Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Tercüme eserlerin ekserisinde görülen bu sıkıntı mütercimlerin kendi dillerine kamil manada vakıf olmamasından kaynaklanıyor. Bir dili bilmek onun nahvini(gramer)bilmekten ibaret değildir. Dilin kendine mahsus inceliğini aksettiren kelimeleride idrak etmek lazımdır. Zira dil bilmek lügat bilmektir. Batı dillerinden lisanımıza tercüme edilen eserlerde müşahede edilen bu meş'um fiil aynıyla Arapça ve Farsça eserlerin tercümesinde de görülmektedir. Umuma ve hususiyetle gençlere hitap edebilsin diye mesela 10 bin kelime ile tahrir edilen(yazılan) eseri 2 bin kelimeyle(bu kelimelerin yarısı da Türkçe'de esasen bulunmayan ve cumhuriyet devrinin lisan politikası hengamında icad edilen uydurma kelimelerdir) Türkçe'ye tercüme etmek fikri ve manayı katletmektir. Netice olarak şunları söyleyebiliriz ki mütercimler bu hususta şiddetle hassas olmalıdırlar. Eserin musannıfı,müellifi tercümeyi gördüğü takdirde memnun ve mesrur oluyorsa mütercim yüz akıyla bu işten sıyrılmış ve muvaffak olmuştur.Yoksa...
Caine fikir olarak olarak sana katılıyorum. Ama öykünmeye çalıştığın yazı tarzına hiç katılmıyorum. Osmanlıca bir ülkenin bir milletin dili değildir. Osmanlıca denilen yazı dili Arapça, Türkçe ve Acemce kelimelerden oluşur. Yaşayan bir dil hiç olmamıştır. Osmanlıca Ölü Bir Dildir. Osmanlı Padişahları ve okur yazar kısımı Osmanlıca Divan edebiyatı geliştirirken bile Çağatay Türkçesi konuşurlardı. Türkçe'nin gelişememesi zaten bu Osmanlıca merakımız neden olmuştur. Osmanlıca dilini diriltmeye çalışmak bir Mısır Mumyasını canlandırmaya çalışmaya benzer.
Ayrıca anlaşılır, kısa ve gösterişsiz sözcükler kullanılan yazılar ile de inanılmaz derecede felsefi fikirlerde yazılabilir. Ama içeriği zayıf bir yazıyı gösterişli kelimeler ile süslemeye de çalışmak mümkündür.
Divan Edebiyatımız çok güzel eserler içerir ama tümü aşk ve meşk içeriklidir. Osmanlıca eserler içerisinde bir tane Felsefe, Teknoloji, Fen Bilimleri, Mimarlık, Tıp konusunda gelişim sağlamış bir eser bulamazsınız. Gerçekten okunacak eserler Arap bilim adamlarının eserleridir. Özellikle Endülüs'teki Arap Bilim adamlarının çalışmalarını ileri götüren Avrupalılar bir çok icatları başardılar.
Fikirlerine katıldığımı söylemiştim. Kendi dilini bilmeyen kendi dilinde Edebi bir dil kullanmayan insanların yaptığı çeviriler tabii ki tatsız yemek misali olur. Çeviri sadece sözcüklerin bir dilden ötekine çevrilmesi değil, bir kültürün öbürüne çevrilmesidir. Kültürler arasında uzlaşı sağlamayarak kelime kelime çevrilmiş bir eser ağızda tatsız bir his bırakır.
Türkçe bilmeyen birinin çevirdiğini düşündüğüm kitaplara denk geldim ne yazık ki. Dikkat etmek lazım.
Anlamın korunması kadar yazım da önemli bence. Cümlenin devrikliğinden, kelimelerin yanlış yazımından dolayı anlamak için bir daha okumam gereken cümleler oluyor bazen. Şu ana kadar okuduğum kitaplarda Can Yayınları'nın ve İletişim Yayınları'nın çevirileri fena değildi.
