Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Onun gibi yaşayan biri için hayat kölelikten başka şey değildir, onun gibi yaşayamayan biri içinse özgürlüktür.
Sizin ayağınız bir ağacın yanında sımsıkı yere basıyor, gençlik ve güzellik içinde. Gözlerinizde dünyanın derdi, üzüntüsü yansıyor, skatule skatule hejbejte se oyununu oynuyoruz sizinle, ben gölgede usulcacık bir ağaçtan bir ağaca ilerliyorum, yolun orta yerindeyim, siz bana sesleniyor, tehlikelere dikkatimi çekiyorsunuz, beni yüreklendiriyor, benim ürkek adımlarımı görüp dehşete kapılıyorsunuz, bana oynadığımız oyunun ne kadar ciddi olduğunu anımsatıyorsunuz - ama benim elimden bir şey gelmiyor, yıkılıyorum derken, yerde uzanmış kalıyorum. Hem içimden yükselen korkunç sesleri, hem sizi işitemiyorum aynı zamanda, yalnızca içimden yükselen sesleri işitebiliyorum, onları emanet edebilirim size, dünyada başka kimseye değil, bir tek size.
Diyeceğim doğum günün için pek de iyi hazırlanmamış, her zamankinden de kötü bir uyku uymuştum, başım ateş içinde, gözlerimin feri sönmüş, şakaklarım zonkluyordu, öksürüyordum üstelik. Sanıyorum doğum günün için uzunca bir dileği senin orada öksürmeden söyleyemezdim. Neyse ki bir dilek gereksiz; yalnızca bir teşekkür bu dünyada olduğun için; daha baştan bu dünyaya bakıp (görüyorsun, benimde dünyayı öyle fazla bildiğim yok; ancak, senden farkım ben bunu saklamıyorum), daha baştan bu dünyaya bakıp senin içinde bulunabileceğini düşünemezdim doğrusu. Ve bu dünyada olduğun için sana teşekkür ediyorum (böyle mi olur teşekkür?) bir öpücükle istasyondaki gibi tıpkı. O vakit hoşlanmamıştım bundan (ama bugün nasılsa dik başlılığım üzerimde).
İçindeki şeytanın kendisine eziyet ettiği insan, bunun acısını hiç düşünmeden en yakınındakinden çıkarır. Böyle anlarda tam bir esenlik içinde olmak istiyor, bunun üstesinden gelemeyince de kendinizi işe yaramaz biri diye niteliyorsunuz. Tanrının buyruklarına aykırı böyle bir şeyi istemeye nasıl cesaret edebilirsiniz. Daha kimse üstesinden gelemedi bunun, İsa bile örneğin. Yalnızca şöyle diyebildi İsa: "Peşimden gel!" Bir de şu büyük sözü (ne yazık ki pek doğru alıntılayamayacağım): dediğimi yap; göreceksin, bu bir insanın değil, Tanrının sözüdür. Ve sadece peşinden gelenlerin içlerindeki şeytanları kovup uzaklaştırabildi İsa. Ama bunu da sürekli başaramadı, çünkü peşinden gelenler kendisini bırakıp gidince, etki gücünü yitirdi, "hedef" de gözden kayboldu böylece. Diyeceğim -size hak vereceğim tek şey bu- İsa da şeytanın ayartısından yakasını kurtaramadı.
Bir bakıma senden bağımsız durumdayım, çünkü sana karşı bağımlılığım sınır tanımıyor. "Ya hep, ya hiç," fazlasıyla büyük bir söz benim için. Ya sen benimsin, o zaman her şey yolunda demektir, ya da kaybederim seni, benim olmaktan çıkarsın, o zaman iş kötüye varmakla kalmaz, her şey çıkıp gider elimden, o zaman ne kıskançlık kalır, ne hastalık, ne korku ne de başka bir şey. Dolayısıyla, bir insana bu kadar bel bağlamak hiç de hoş değil, onun içinde bir başkasına bu kadar güvenmenin temellerinin sağlamlığına ilişkin bir korku sinsice yuvarlanıyor insanın içine; ama seni kaybetmekten duyulan bir korku olmaktan çıkıyor bu, bir başkasına böylesine güven beslemeyi göze almaktan duyulan korkuya dönüşüyor. Dolayısıyla (ama bu da sanırım doğuştan böyledir) senin o sevimli yüzündeki ifadede öylesine bir tanrısallık yer alıyor ve seni kendini savunma gücüyle donatıyor.
Mektubunuz geldi, mektubunuzun mutluluğu! İçindeki bütün diğer şeyler bir yana, bir yer var ki çok önemli: Prag'a dönersem, belki bana artık yazamayacağınızı bildiriyorsunuz.
Başta bunu belirtiyorum ki, bütün dünya özellikle görsün, siz de göresiniz, Milena. Diyeceğim, işte böyle gözü korkutulur bir insanın, üstelik hiç değilse uzaktan bu insanın nedenleri bilinmektedir. Ve bu yetmiyormuş gibi ona karşı içte iyi duygular beslendiği ileri sürülür.
Sonra, sen de beni tanımıyorsun, Milena, işte yineliyorum bunu. Olanlar benim için korkunç, dünyam çöküyor, dünyam yeniden kuruluyor; sen (bu sen benim) bu arada nasıl ayakta kalacaksın, ona bak. Dünyamın yıkılışından dolayı yakınmıyorum, zaten yıkılacaktı, yakınmam yeniden kurulacağı içindir, benim pek güçlü biri olmayışımdandır yakınmam, yeniden doğduğum, güneşin ışığını yeniden gördüğüm için yakınıyorum.
Bana bir yol kalkıp cumartesi gününde ne buluyorsun ki yüreğinde korkuyla onu "iyi" diye niteliyorsun sorusunu yöneltsen, bunu yanıtlamam güçlük doğurmaz: Seni sevdiğim için (seni de, budala, seni de kendi dibindeki minik bir çakıl parçasını denizin sevmesi gibi seviyorum, tıpkı onun gibi sevgimin seli örtüyor üzerini - ve gökler izin verirse senin yanında yine bir çakıl tanesiyim) bütün dünyayı sevgiyle kucaklıyorum, bu dünya içinde sol omzun da var, ama hayır, ilkin sağ omzun vardı, bu yüzden de içimden geldikçe (sen de bluzunu biraz kenara çekip almak lütfunu esirgemedin mi) bir öpücük konduruyorum üzerine... Dolayısıyla, çoktan ikimizin tek bir varlık oluşturduğumuzu söylemekte haklısın ve bundan hiç korku duymadığım gibi benim biricik mutluluğum bu, biricik gururum. Ve söz konusu mutluluğu asla ormanla sınırlamak niyetinde değilim.
Oysa ben bütün zamanımı, hatta bin kat fazlasını, bu kadarı da yetmez, dünyada ne çok zaman varsa hepsini senin için, seni düşünmek, sende nefes alıp vermek uğruna harcamaya bakıyorum.
Prag' da hava biraz kapalı, senden gelen bir mektup yok henüz, kalbim biraz üzgün, şimdiden bir mektubunun burada olması düşünülemez, ama sen gel kalbime anlat bunu.