Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Tueblue Benimde sizin fikirlerinize katıldığım yerler var, katılmadığım yerler var. Bunlardan, bakış açısıyla alakalı olanlara sözüm yok lakin bazı noktalarda azim bilgi yanlışlarına düştüğünüzü gördüm. Haddim olmayarak aziz Türk milleti adına size cevap vereceğim. Zira bahsettiğimiz mevzular şahıslarla değil, binlerce yıldır mevcudiyetini ve şahsiyetini devam ettiren medeniyetimizle alakalıdır.
İlk olarak ölü bir dildir diye tavsif ettiğiniz Osmanlıca diye bir dil tarihin hiçbir safhasında mevcud olmamıştır ki ölüdür veya diridir diye hakkında hüküm verilebilsin. Türk milletinin tek bir dili olmuştur o da Türkçe’dir. Osmanlı, Türk milletinin devlet-i ebed-müddet geleneğinin kemal safhasında gelmiş bir hanedan ismidir. Dünya tarihinde bana bir dil gösterin ki o dil hanedan ismiyle anılır olsun. Osmanlıca var olursa pekala Selçukluca, Karahanlıca, Memlükce diye diller de vardır diyebilmeliyiz. Mesela Arapça için zamanında bu milleti idare etmiş olan hanedan isimleri verilerek Emevice, Abbasice denildiğini işittiniz mi? O zaman dilimiz Türkçedir ve kıyamete kadar da öyle kalacaktır.
Türkler imparatorluk sahibi olma nimetine erişen birkaç milletten birisidir. İmparatorluk sahibi milletlerin karnı geniş olur. İhtiyaç gördüğü şeyi alır ve onu kendi kültüründe yıllarca yoğurarak kendine mal eder. İmparatorlukların hareket tarzı dar görüşlü ve bulunduğu havzadan hiç çıkmayan korkak milletlerin hareket tarzı ile mukayese edilemez. Türkler sadece toprakları değil, gönülleri de fethettiler. Bunun tabii bir neticesi olarak da kelimeleri ve manaları da fethettiler. Bu sebepledir ki Türkler gayet vakur bir şekilde Arapça, Farsça, Rumca, Çince vs. dillerden kendilerinde eksiklik gördükleri tarafları tamamlamışlar ve bundan gocunmamışlardır. Bir dil için Arapça, Farsça ve Türkçe’ den mürekkeptir demek kelimenin tam manası ile safsatadır. Dili dil yapan kelimelerin ırki mensubiyetleri değil telaffuz şekli ve cümle kurma şeklidir. Bu yüzden ecdadımız Arapça ve Farsça kelimeleri olduğu gibi kullanmamışlardır, onları Türkçeleştirmişlerdir. Binlerce misali var zikredecek değilim.
Sanırım İngiliz dilini biliyorsunuz. Bilmem denk geldiniz mi İngilizlerin “Bahtiyardır o İngilizce ki onda bütün dillerden kelime vardır” manasında bir sözleri var. Demek ki dile kelime kazandırmak iftihar kaynağı olmalıdır.
Bir diğeri bugün bile yazı dili ile konuşma dili arasında fark hangi dilde yoktur? Şiir, makale, roman, hikaye gibi edebi eserleri bakkaldan alışveriş yaparken ki kelimelerle mi kaleme alıyoruz? Öyle yapıyorsak yanlış yapıyoruz. Bugün dekanın, profesörün, bilim adamının, diplomatın, hakimin kaleme aldığı yazılar bütün halk tabakasını muhatap alarak mı yazılıyor veya öyle yapılıyorsa bile bütün halk tabakası tarafından anlaşılıyor mu? Osmanlı, Selçuklu, Karahanlı, Gazneli zamanında da hal bundan farklı değildir. Müderrisin, muharririn, muallimin kelamı daha zengindir ve öyle olmalıdır. Zira biz günlük ihtiyaçlarımızı ifade etmek için değil, dünyayı idare etmek için söz söylüyoruz. Biz ibtidai seviyede bir kabile lisanı kullanamayız.