En son Shakespeare'in Soneler'ini Oda Yayınları'ndan okudum. Zaten şiirleri orijinal olmayan dilden okumak anlamını ve etkisini çok kaybettiriyor ama bu yayın çok tekdüze ve kelime açısından fakir bir dil kullanarak daha da kaybettirmiş. YKY ise Soneler'i hem İngilizcesi hem de Türkçesiyle aynı kitap içerisinde yayımlamış ve çevirisinin kelime seçimi daha iyi. Soneler'i okumak istiyorsanız YKY'yi öneririm.
Güzel şeyler yazmış arkadaşlar, bu konu çok su kaldırır ama burası yeri değil. Konuyu açan arkadaş çeviri hataları olan kitapları yazın demiş. Benim karşılaştıklarımı yazsam çok yer alır! Neyse ben de çeviri ile ilgili bir kaç şeye deyineyim:
Şu yayınevi, şu kişinin çevirileri iyi veya kötü genellemesi çok yanlış. Bu yanlışa çok düşülüyor. Yani şu yayınevinin tüm çevirileri iyi, şununki kötü gibi toptancı düşünce tarzı yanlış. Bu tarz bir düşünce hiç doğru ve sağlıklı bir düşünce değil. Aslında bir önceki cümle ile çelişecek bir şey yazacağım şimdi! Bazen bazı yayınevlerinin çevirilerin çoğu kötü olmuş oluyor. Bu konuda benim dikkatimi Oda Yayınları çekti. Bu yayınevinden okuduğum pek çok kitabın çevirisi kötüydü. Yayınevinin çevirilerinin genelde iyi olmamasının nedeni, iyi çevirmenlerin olmamasından değil, işi ucuza yapma kurnazlığından kaynaklanıyor. Bu tür kitabı biraz inceleyin, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız! Gerçekten kötü çevirmenler de var, ama bunu yayınevinin tüm kitapları ile veya çevirmenin tüm çevirdikleriyle ilişkilendirmek doğru olmaz.
Bence önemli olan çevirmenin çevirdiği kitabın özgün diline hakimiyeti değil, önemli olan çevirdiği kitabın felsefesine hakim olması. Bir hukuk kitabını, dili kötü olan ama hukukçu olan birinin çevirmesi, dili iyi olan ama hukukçu olmayan birinin çevirmesinden daha iyi sonuçlar verebilir. Çok iyi çevirmenler vardır, ama çok iyi çevirmen olan birinin hakim olduğu dildeki her kitabı çok iyi çevirebilir düşüncesi doğru olmaz.
Genelde çevirmeden anladığımız şey tercüme eylemidir. Bir kitabı şerh etme becerisini gösteremeyen birinin o kitabı tercüme etmemelidir kanımca!
Çeviriyle ilgili temel sorunların aslında dil eğitiminin yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Üniversitelerin dil bölümlerinin adları dikkatinizi çekti mi? Türk Dili, Fransız Dili, Arap Dili değil de, Türk Dili ve Edebiyatı, Fransız Dili ve Edebiyatı'dır. Ne hikmetse Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan biri genelde Fransız Dili bölümünde okuduğundan emindir ama Edebiyatı kısmıyla pek ilgili değildir. Genelde bu bölümlerde dil eğitimi yapılır, edebiyat ikinci plandadır, hatta bazen hiç umurumuzda bile olmaz edebiyat. Bir de Dil bölümleri çift dal olmalıdır. Saçma mı? Fransız Dili ve Edebiyatı okuyan biri Türk Dili ve Edebiyatı da okumalıdır. Sen Türk Dili ve Edebiyatına hakim değilsen Fransızcayı yutsan ne yazar. Çeviriyi Fransızcaya göre değil Türkçeye göre yapacaksın. Aslında çeviriyi Türkçeye göre değil Türkiye Kültürü ve Edebiyatına göre yapacaksın. Eee, o zaman demek ki Türkçeye ve Edebiyatına hakim olman gerekir ki Fransızcadan iyi çeviri yapabilesin.
