun bu kitabı mutlaka okuyun.
Bu kitap sözcüklere adanmış, onların öldürücü ve iyileştirici gücüne. Kısa cümlelerle de etkileyici bir dil kurulabileceğini gösteriyor bu harika kitap. Hızla gidiyor, akıyor; ama zihinde kalıcı bir yer ediniyor, çünkü renkleri, kokuları ve sesleri zihninize yerleştiriyor. Kitap kişileri yanıbaşınızda beliriyor. Yazın ve sinema dünyasında sıkça tüketilen Nazi Almanyası zamanını bambaşka bir bakışla sunuyor, etkiliyor. Çevirisi de güzel. Selim Yeniçeri, ne aşan ne de eksilten bir üslupla çevirmiş, tam kararında. Tabi bazı yerlerde sorun yok değil: "Bodrumdan Gelen Sayfalar" adlı bölümde "Standover" sözcüğü "Haraççı" olarak çevrilmiş, düz anlam olarak doğru ama hikayede "başımda dikilen" anlamında kullanılmış sözcük: "All my life I've been scared of men standing over me. I suppose my first standover man was my father, but he vanished." Kitaba dair tek olumsuz şey Martı Yayınları'nın kapak seçimi olabilir. Eserin naifliğinden fersah fersah uzak ve kaba bir kapak. Encore Yayınları'nın tercih ettiği kapak çok daha güzel.
Owen onyedisinde zeki bir genç. Zihin ve düşünme eylemi üzerine düşünüyor. Mühendislik okumak istiyor. Yaşama dair her şeyi bildiğini sanıyor. Nerede okuyacağına ne yapacağına karar vermiş. Öyle farklı biri olmaya da çabalamıyor, herkes gibi olup görünmez olmak istiyor. Ama bir gün Natalie ile karşılaşıyor ve her şey allak bullak oluyor. Natalie müzikle uğraşan farklı bir kız ve farklı olmanın önemli olduğunu düşünüyor. İki genç insanın farklı işleyen zihinleri, onları birbirine çekiyor. Çok güzel bir dostluk doğuyor aralarında; ta ki... Hiçbir olağanüstü öğe içermeyen olağanüstü bir kitap bu. Kısacık: Hepi topu 92 sayfa ama sizi geçmişinizde bir yerlere götürüp eski hislerinizi hatırlatmaya yetiyor. İnsana dair, onun hayata bakışına dair, gençliğe dair, ebeveynlere dair, aşka dair çok güzel sözler söylüyor kitap; naif ama çok gerçekçi. Bir kerede hızla okunuyor kitap, dili çok sade ama anlattıkları derin; o yüzden iki kere okunmayı hakeden, her okumada farklı bir niteliğini gösteren önemli bir eser. Karşılaşırsanız mutlaka edinin. Çevirisi de güzel, sadece bir kaç yerde bağlaç olan "de" ve "her şey" bitişik yazılmış o kadar. Bir kaç alıntı: "Küçük çocukların akıllısı da kafası çalışmayanı da aptaldır işte. Aptalca şeyler yaparlar. Akıllarından geçeni pat diye söyleyiverirler. Düşünmedikleri bir şeyi söylemeyi öğrenmemişlerdir henüz. Bunu daha sonra, yetişkinliğe geçip, yalnız olduklarını anladıkları zaman öğrenirler." "Tekrar güldü ve bana baktı. Sadece bir saniye. Ama baktı ve gördü. Kendisinin neye benzediğini görmek için bakmıyordu bana, benim neye benzediğimi görmek için bakıyordu. Benim için son derece sıra dışı bir şeydi bu." (Bu alıntı içerik olarak pek bir şey ifade etmese de sözcük seçimi beni hayran bıraktı. Owen az önce yemek yemiş, yerken de lokmalar ağzında büyümüştür, isteksiz isteksiz bitirmiştir rostoyu. Ve sonrasında şöyle der:) "Aşağıya inip, hala ağzımın içinde hissettiğim o et parçasının hayaletiyle, 'Ben biraz arabayla dolaşacağım' dedim ve dışarı çıkıp yeni arabama atladım." “Bir taş gerekiyordu. Tutunacak, ayakta duracak bir şey. Katı, somut bir şey. Çünkü her şey yumuşamaya yüz tutuyor, pelteleşiyor, bir bataklığın içinde sislere gömülüyordu. Sis, dört yandan çörekleniyordu. Nerede olduğumu bile bilmiyordum.” "Yaşamın anlamı nedir diye sorular sormanın bir yararı olmadığına karar verdik; çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur ve yaşamın yanıtı siz, kendinizsinizdir." "Önceden de oldu yüce anlarım. Bir kez geceleyin parkta yürürken, yağmur altında, güzün. Bir kez çöl ortasında, yıldızlar altında, ekseni üzerinde dönen yeryuvarına döndüğüm gün. Kimileyin düşünürken, sadece düşünüp tartarken olup biteni. Ama hep yalnız. Kendi başıma. Bu kez yalnız değildim. Yüce dağ başında bir arkadaş vardı yanımda. Bir şey yok, hiçbir şey yok bundan üstün. Ömrümce görmesem de bir daha, eh diyebilirim yine de, bir kez orada bulundum."