Türkçe’nin gelişememe diye bir durumu yoktur. O yüzden sebep de zikredilmez. Ecdad bize en ince his ve fikirleri dahi yazıya ve konuşmaya dökebilecek vasıfta bir dil bırakmıştır. Kullanmazsak kendimiz kaybederiz, gelecek nesiller kaybeder. Diğer dünya lisanlarını görünce aşağılık psikolojisine kapılırlar. Malum Ali Şir Nevai Türk lisanının Acem dilinden üstün olduğunu ispat etmek için Mukametül Lügateyn isimli bir eser telif etmiştir. Bende diyorum ki Ali Şir Nevai Türk dilinin sonraki asırlarda kesbettiği fesahatı, belağatı görmüş olsaydı Türkçenin Arapçadan üstün olduğunu iddia ederdi.
Ama bugün Türklerin dil bakımından zayıf olmasının en büyük amili Kemalist inkilaplardır. Harf inkilabı, arı dil, güneş-dil nazariyesi derken lisanımızı batağa sapladılar. Lisan meselesini siyasete alet ettiler. Sanki Türkçe babalarının çiftliği imiş gibi cebren tasarrufta bulundular. Kısır Türkçe bilgisine onlar sebep oldular. Türkçemiz lügatlerde kaldı diye fatura Osmanlıya kesilemez. Bu hususta iki tarafında(zira tarafsız eser bulamazsınız, “bi-taraf olan bertaraf olur” diye bir kibar-ı kelamımız vardır) yani lisan inkilabını destekleyenlerinde şiddetle muhalefette bulunanlarında iddialarını dinleyiniz. Tarih hükmünü verdi, siz de kendi hesabınıza hükmünüzü verin.
Ve yine size soruyorum madem ki Osmanlı zamanında kullanılan Türkçe millete değilde mezkur eşhasa aitti(padişahlara, saray mensuplarına ve alimlere diyelim) nasıl oluyor da Osmanlı İmp.’nun izmihlalinden 70 küsur yıl sonra dünyaya gelmiş olan ve pek çok açıdan bilgi fakiri olan ben önceki yazımda istimal ettiğim kelimelerle sizin nazar-ı dikkatinizi celbedebildim?
Biz demiyoruz ki herkes Kemalpaşazade veya Ebussuud Efendi gibi şeyhülislamların veya Naima, Peçevi gibi vakanüvistlerin veya Nabi, Nef’i gibi şairlerinin dilini bilmelidir veya konuşmalıdır. Lakin Yahya Kemal, A.Hamdi Tanpınar,Samiha Ayverdi’ nin dili de anlaşılmayacaksa bırakalım hepi topu 8500 küsur kelime bulunan Divan-ı Lügatit-Türk Türkçesi ile konuşalım. Bu mudur terakki, böyle mi olur inkişaf?
Divan edebiyatı hakkında ki fikriniz de pek garip. Hep aşk meşk gibi gayet yavan bir ifade kullanmışsınız. Zannediyorum ki bu düşünceniz aşk hakkındaki yetersiz tefekkürünüzden kaynaklanıyor. Ekseri kimselerin yaptığı gibi beşeri-ilahi diye aşkı tefrik edip hepsi birbirinin kopyası olan sözler söylemeyeceğim. Aşk vardır, parçalanamaz, sınıflandırılamaz, sınırlandırılamaz. Bizim anlamadığımız nokta aşk değil, tecellisi çeşit çeşittir. Yani aşık tekmil kainata, insanlara, hayvanlara, bitkilere, suya, havaya, ateşe, toprağa, taşa aşk penceresinden bakan adamdır. Medeniyetimizi imar ve inşa eden şairlerimizi kainatın yaratılma sebebi olan aşktan, hissedar oldukları kadar, kelimelerin kudreti yettiği kadar bahsettikleri için tenkid edip yermeli miyiz?
