ÖNSÖZ
Kendimi Kommagene Krallığı’nda kaybolmuş gibi hissediyorum. Kommagene Krallığı neresi bilmiyorum. Zaten o yüzden kayboldum ya. Bu gövdesiz başlar diyarına gün batımını izlemeye gelmiş bir kör gibiyim. Ama benim merak ettiğim sadece bir soru var: “Acaba burada çay kaşığı var mı?”
Düşünceler zihnimin içinde birbirine tecavüz ederek zürriyetsiz kelimeler türetiyor. Şairin de dediği gibi, harfsiz ve kelimesiz düşünmek istiyorum. Bu arada birileri kulağıma, “Nirvana’ya ulaşmalısın!” diye fısıldıyor. Diyorum ki onlara, “Boş versenize! Bu aralar herkes oraya gidiyor!”
Bu garip hisler, saçma sapan düşünceler, korkunç baş ve kemik ağrılarıyla beraber, ünlü bir zengine babalık davası açmadığıma pişmanlık duyuyor olmasaydım, kendimi öldüğüme ya da ölmek üzere olduğuma ikna edebilirdim. Ama görünüşe bakılırsa yaşamak üzereyim.
Kimileri stresten uzaklaşıp kafasını dağıtmak için oltasını da alır balığa gider. Stresten öte bir derdiniz varsa bir şişe viski de kafanızı yeterince dağıtabilir. Bilemediniz iki… Uzaklarda sevdiği olanlar cep telefonlarıyla saatlerce konuşarak, çocuklar oyuncaklarıyla oynayarak ve bazıları ise fahişelerin koynunda sabahlayarak dağıtırlar kafalarını. Peki, ya ben?
Maalesef artık hiç kimse işini iyi yapmıyor. Aldığınız olta takımı çok çabuk dağılıyor. Her yer sahte viskiyle doldu. Cep telefonları daha çabuk bozuluyor. Artık çocuklar oyuncaklarla değil, oyuncaklar kendi kendilerine oynuyor. Neredeyse zührevi hastalığı olmayan fahişe kalmadı. Ve bir 357 Magnum artık yakın mesafeden kafanızı yeterince dağıtmıyor. Bunun için Smith & Wesson’ı dava edeceğim.
ARKA KAPAK
Stephan Brooks bir sabah uyandığında kapısının kırılmış ve
evinin alabildiğine dağıtılmış olduğunu görür. Kulaklarında çınlayan
bir fahişenin çığlığı hariç, dün ne olduğuna dair hiçbir şey hatırlamamaktadır.
Ama Stephan'ın aklında dün ne olduğu sorusundan çok daha mühim bir soru vardır:
-- "Acaba burada çay kaşığı var mı?"
O andan itibaren talihsizlik peşini bırakmaz.
Saatler içerisinde başına gelmeyen bela kalmaz.
Yaşadıkları ayrıca kim olduğunu sorgulamasına da sebep olur.
Ama bulduğu cevap daha da büyük bir sorundur.
Stephan ilk başlarda çay kaşığının anlamsız bir takıntı olduğunu düşünür.
Ama sorunlar arttıkça kafasının içindeki çay kaşıklarının da gitgide arttığını fark eder.
Bu yüzden başına gelen her şeyin çay kaşıklarıyla da bir ilgisi olduğunu düşünmeye başlar.
Çay kaşıklarının kaynağı sorunun da kaynağıdır.
Stephan'ın her şeyi halledebilmesi için önünde sadece dört günü vardır.
Bu dört gün içerisinde sorunlarını çözemezse geriye sadece iki seçeneği kalacaktır:
Ölmek ya da yaşamamak… Eğer her şeyi halledemeden ölürse,
ölüm onun için bir son değil, sadece başlangıç olacaktır.
Çay kaşığı ne kadar masum ve zararsız bir nesne değil mi?
Ama siz onu bir de Stephan'a sorun.
Peki, sizin hiç Çay Kaşığı'nız var mı?
ÖNSÖZ
Kendimi Kommagene Krallığı’nda kaybolmuş gibi hissediyorum. Kommagene Krallığı neresi bilmiyorum. Zaten o yüzden kayboldum ya. Bu gövdesiz başlar diyarına gün batımını izlemeye gelmiş bir kör gibiyim. Ama benim merak ettiğim sadece bir soru var: “Acaba burada çay kaşığı var mı?”
Düşünceler zihnimin içinde birbirine tecavüz ederek zürriyetsiz kelimeler türetiyor. Şairin de dediği gibi, harfsiz ve kelimesiz düşünmek istiyorum. Bu arada birileri kulağıma, “Nirvana’ya ulaşmalısın!” diye fısıldıyor. Diyorum ki onlara, “Boş versenize! Bu aralar herkes oraya gidiyor!”
Bu garip hisler, saçma sapan düşünceler, korkunç baş ve kemik ağrılarıyla beraber, ünlü bir zengine babalık davası açmadığıma pişmanlık duyuyor olmasaydım, kendimi öldüğüme ya da ölmek üzere olduğuma ikna edebilirdim. Ama görünüşe bakılırsa yaşamak üzereyim.
Kimileri stresten uzaklaşıp kafasını dağıtmak için oltasını da alır balığa gider. Stresten öte bir derdiniz varsa bir şişe viski de kafanızı yeterince dağıtabilir. Bilemediniz iki… Uzaklarda sevdiği olanlar cep telefonlarıyla saatlerce konuşarak, çocuklar oyuncaklarıyla oynayarak ve bazıları ise fahişelerin koynunda sabahlayarak dağıtırlar kafalarını. Peki, ya ben?
Maalesef artık hiç kimse işini iyi yapmıyor. Aldığınız olta takımı çok çabuk dağılıyor. Her yer sahte viskiyle doldu. Cep telefonları daha çabuk bozuluyor. Artık çocuklar oyuncaklarla değil, oyuncaklar kendi kendilerine oynuyor. Neredeyse zührevi hasta... tümünü göster
Kitabın önsözüne bitiktim zaten aylardır. En çok da Nicolas'ın aforizma/uydurma hikayelerine bittim. Cenazedeki "Ölene kadar yaşayacaksın" aforizması da unutulmazdı benim için.. özellkle yazarın yaptığı teşbihler ve 16. bölüm ilgimi çekti. Beklenmeyen son ise 49. bölümde gün yüzüne çıkıyor ve itiraf ediyorum ki dün gece kiitabı bitirdim ve gece rüyalarıma/kabuslarıma dahil oldu. Kitaba ilk başladığım andan beri Fight Club'e benzetmiştim..
Biraz "Dövüş Kulübü" gibi. Film olabilecek güzel bir kurgu. Umarım en yakın zamanda izleriz.
Ciltsiz, 1, 256 sayfa
5Haziran2012 tarihinde, Hayal Yayınevi tarafından yayınlandı