Çeviri işi gerçekten zor iş. Bazen sorun çevirmenden kaynaklanmaz. Sorun yazardan kaynaklanıyor gibi görünse de aslında sorun çeviridedir yine de, ama sorun çevirmende değildir mesela, nasıl yanii?!!. Örneğin Simyacı'da özgün dilinde bir kentde birilerinin kulelerden şarkılar söylediği yazıyor. Ama aslında yazar kendi kültürüne yabancı bir olgudan bahsediyor. İslamın bazı ritüellerinden. Yazar için bu olguların bir karşılığı yok. Onun için cümledeki tüm kelimeleri temel anlamıyla kullanıyor. Yüksek bir yapı temelde bir kuledir ve oradan gelen nameli sesler de şarkıdır, türküdür. "Kulelerden şarkılar söyleniyor" cümlesi özgün dilinden Türkçeye doğru çevrilmiştir aslında ama yanlıştır. Aslında yazar o cümleyi şöyle yazıyor ve kurgu dünyasında da o olguyu böyle konumlandırıyor: "Kulelerden şarkılar söyleniyor". Ama (o cümle bizim kültürümüzde) şu kastediliyor: "Minarelerden ezanlar okunuyor". Ama aslında bu çeviri yazarın algı dünyasına göre doğru değildir, "kulelerden şarkılar söyleniyor" doğrudur, "minarelerden ezanlar okunuyor" yanlıştır. Şimdi sorun çevirmende mi, çeviride mi, yazar da mı?. Bu işler çok karışık işler, çeviri zor iş zorrr...
@ asau arkadaşım çok haklısın. Çeviride sadece kelimelerin değil kelimelerin anlamlarının da çevirmesi gerekiyor çevirmenin. Ünlü İngiliz değişi "kedi köpek yağıyor" u kelime olarak çevirirsen çeviri doğru olur. Ama İngilizce bilmeyen bir Türk için anlamı havada kalır. O deyimi Türkçe'deki "Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor." diye tercüme edersen herkes anlar. Bazı kelimelerin ise Türkçe'de karşılığı olmuyor. Mesela Harry Potter'ın Zümrüdüanka Yoldaşlığını orjinalden okurken "Eggnog" kelimesini araştırmam gerekmişti. çünkü bizde onun karşılığı bir kelime yok.
Çevirileri en güzel yapanlar kendileri de şair ve yazar olanlardır. Çünkü şair ve yazarlar dilin kullanımına ve edebiyata, duyguların sözcüklerle yansıtılmasına, betimlenmesine çok daha yakın insanlardır.
Üniversitede, branşımla ilgili olarak, İngilizce'den Türkçe'ye birçok çeviri yaptım. Asau arkadaşın örneklerle çok güzel belirttiği gibi en temel kural okuyucuya okuduğunun başka dilden çeviri olduğunu unutturmak esasında; bir metni kelimesi kelimesine çevirmek değil, anlamı bütünüyle verebilmek. Bu da kolay bir iş değil tabii... Ben en son Cemal Süreyya'nın Vadideki Zambak çevirisinde hüsrana uğradım, çok iyi olacağını umduğum çeviri bana hiç tat vermedi. Oldukça şiirsel ve ağdalı bir dil kullanmış şair, eserin özüne de sadık kalmak için muhtemelen, ama maalesef anlam kaybolup gitmiş.
Yazılanlara baktığımda öyle birşey gördüm ki, garipsedim.Yazılanları değil, halimizi. Demek ki bizler çeviri kitapları okurken (elbette istisnalar var) ayndaki sureti seyrediyoruz. Yada tv seyretmiş gibi oluyoruz. Şöyle ki, dilin ruhuna kadar, iliğine kemiğine hakim kişi, kitabı bir okyanus misali düşündüğümüzde, zerrelerine kadar o serinliği hissederken, bizler , ben gibi dil bilmeyen "garibanlar", okyanusu tv den seyredip suretiyle yetiniyor, serinlemek adına, içinde deniz geçen anılara başvuruyoruz. Galiba bunun için bir dil bir insan, iki dil insan deniyor.
O halde çeviri bir sanattır diyebilir miyiz?
Çeviri konusunda başka bir açmazımız daha var Türk halkı olarak. Edebiyat özü gereği akışkan bir sanat dalı.Akışkanlıktan kastım belirli bir hacmi yok. Şöyle ki edebi metinler, şiir, roman, hikaye vs, okuyucunun anlam dünyasında şekillenen girdiği kalıbın şeklini alan, kelime deryası. Ben bir metinden farklı bir anlam çıkarabiliyorken, siz bambaşka bir anlam keşfediyor olabilirsiniz. Elbette özünde vermek istediği mesaj ile nettir, ancak onun bizim anlam dünyamızda uyardığı çağrışımlar bambaşka. Örneğin un dediğimizde herkes aynı şeyi anlar, ama un kullanıldığı yere göre bambaşka şeylerin ortaya çıkışına eşlik eder.
Edebiyat, kelimeler aracılığı ile bunu yaparken takdir edersiniz ki kullandığı kelimeler de bu enstrümana uygun olarak esnek ve şiirsel olmalıdır.
Bir keman sesi şiirsel ise, eşlik ettiği senfonide şiirsel olmalıdır. Diyeceğim o ki , Türkçe olarak, benim gözlemlediğim kadarıyla bizim kelimelerimiz daha net ve kaya gibi. O şiirselliği Türkçe kelimelerde yakalayamıyorsunuz. Ancak kelimeler birleşip bir paragraf oluşturduğunda bunu hissedebiliyorsunuz ki bu sanırım Türkçe'nin bir eksiği.
Örneğin aşiyan,kelimesi. TDK'ya baktığımızda yuva olarak Türkçe'de yer aldığını görüyoruz. "Aşiyan" kelimesi ne kadar akustik bir argüman ise "yuva" o kadar net. Aşiyan farsça kökenli bir kelime. Yuva ise öz Türkçe,kökeni "uya".
Hali ile aşiyan kelimesinin verdiği o coşkulu anlatımı yakalayabilmek için uzunca bir kelime komitesi hazırlamanız gerekiyor.
Şunu da unutmamak lazım ki diller yaratıcılarının ve kullanıcılarının karakterini yansıtır
Bence bir kitabı başka bir dile çevirince kitabın anlam bütünlüğü bozuluyor aynı durum şiirler içinde geçerli başka bir dile çevrildi mi ahenk bozuluyor.En iyisi kendi ana dilinde okumak ama o da mümkün değil tabii yabancı dil bilenler için ayrı.
@ pamuk prenses bir insan en az 3-5 dil en fazla 10-12 dil öğrenebilir. Tüm öğrendiği dilleri de tam manasıyla öğrenemez. Ama bu dünyada okunacak bir sürü dilde bir sürü eser var ve halen yeni eserler veriliyor. Dünya Edebiyatı sadece İngiliz ve Amerikan Edebiyatı ile sınırlı değil. İş sadece İngilizce öğrenmek ile sınırlı olsa herkes İngilizce öğrenirdi. Ama dünyada milyonlarca hatta milyarlarca kişinin konuştuğu Çince, Japonca, Rusça, İspanyolca, Fransızca, Portekizce, İtalyanca, Arapça, Acemce, İbranice, Fince, Danca, Norveççe, İsveççe, Hintçe, Urduca dillerinde yazılmış eserleri okumaktan vaz mı geçmeliyiz? Vazgeçemeyiz. Hatta bir sürü yeni ele geçen Antik Yunan, Antik Mısır, Latince, Aramice eserler var. Tabii ki bunların çevirileri yapılacak. Ama işinin ehli insanlar tarafından yapılmalı bu çeviriler ki eserin anlam bütünlüğü bozulmasın.