Sizi bilmem ama benim ecdadımın pek çoğu aşık kimselerdi. Kimi bunu adil idaresi ile izhar etti, kimi at üstünde bin atlı akınlarda elinde kılıçla, kimi şiirle, kimi tezhiple, kimi inşa ettiği cami, medrese, çeşme ile kimi musiki aletleri ile, kimisi de (benim de en sevdiğim ve aşıklar tarafından ulaşılmak istenen kemal noktasıdır) susarak izhar etti. İşte medeniyet dediğin böyle olur. Bir maksat bin farklı yol…Bu şair aşıklardan birisi şanlı Fuzuli bakın aşkı nasıl tarif ediyor:
İlim kesbiyle paye-i rif’at
Bir hayal-i muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var alemde
İlim bir kıyl ü kal imiş ancak
Yani bizzat divan şiiri hayatın ta kendisinden bahseder. Kainattan, onun zübdesi olan insandan, hak ve hakikatten, hikmetten bahseder.
Bir başka yanlışınız Türkçeyle yazılan tıp, astronomi, mimari,fen bilimleri,teknoloji kitapları yoktur demenizdir. Bildiklerim var, bilmediklerim var. Bu mevzu da Osmanlı müelliflerini anlatan eserler mevcuttur. Bakılır var mıdır yok mudur ortaya çıkar. Fakat iş felsefe olursa milletim adına birkaç şey söylemezsem olmaz.
Türk milleti ezelden beri imana sahip bir millettir. Fetret devirleri olmuştur. Fakat kısadır ve mevzumuzun dışındadır. Abbasi devletinden beri Resullullah Efendimizin Cenab-ı Hakk’ın katından getirip tebliğ ve tebyin ettiği umdelere sıkı sıkıya bağlanan ve Allah’a şükür kahir ekseriyeti doğru yoldan asla ayrılmayan Türk milletidir. Felsefe bana göre akıl vasıtasıyla Hz. Allah’ı bulma gayretinden başka bir şey değildir. Fakat bizzat filozof sözü: Her arayan bulamaz. Öyleyse bizim felsefeye ihtiyacımız yoktur. Biz Müslüman Türkler dinimizin esaslarını hayatımızın bütün merhalelerine tatbik ettik ve dünyaya hükümran olduk. Allah(c.c)’ nün ismini insanlara duyurmak için can verdik yine veririz, kan döktük yine dökeriz. Nizam-ı alemi temin meşgalemiz arasında felsefi eserler veremedik diye zinhar sızlanmayız. Bizim felsefe ile ilişkimiz filozoflara reddiye yazmaktan ibarettir. Fakat meydanı tamamıyla boş bırakmış da değiliz elhamdülillah. Ciltlere sığmayan reddiyeleri bakın bir divan şairimiz nasıl izah etmiş:
Bin safsata bir mısra-i bercesteye değmez
İndimde esatir-i (E)Felatun hezeyandır. Yenişehirli Avni Bey
Atamızı tanır, mukeddesatımıza sahip çıkarsak, tekrar şahsımıza münhasır karakterimize bürünürsek alemde rakibimiz yoktur. Bu iş Batı mukallitliği ile olmaz. Vesselam…
*Cehaletime verin “öykünmek” diye bir kelime kullanmışsınız ne demektir?
Anlamın korunması kadar yazım da önemli bence. Cümlenin devrikliğinden, kelimelerin yanlış yazımından dolayı anlamak için bir daha okumam gereken cümleler oluyor bazen. Şu ana kadar okuduğum kitaplarda Can Yayınları'nın ve İletişim Yayınları'nın çevirileri fena değildi.
En son Shakespeare'in Soneler'ini Oda Yayınları'ndan okudum. Zaten şiirleri orijinal olmayan dilden okumak anlamını ve etkisini çok kaybettiriyor ama bu yayın çok tekdüze ve kelime açısından fakir bir dil kullanarak daha da kaybettirmiş. YKY ise Soneler'i hem İngilizcesi hem de Türkçesiyle aynı kitap içerisinde yayımlamış ve çevirisinin kelime seçimi daha iyi. Soneler'i okumak istiyorsanız YKY'yi öneririm.
