galip, “ben âşık oldum kardeşim,” dedi.
“farkındayım,” dedim.
“ilk defa âşık oldum.”
“onu da biliyorum.”
“ne yapacağım?”
“hiçbir şey,” dedim. “oturup çorbanı içeceksin.”
“hayır,” dedi. “nuran hemşire için ne yapabilirim?”
“hiçbir şey yapamazsın. belki şarkı sözlerine biraz daha dikkat edebilirsin bu aralar.”
“başka?”
galip’in muhabbetin ucunu bırakmaya niyeti yoktu.
“başka?” dedi yine.
duymamış gibi yaptım, çorbamı içmeye devam ettim.
“başka?”
“başka bir şey yok galip.”
ertesi akşam kayalıkların orada oturuyorduk yine. galip, “nuran hemşire için ne yapabilirim?” diye sorup durmaya devam ediyordu. ben de önce duymuyormuş gibi yapıyor sonra elinden bir şey gelmeyeceğini anlatmaya çalışıyordum. en sonunda kayalıkların dibine işerken dayanamadım, “yapabileceğin tek şey var galip” diye seslendim. “o da oturup sessizce acı çekmek. bütün gerçek âşıklar gibi.”
“tamam” dedi. der demez de alnındaki dikişleri söktü. yüzü gözü bir anda kan içinde kaldı. arabaya koştum, torpido gözünde petrol ofisi’nden eşantiyon verdikleri kâğıt mendil kutusu vardı. bütün tomarı çıkarıp yanına koştum, alnına bastırdım.
“ne yaptın galip!”
“acı çek dedin.”
“soyut bir acıdan bahsediyordum.”
anlamamış gibi baktı, “göğsünün ortasında hissedeceğin bir acıdan bahsediyordum galip,” dedim. “bütün kaderini bir insana bağlamanın kederinden bahsediyordum. kansız bir acıdan bahsediyordum. ruhunun kanayışından bahsediyordum. illa kanlı bir acı olması gerekiyorsa tabii.”
galip anlamamış gibi bakıyordu. belki de maddi acıyla manevi acı arasındaki farktan haberi yoktu. tekrar hastaneye gittik.