1950'li yılların ilk yarısı Foucault için, felsefi çalışma dönemi olduğu kadar, aynı zamanda edebiyatı, psikolojiyi ve psikiyatriyi yakından inceleme fırsatı bulduğu bir dönem de olmuştur. Nitekim 1952 ve 1953 yıllarında sırasıyla psikopatoloji ve deneysel psikoloji alanlarında eğitim görüp diploma almış ve sonra Sainte-Anne Hastanesi'nde Lacan'ın seminerlerine katılmıştır.
Michel Foucault, ilk olarak 1954 yılında yayımlanan ve 1962'de gözden geçirilmiş ikinci basımı yapılan Akıl Hastalığı ve Psikoloji adlı bu ilk kitabında, "psikolojinin ancak deliliğin kontrol altına alınabilmesiyle mümkün olduğunu" ileri sürer. Ortaçağ ve Rönesans, deliliği tanrısal bir gücün dışavurumu ve aklın daha üst bir aşaması olarak görüp yüceltirken (Erasmus, Deliliğe Övgü), Klasik Çağ'da deliler, diğer suçlularla bir tutulup akıl hastanelerine kapatılmaya başlanır. Böylelikle deliliği "anlama" çabası yerini "zapt etme" çabasına bırakacaktır.
Kitabın ilk bölümü Foucault'nun, Freud'a ve psikanalitik geleneğe başlarda duyduğu ilgiyi yansıtırken, 1962'de genişletilip tekrar yazılan ikinci bölüm, Foucault'nun düşüncesinde dramatik bir değişimi ortaya koyar. Deliliğin tarihini, toplumsal ve kültürel bir çerçevede inceleyen Foucault, kendisini psikanalitik geleneğin dışında konumlandırır ve daha sonraki çalışmalarında hâkim olan Freud eleştirisine yönelir.
Althusser'in ricası üzerine öğrenci kitlesine yönelik hazırlanmış olan bu eser, günümüzde Michel Foucault'nun düşünsel serüvenini anlamak isteyenler için belki de en iyi başlangıç metni olarak okunabilir.
(Tanıtım Bülteninden)
1950'li yılların ilk yarısı Foucault için, felsefi çalışma dönemi olduğu kadar, aynı zamanda edebiyatı, psikolojiyi ve psikiyatriyi yakından inceleme fırsatı bulduğu bir dönem de olmuştur. Nitekim 1952 ve 1953 yıllarında sırasıyla psikopatoloji ve deneysel psikoloji alanlarında eğitim görüp diploma almış ve sonra Sainte-Anne Hastanesi'nde Lacan'ın seminerlerine katılmıştır.
Michel Foucault, ilk olarak 1954 yılında yayımlanan ve 1962'de gözden geçirilmiş ikinci basımı yapılan Akıl Hastalığı ve Psikoloji adlı bu ilk kitabında, "psikolojinin ancak deliliğin kontrol altına alınabilmesiyle mümkün olduğunu" ileri sürer. Ortaçağ ve Rönesans, deliliği tanrısal bir gücün dışavurumu ve aklın daha üst bir aşaması olarak görüp yüceltirken (Erasmus, Deliliğe Övgü), Klasik Çağ'da deliler, diğer suçlularla bir tutulup akıl hastanelerine kapatılmaya başlanır. Böylelikle deliliği "anlama" çabası yerini "zapt etme" çabasına bırakacaktır.
Kitabın ilk bölümü Foucault'nun, Freud'a ve psikanalitik geleneğe başlarda duyduğu ilgiyi yansıtırken, 1962'de genişletilip tekrar yazılan ikinci bölüm, Foucault'nun düşüncesinde dramatik bir değişimi ortaya koyar. Deliliğin tarihini, toplumsal ve kültürel bir çerçevede inceleyen Foucault, kendisini psikanalitik geleneğin dışında konumlandırır ve daha sonraki çalışmalarında hâkim olan Freud eleştirisine yönelir.
Althusser'in ricası üzerine öğrenci kitlesine yönelik hazırlanm... tümünü göster
Yazar metnini, hastalıkların semptomatolojisi üzerine görüşlerini açıklayarak açmış, bazı temel patolojilerin açılımları, nörofizyolojik ve psikolojik postulatların karşılaştırılması üzerinde durdurtan sonra Psikolojide bütünlük arayışına değinmiş. Psikoz ve nevrozların ayrım kriterlerini belirttikten sonra kişiliğin hem hastalığın geliştiği bir öğe olarak hem de hastalığı değerlendirmek için bir ölçüt haline gelmekte olduğunu belirtmiş.
Regresyonun bilişsel arka planına değindikten sonra, hastalıkların semptomatolojisinin felsefi düzeyde incelenmesine yer ayırmış. Karşıt anlamlılık kavramı üzerinde detaylı ( belki de fazla ) duran yazarın, Klasik Freudyen psikanalizin görüşlerini benimsediği ortada. Jackson, Bleuler atıfları yapan yazar, kaygıyı karşıt değerliliğin dışavurumu olarak almış. Regresyonun, geçmişe doğru bir dönüş değil, şimdiki zamandan kasıtlı bir kaçış olduğunu belirttikten sonra kapsamın döngüselliğini sorgulamış: " Kişi şimdiki zaman sayesinde kendini geçmişinden mi korumaktadır yoksa geride kalmış tarihin yardımıyla şimdiki zamandan mı kendini sakınmaya çalışmaktadır?"
hastalık belirtilerinin arkaik davranış kalıpları olduğunu savunan yazar, varoluşçu, bilişsel ve evrimci ekollerin görüşlerini içeren çıkarımlar yaparken Klasik Freudyen psikanalizinden uzaklaşmadığı son derece açık. Çoğu çıkarım, nörofizyolojiden kopuk, kimi yerde kısmi redlere kadar varan görüşlere sahip. "Normal" ve "anormal" i sosyal bir çerçevede tanımlanın gerekliliğini belirten yazar, tüm bu kavramları kültürün yarattığını ifade etmiş. Antropolojik potansiyeller ve tanımlar üzerinde duran yazar; toplumun, kovduğu veya hapsettiği hastada kendi hasta olabilme potansiyelini görmek istemediğini anomali olarak tanımladığı andan itibaren hastayı dışladığını belirtmiş.
"Deliliğin Tarihi" ' nin cömert bir özetini "delilik ve kültür" pasajını son bölümde okura sunan yazar, modern çağın en büyük günah algısına değinmiş: İşsizlik. Hapishanenin sınıfsal bir baskı aracı olarak kullanıldığını ifade eden yazar, tedavi adı altında ahlaki zincirlere vurulan hastaların sonsuz bir çocuklaştırma ve ceza döngüsüne sokulduğunu ve tıbbi iktidarın arzusu yönünde fütursuzca kullanıldığını belirtmiş. Davranışcılık ekolünün temellerinin 1790'larda atıldığını ima eden yazar, vahşi ahlakçı sadizmi eleştirmiş.Metninde Erasmus, Bosch, Nietzsche, Cervantes, Shakespeare göndermelerinde bulunan yazar, anomalilerin toplumsal eşiklerinin değişkenliği üzerinde durmuş ve kaygıyla çizilen toplumsal ilişkileri tanımlamış. kayıtsızlık uyarıları yaptıktan sonra varoluşçu çıkarımlarla metnini kapatmış.
Ciltsiz, 112 sayfa
2013 tarihinde, Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlandı