Eski usul kitaplarda, özellikle de karmaşık polisiyelerdeki “içindeki karakterler” sayfasını hatrınıza getirin… İşte olabilecek en etkili listelerden biri: Denis Diderot, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire, Baron Paul Henri Thiry Holbach, David Hume, Adam Smith, Jean Le Rond D’Alembert, Laurence Sterne… Daha da uzayıp gidiyor ama gerisi bu sayfanın sınırlarına sığmaz. 18. yüzyılda Avrupa aydınlanmasını ilmek ilmek örenlerin isimleri bunlar… Her biri tuğla gibi biyografilerin öznesi. Şimdi burada sayıyoruz çünkü tek bir kitabın sayfalarına ve en radikal fikirlerin tartışıldığı bir Paris salonuna doluştular. Alman tarihçi ve yazar Philipp Blom’un Cadı Kazanı: Avrupa Aydınlanmasının Unutulmuş Radikalizmi kitabı, zihinlerimize kazınmış bu isimleri ortak bir hikâyede topluyor.
Alışılageldik bir hikâye değil bu. Blom, aydınlanma yüzyılında yaşananların eksik anlatıldığını savunan bir tarihçi. Din, toplum, cinsellik, kadın-erkek ilişkileri, kölelik, yani tartışılmaya değer ne varsa tümünün o dönem çok daha radikal bir şekilde tartışıldığını ama bu radikal fikirlerin üstünün örtüldüğünü söylüyor. Blom’a göre, bize sadece işin posası, yani “orta yolcu” fikirler kalmış; tanınmayı gerçekten hak eden isimler önemsizleştirilmiş, unutulmuş; orta sıklet filozofların görüşleriyse baştacı edilmiş.
Kitaba adını veren “cadı kazanı” işte tam da burada kaynıyor. Büyük filozofların dünyasında kim kimin ayağını kaydırmış; kim kimin arkasından konuşmuş; kim soylulara kredi açarken kim “simit satıp onurlu yaşamış...”
Kilise’yi öldürmek
Paris’in göbeğinde, Royale Saint-Roch Sokağı’nda, Baron Holbach’ın salonundayız… Hizmetçiler, Baron’un dillere destan mutfağında pişen Rouen ördeklerini, sülünleri, tavşan sucuklarını, güvercin etli börekleri, en iyi Bordeaux şaraplarıyla birlikte masaya yığıp duruyor. Erken damlayanlar, sonradan uğrayanlar derken, yirmiye yakın adam, masanın çevresine oturmuş, saatlerce yiyip içiyor. Ve konuşuyorlar elbette… Hıristiyan ahlakçılığını yerin dibine batırıyorlar. Kilise’yi bombardımana tutuyor, günahları, ödül ve cezaları sıfırlayıp Tanrı’yı öldürüyorlar. Bunları ortadan kaldırdıktan sonra “iyi’yi ve ‘kötü”yü yeniden tanımlıyorlar. Esas olanın “haz arayışı” ve “acıdan duyulan korku” olduğunu söylüyorlar.
Bu hararetli tartışmayı yürütenler arasında kim yok ki… Evvela, bugün bizim “Ansiklopedici” olarak bildiğimiz Diderot... İyi, coşkulu ve karizmatik bir hatip; en çok o konuşuyor, hatta diğerlerini gölgede bırakıyor. Düşüncelerini takma isimle yayımladığı (ve büyük gürültü koparan) kitaplarla kuramsallaştırmış bir ateist olan Baron Holbach konuşmanın temel izleğini kuruyor. Döneminin belki en meşhur filozofu İskoç David Hume, misafir geldiği salonda konuşulanların şiddetinden, önüne konan yemeklerinse çeşitliliğinden memnun, ara ara girip tartışmanın yönünü değiştiriyor. Ve nihayet Rousseau… En yakın arkadaşlarından Diderot’yu –yazar Blom’a göre- hayranlık ve kıskançlıkla dinliyor.
Salonda konuşulanların bir meyvesi o ünlü Ansiklopedi. Diderot’nun, 1751-1772 arasında (1759’a kadar D’Alembert’le beraber) cilt cilt yayımladığı; bazı maddeleri devletlerin birbirine ültimatom vermesine yol açan, Kilise’nin çatık kaşla izlediği, düzenin savucularının kıyasıya eleştirdiği Ansiklopedi’nin maddeleri bu masada tartışılıyordu. Konuşulan her şey ansiklopedide birer madde haline gelemiyordu elbette. Blom’un ‘radikal aydınlanmacılar’ diye tanımladığı bu isimler, savundukları “radikal” fikirler yüzünden bıçak sırtında, hapis ve idam korkusuyla yaşıyordu. Mevcut düzeni rahiplerin ve yöneticilerin bir komplosu olarak gördüler; Charles Darwin’den önce (o kadar sistematik olmasa da) evrimciliği, Mary Wollstonecraft’tan önce kadın haklarını dillendirdiler. Düşünün, bu fikirler daha sonra Karl Marx’ı, Friedrich Nietzsche’yi, Sigmund Freud’u etkiledi.