Tanrı'yla kafa bulan şeytan'ın insan bedenindeki bir aylık sergüzeştini konu edinen eğlenceli, kışkırtıcı ve bir o kadar da karmaşık kızıl kitap. Hakkında söylenebilecek onlarca güzel şeyin yanı sıra bu kitabın en güzel yanı o kusursuz çevirisi. Böylesine karmaşık ve kültürümüzden uzak öğeler barındıran bir eseri, dilimize sanki Türkçe yazılmış hissi uyandıracak kadar akıcı ve hoş çeviren “Nur Yener”in ellerine sağlık, zihni dert görmesin! Kitaba gelirsek; 222 sahifelik bu güzide kızıl kitabın üzerine kurulduğu temel, pek bildik: Şeytanın bir insan bedeninde yeryüzüne inmesi. Çoksatar birçok yazarın ellerinde, aylarca konuşulacak, müthiş tempolu ve çekici bir kitap haline dönüşebilecek bu konu, “Glen Duncan”ın o sınır tanımayan, yerinde duramayan zekâsının hâkimiyetindeki yetenekli ellerinde, eğlenceli olduğu kadar kafa-işletici de bir deneyime dönüşüyor. Romanın anlatıcısı Lucifer'in ta kendisi. Böyle olunca, çılgın, eğlenceli ve Tanrı'ya dair fazlasıyla cüretkâr bir anlatım tarzı hâkim oluyor kitaba: "İhtiyar ilk günden itibaren güvensizdi. İlahi Reis’in İlahi Anüs’ünü sıkıntıdan kurtararak evreni, kulakları sağır eden göksel bir uyum içinde o’nun pek-hoş-bir-adam olduğunu haykıran, 301.655.722 yaltakçıyla doldurdu. (haa, sırası gelmişken, bizim sayımız budur. Bizler yaşlanmayız, …" "Ne kadar çok üstün yanı olursa olsun, o'nun kesinlikle hiç mizah duygusu yoktur. Mükemmellik buna meydan vermez. (nükteler hayal edilebilir olanla gerçekte olan arasındaki mesafeyi kat eder, bu ister istemez gerçekte kendi hayal edebildiği her şey olan bir varlık için mönüye dahil değildir -onun ..." "Eğer elde ettiği her şey baştan garantiyse, pekala bir müzik kutusu da kurabilirdi." "Ben gururlu biriyim -şu gururum çok abartıldı- fakat aptal değilim. Eğer tanrı beni yok etmek isteseydi, bunu yapabilirdi. Cia ve saddam'dır o." Anlatıcının şeytan olması, beraberinde, anlamakta zorluk çektiğimiz ilahi tartışmaları da getiriyor; bunun yanında kitabın doğrusal ilerlemesini de engelliyor; çünkü Lucifer, insanlık ve evren var olmadan önceki(eski zaman) anılarını ve insanoğlunun varoluşuyla birlikte başlayan (yeni zaman) yaşantısına dair anılarını, karmaşık bir şekilde konudan konuya atlayarak aktarıyor ve böylece yukarıda bahsettiğim, ortalama okuyucuyu oldukça etkileyecek, çoksatar konu da bu karmaşık ve oradan oraya sıçrayan entelektüel ifadelerin içinde etkisini yitiriyor. İyi ki de öyle oluyor, çünkü geriye, içi boş afili bir kitap yerine, sabırlı, nitelikli ve edebiyatperver okuyucu için, dopdolu eğlenceli bir kitap kalıyor. Hadi hayırlı olsun.