Bu kitapla ilgili söyleyeceğim o kadar çok şey var ki aslında... Nereden başlasam bilemiyorum...
Öncelikle belirteyim yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve çok beğendim.
Dili oldukça sade, arada öyle cümleler var ki kendinizden satırlar okuyorsunuz...
ve yazarın bakış açısı çok gerçekçi; bir şeyleri romantizm maskesi altına gizlememiş, aşkı arkasına saklanılan bir mabet haline getirmemiş. Gerçi kitaptan aklımda son kalan şeylerden biriydi aşk... Çok daha başka sorgulamalara itiyor kitap insanı.
'Ne gibi' dediğinizi duyar gibiyim, şöyle ki:
Aile olmak ne demek diye durup düşündürüyor...
Aynı çatı altında yaşayıp, aynı çaresizliği paylaşmak aile olmaya yeter mi...
Kitaptaki geçmişe dönüşler en çok etkilendiğim bölümlerdi.
Moskof Recep'le Kara Hatice'nin mutsuz evliliği, aile içi şiddet, yoksulluk, kenar mahallelerin tanıdık çaresizliği...
Belki çok bilindik şeyler ama gerçek şeyler de aynı zaman da...
Mehmet, Narin ve Şadiye... Üç kardeş... Üç farklı karakter...
Büyüdükçe babasına benzeyen Mehmet; gözyaşı hep hazırda bekleyen kendi gölgesinden bile korkan Şadiye ve etrafındaki tüm olumsuzluklara rağmen kendi gerçeği için savaşan Narin...
Bir de lacivert montlu çocuk var ki, yıllar sonra bir hayalet gibi geçmişin sancısını sürüklüyor ardından.
Ve Deniz... Kardeş olmanın kan bağını şart koşmadığının en güzel örneği...
Kitabı kapattığınızda ya Deniz gibi olan dostunuz gelecek aklınıza, öyle bir dostunuz yoksa da olmasını dileyeceksiniz canı gönülden.
Geçmiş ayağımızda sürüdüğümüz paslı bir prangadan farksız aslında... Bunu bir kez daha anımsattı bu kitap bana. Ardında bıraktığını sandıkça aynı acının kollarında bulman kendini, bu yüzden belki de. Geçmiş takılı kalıyor bazen, bir yerde; geçemiyor...
<<< Hayat engebeli olmaktan çıkıp engebenin kendisine dönüştüğünde, dönebilmek için dünyayı dolaşmanız gerekir >>>