Dananın kuyruğu da burada kopuyor zaten. Blom’a göre Radikal’lerin fikirleri, o devrimci fikirler çağına göre bile fazla devrimciydi; bu yüzden düzenin bekçileriyle çaktırmadan işbirliğine giden isimler tarafından hasır altı edildi; önemsizleştirildi. Kim mi bu işbirlikçiler? Blom, bunların Aydınlanma’nın simge isimlerinden Voltaire ve Rousseau’dan başkası olmadığını söylüyor.
İşte size cadı kazanı… Kitapta Voltaire ve Rousseau’nun fikirlerinin dünyayı o kadar da ‘aydınlatmadığı’, bunların, seküler bir kimliğe bürünmüş Hıristiyan ve ahlakçı fikirlerden başka bir şey olmadığı anlatılıyor.
Blom’a göre Voltaire, fildişi kulesinde oturup kariyerinden başka bir şey düşünmeyen, kendisini aşacağından korktuğu aydınları birbirine düşüren, soylular ve Kilise’yle sürekli bir denge gözeten (denge bozulduğunda da onların tarafında duran; o kadar ki soylulara arada bir borç bile veren) bir kariyeristten başka biri değil. Rousseau daha da kötü; filozof kitapta, duygusal açıdan dengesiz, cinsel açıdan yetersiz; hatta sürekli “altına işediği” için insanların içine karışmaktan korkan biri olarak resmedilmiş. “Radikallikten uzak” düşüncelerininse, yöneticilerin sistemi yeniden kurması ve toplumu hizaya sokması için kullandığını okuyoruz. Yani aydınlanmanın iki kutbu arasındaki mücadeleyi, sistemin tüm kurumlarını bir şekilde muhafaza etmeyi garanti altına alan grup kazanmış. Diderot gibilereyse sade bir “ansiklopedici” sıfatı kalmış. En azından Blom böyle söylüyor.
Cadı Kazanı, etkisi halen süren bu büyük tartışmayı, fikirlerin mücadelesini etraflıca öğrenebileceğiniz, iyi yazılmış ve güzel çevrilmiş bir kolektif biyografi. Daha da iyisi, tanrılar katındaki o koca filozofların, biz normal insanlar gibi dedikodu yaptıklarını, birbirlerine “ayar” verdiklerini ve kıskançlıktan çatladıklarını öğrenmek. Sofrada ölçüyü kaçırıp duran Diderot, sürekli rejim peşindeymiş, daha ne olsun. Hem bir radikal, hem de içimizden biri…
Voltaire uyanık Rousseau sinsi
Şüphesiz Voltaire, Aydınlanmanın en etkili ve en ünlü ismiydi; fakat felsefeye olan katkısı, üstüne bolca iğneleyici bir dil serpiştirilmiş sağduyunun ötesine geçmez. Politik faaliyetleri, onun en çok kendi ününe ve servetine önem veren uyanık bir işletmeci olduğuna kanıttır. Rousseau’ya gelince, düşünür olarak çok daha özgün ve önemlidir, fakat aynı zamanda çok daha sinsi, kendini düşünen ve kendi kendini yiyip bitiren bir zekâya sahiptir.
Eski usul kitaplarda, özellikle de karmaşık polisiyelerdeki “içindeki karakterler” sayfasını hatrınıza getirin… İşte olabilecek en etkili listelerden biri: Denis Diderot, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire, Baron Paul Henri Thiry Holbach, David Hume, Adam Smith, Jean Le Rond D’Alembert, Laurence Sterne… Daha da uzayıp gidiyor ama gerisi bu sayfanın sınırlarına sığmaz. 18. yüzyılda Avrupa aydınlanmasını ilmek ilmek örenlerin isimleri bunlar… Her biri tuğla gibi biyografilerin öznesi. Şimdi burada sayıyoruz çünkü tek bir kitabın sayfalarına ve en radikal fikirlerin tartışıldığı bir Paris salonuna doluştular. Alman tarihçi ve yazar Philipp Blom’un Cadı Kazanı: Avrupa Aydınlanmasının Unutulmuş Radikalizmi kitabı, zihinlerimize kazınmış bu isimleri ortak bir hikâyede topluyor.
Alışılageldik bir hikâye değil bu. Blom, aydınlanma yüzyılında yaşananların eksik anlatıldığını savunan bir tarihçi. Din, toplum, cinsellik, kadın-erkek ilişkileri, kölelik, yani tartışılmaya değer ne varsa tümünün o dönem çok daha radikal bir şekilde tartışıldığını ama bu radikal fikirlerin üstünün örtüldüğünü söylüyor. Blom’a göre, bize sadece işin posası, yani “orta yolcu” fikirler kalmış; tanınmayı gerçekten hak eden isimler önemsizleştirilmiş, unutulmuş; orta sıklet filozofların görüşleriyse baştacı edilmiş.
Kitaba adını veren “cadı kazanı” işte tam da burada kaynıyor. Büyük filozofların dünyasında kim kimin ayağını kaydırmış; kim kimin arkasından konuşmuş; kim soylulara kredi açarken kim “simit sat... tümünü göster
Ciltsiz, 388 sayfa
2014 tarihinde, Sel Yayınevi tarafından yayınlandı