Yorumun aslı için: http://kordugumhayaller.blogspot.com/2012/10/kan-atesi-blood-fever-by-karen-marie.html
Serinin 2. Kitabını daha çok sevdim ben. Bol bol aksiyon, macera, gizem ve romantik bölümler vardı. Tabi yanlış anlama olmasın, Barrons’un romantik anlayışına göre bir romantiklik vardı. Ama olsun bana yetti. Ne de olsa o, her haliyle karizma ;)
İlk kitap heyecanlı bir şekilde bitmişti. İkinci kitap ise bizi merakta bırakırcasına, normal bir gün ile başlıyor –Mac ne kadar normal bir gün yaşayabilirse işte. Ama yanlış anlaşılmasın sonradan olan olaylarla sıkılmaya vakit bile kalmıyor. O kadar dolu dolu maceralarla geçiyor ki! Okurken başka bir şey olmaz artık diyemiyor insan çünkü son ana dek hatta kitabın sonunda bile kızımıza bir rahat yüzü yok. Ya sürekli başına bir bela geliyor ya Barrons ondan bir şey yapmasını istiyor ya V’lane rahat bırakmıyor ya da Lord Master’ın adamları onu arıyor ya da avcılardan endişeli ya da…. Ahh, ben şuncağız şeyleri yazarken bile yoruldum ama yazar inananın hiç yorulmuyor.
Barrons’u bu kitapta daha çok sevdim. Mac’a karşı daha iyiydi. Onun hakkında birçok şey öğrendik. Bol bol güldü bu kitapta. Ama ben en çok kıskanç hallerine bayıldım. Tüm bu olanlara ve bilgilere rağmen hâlâ gizemli yakışıklı klansmanını sonuna kadar koruyor. Kitap boyunca Barrons’un “ne” veya “kim” olduğunu kendinize bolca sorsanız da cevap alamıyorsunuz. Hele tahmin yapmayı hiç denemeyin. Zira kendisi tüm haşmetiyle ve her seferinde tüm tahminlerinizi yerle bir ediyor. Benim buna rağmen bir iki tahminim var ama ben de saklı. Eğer olur ki, hani mucize eseri ne olduğunu öğrenirsek o zaman ben de kendi yorumumu bildiririm.
V’lane. Onu da unutmamak lazım. Bu kitapta bir iki sefer çıksa da karşımıza onlarda da işe yaradı. Kızımızın hayatını kurtardı her ne kadar bu çıkarı için gözükse de bence kızımıza boş değil. Tabi kibirli prens bunu tam kabul etmiyor ama bir şeyler çıtlatıyor kızımıza. Onu seviyorum desem olmaz sevmiyorum desem olmaz ortası desen hiç olmaz. Onun hakkında ne düşüneceğimi tam bilmiyorum. Bence Mac de benimle aynı fikirde. Çünkü birinci kitaptan sona onun hakkında çok olmasa da yeterli bir iki bilgi öğreniyoruz.
Fiona konusunda haklı çıktım. Pis kocakarı ne olacak. Başına gelenleri hak etti. Kendi kuyusunu kendi kazdı. Kızımızı az kalsın öldürüyordu. Neyse ki V’lane vardı. Ama bu onu kurtarmaya yetmedi. Artık fazla olmaya başladı zaten. Yedi tekmeyi eyvallah :)
Daha önce yaşlı kadın olarak söz ettiğim kişinin kim olduğunu öğreniyoruz, Rowena. Onun hakkında da doğru bilmişim. Kendisi sidhe kahinlerinin başı –gerçi o söylemedi ama biz anladık. Ama çarpık bir anlayışı var. Kısacası Fiona’dan sonra sevmediğim ve sevmeyeceğim bir diğer karakter.
Yeni sevimli bir karakter ile tanıştık. Kendisi Dani ve genç bir sidhe kahini. Herkesin ona büyük gibi davranması istese de çocukça şeyler yapıyor. Yine de siz bunları dediğime bakmayın kendisi tam tamına 47 fae öldürmüş. Çok hareketli ve kendine özgü güçleri olan biri. Ben sevdim ama kendisini sadece 2 kere görüyoruz.
İlk kitapta ne kadar düşman gittiyse merak etmeyin, bu kitapta yerine bir o kadar da kişi geliyor. Kızımız ve Barrons’un başı her zamanki gibi beladan kurtulmuyor. Tabi tek sorun canavarlar değil. Bir ara kızımızın babası geliyor ve bir dedektifin ölümü konusunda karakola alınıyor. Bu kızın çilesi hiç bitmiyor. Hatta bir ara öldü sanılan bir düşman kızımızı kaçırıyor ve ölümden kıl payı kurtuluyor. Kurtulmak için yaptığı şey ise kırk yıl düşünsem bu kız bunu yapar demeyeceğim bir şey! Tam bundan ilginci olmaz derken o da ne? Lord Master kızımızın kılına zarar vermeden onu bırakıyor hem de onun kendisi için düşündüğünden de büyük bir tehdit olduğunu gördükten sonra! Peki niçin? Sadece Barrons “kız benimle kalıyor” dedi diye. Bir afalladınız değil mi? Bunlar daha hiçbir şey. Siz bir de kitabın sonunu okuyun da görün.
Kitapta sinir olduğum o gelecekten geçmişe karışma işi bu kitapta yoktu ya da vardı ama beni rahatsız etmedi. Bunun düzelmesine sevindim çünkü ilk kitapta beni biraz soğutmuştu. Bunun dışında kızımızın yaşadığı o kadar olaya rağmen hala salak olmasına, gözünün tam önündekini görememesine ve bunun yüzünden sadece kendini değil, sevgili Barrons’u da tehlikeye atmasına sinir oluyorum. Tamam, ilk kitaptaki kadar saf ve salak değil ama hala sinirime dokunuyor. Kendini kaybetsin, siyah olsun demiyorum, sadece biraz şu gökkuşağı renklerini azaltsın yeter. Sonuçta tüm renklerden vazgeçerse karşısında savaştıklarından ya da sevmediğim uyuz ihtiyar Rowena’dan bir farkı kalmaz.
Kitabı şiddetle okumanızı öneriyorum. Gerçekten çok güzeldi.