Hey hat! Farklı dilde bir kitabı sevdiren de çeviridir, illet ettiren de çeviri. Romanlarda "çok da mühim" olmayan çeviri sanatı inceleme, araştırma,felsefe,... içerikli kitaplarda can damarı. Resmen çevirmenin tutsağısınız.
Şuan okuduğum Anthony Giddens'in Modern toplumlarda cinsellik kitabı sayesinde de anladım ki bundan sonra çevrimen ve basım evlerinde özellikle dikkat etmem gerekiyor.
Var mı sizide böyle illalh ettiren çeviri mağduru kitaplar.
Üniversitede, branşımla ilgili olarak, İngilizce'den Türkçe'ye birçok çeviri yaptım. Asau arkadaşın örneklerle çok güzel belirttiği gibi en temel kural okuyucuya okuduğunun başka dilden çeviri olduğunu unutturmak esasında; bir metni kelimesi kelimesine çevirmek değil, anlamı bütünüyle verebilmek. Bu da kolay bir iş değil tabii... Ben en son Cemal Süreyya'nın Vadideki Zambak çevirisinde hüsrana uğradım, çok iyi olacağını umduğum çeviri bana hiç tat vermedi. Oldukça şiirsel ve ağdalı bir dil kullanmış şair, eserin özüne de sadık kalmak için muhtemelen, ama maalesef anlam kaybolup gitmiş.
Bu yorum silinmiş
Söylediğinize katılmakla birlikte her zaman ayrı etkiyi yapmıyor. Mesela Dostoyevski'nn Karamazov Kardeşler'i ucuz olduğu içi anı sanı duyulmayan bir kitap evinden aldım. Yarıda bırakmak zorunda kaldım. Çevirisinin iyi olmadığını düşünüyordum. Sonra aynı kitabı İş Bankası dan Hasan Ali Yücel çeviri olarak aldım. 200 sayfa okuyabildim. Sonrası yarım kaldı. Aynı olayı Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ında da yaşadım. Bazen ne çeviri ne kadar iyi olursa olsun kitabı yarım bırakabiliyorsunuz.(Benim tarzımla ve kişiliğimle ilgili de kitapları yarıda bırakmış olabilirim). :D
romanlarda tırnak için de çok da mühim olmayan ifadesi aslında bir ironiydi.. elbetteki çeviri türü hangisi olursa olsun kitabın ruhu. hatalı çeviriler bu ruhu hortlağa çevirebiliyor : ) kimse alınmasın lütfen, olur mu: )
Kırmızı ve Siyah adlı romanı okuyamayıp yarım bıraktım çeviriden olduğunu düşündüm, doğrusu başka bir yayınevi ve çevirmenle tekrar da denemedim. Ancak yukarıda ahmet_coskunn yorumunu okuyunca; belki de sorun çeviri değildi :) Çevirmene de haksızlık etmek istemem!!!
revizyondan önce İthaki'nin Fahreheit 451'i skandaldı. ısrarla "entellektüel" gibi yazım yanlışları beni çileden çıkarmıştı. Yeni baskılarda sorun yok sanırım. Ki aslına bakarsanız son zamanlarda hatasız çeviri bulmak epey zor. Şuan Marslı'yı okuyorum, yazım yanlışları epey can sıkıcı olsa da acele çıksın diye uğraşırken olmuş fikriyle rahatlayabiliyrum.
Mesela aklımda kalan Zaman Çarkı'nda çevirmen doğum sırasında geçen "push!" kelimesini "itin!" diye çevirmişti, bence facia, ama birçok insan rahatsız olmayabiliyor kelimenin "ıkın!" olmayışından.
7. Papirüs bir roman olmasına rağmen çevirisi berbattır. Roman için çevirir önemli değil mi? Bazı romanları çevirmek için o dile çok hakim olmak gerekiyor.