Bu kitabı iki açıdan değerlendirmek gerekiyor. Kitabı klasik bir roman olarak düşünüp, ondan heyecanlı bir macera, insanı alıp götüren fantastik bir öykü beklerseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Bu konuda sizi kesinlikle tatmin etmeyecektir. Kitabı bir edebi eser olarak düşünürseniz, sizi bir yere kadar tatmin edecektir. Kitabı uluslararası başarıya götüren yönü de bence budur.
Kitap yeni bir şeyden mi bahsediyor, bence hayır. Örneğin Yunus Emre bin yıl önce sormuş zaten Sarı Çiçeğe...
Yunus Emre, William Blake ve Nasrettin Hoca'dan esinlenilmiş bilgi kırıntılarının içine Küçük Prens'in gülünü, Efes'deki Meryem ve Artemis'i de katıp İstanbul'da Topkapı Sarayı yakınındaki sufi izlenimli bir otelde -Amerikan tenceresinde- bir yemek pişirilmiş gibi bir izlenim doğurdu bende bu eser.
Her şeye rağmen kitap ne öyle göklere çıkarılacak kadar özel bir eser, ne de yerlerde süründürülecek kadar basit bir eser olarak görünüyor. Ortalarda bir yerlerde duruyor...