Okuduğum Fantastik kitaplardan çok ayrı bir yere girdi. Hepsinden farklıydı. Aynı şeyleri okumaktan sıkılmışsanız bire bir ilacı bu kitap.
Nathan'ı okurken üzüldüm. Tek başına hayatta kalmaya çalışması doğduğundan beri istenmediğini açıkça hissetmiş olması etkiledi beni. Ayrıca o kadar çok acı çekti ki benimde okurken yüzüm buruştu kalbim sızladı. -Özellikle Game of Thrones'un küçük bir çocuğun diri diri yakıldığı sahneyi izledikten sonra psikolojimi siz düşünün.- Ninesi ve iki üvey kardeşi açısından her ne kadar şanslı olsa da meclis ve diğer bütün çevresindeki insanların davranış biçimleri sinirlerimi zıplatmaya yetti. Herkes bir şey karşılığında harekat edip durdu.
Ak Cadılar , sözde içlerinde iyilik olanlar. Kesinlikle tam tersi davranışlarıyla Kara olmaya laiklerdi. Ama ya Karalar bahsedilen gibi kötü değilse? Kafam allak bullak. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum.
Betimlemelere ve iç seslere çok fazla yer verilmiş olmasına rağmen kitap su gibi aktı. Tek sıkıntım, karakterler arasındaki bağları çok hissedemedim. Sadece Ninesi ve Nathan arasındaki ilişkiyi benimseye bildim. Diğerleri fazla ilgimi çekemedi. Bu söylediklerim yazarın dilinden kaynaklandı. Sanki biraz özensiz yazmıştı.
Aksiyonu bol bir kitaptı. Özellikle son sayfalarda çok heyecanlandım ve üzüldüm. 'İkinci kitabı mutlaka okumalıyım!' dedirten bir sondu.
"Ninem bardakları doldurmak için çaydanlığı eline aldı. "O kafayı yemiş yaşlı cadının teki," dedim. "Aileden başka kimse davet edilmemiş. Onu tanımıyorum ve Meclis'in izni olmadan da hiç bir yere gidemem." Arran'a sırıttım. "Yani, tabii ki gidiyorum."
'İşin Püf Noktası aldırmamak. Acıya aldırmamak, hiçbir şeye aldırmamak.'
"Küçük oğlanları esir etmiyormuş zaten, onları yiyormuş."
"Ciddi misin?"
Ellen başını sallayıp yutkundu."Benim duyduğum bu." Başka bir cips seçip bana baktı. "Çiğ değil ama. Önce pişiriyormuş." :))