Nişantaşlı bir ailenin 20. yüzyılın başından itibaren üç kuşak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap ev içlerinin renklerini, zamanın akışını, günlük sıradan konuşmaları akılda yer eden kahramanlar aracılığıyla saptarken, okura geleneksel romandan alınacak hazları bütünüyle veriyor. Abdülhamit döneminin son yıllarında, İstanbul’un ilk Müslüman tüccarlarından küçük dükkân sahibi Cevdet Bey’in tutkusu, hem işlerini büyütmek, zenginleştirmektir hem de "Batılı anlamda" çağdaş, modern bir aile kurmak. Kökü taşraya uzanan geleneksel ailesini bir yana bırakarak bu isteklerini gerçekleştirmeye girişen Cevdet Bey’in ve oğullarının hikâyesi, bir anlamda modernleşme uğraşı içindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin özel hayatının da hikâyesidir. Ev içlerinin, yeni apartman hayatının, Batılılaşan büyük ailelerin, Beyoğlu’na çıkıp alışveriş etmelerin, radyo dinlenen pazar öğleden sonralarının dikkat ve sevgiyle anlatıldığı bu panoramik roman, Orhan Pamuk’a hak ettiği ünü getiren olgun bir ilk kitaptır.
Nişantaşlı bir ailenin 20. yüzyılın başından itibaren üç kuşak boyunca serüvenlerini anlatan bu kitap ev içlerinin renklerini, zamanın akışını, günlük sıradan konuşmaları akılda yer eden kahramanlar aracılığıyla saptarken, okura geleneksel romandan alınacak hazları bütünüyle veriyor. Abdülhamit döneminin son yıllarında, İstanbul’un ilk Müslüman tüccarlarından küçük dükkân sahibi Cevdet Bey’in tutkusu, hem işlerini büyütmek, zenginleştirmektir hem de "Batılı anlamda" çağdaş, modern bir aile kurmak. Kökü taşraya uzanan geleneksel ailesini bir yana bırakarak bu isteklerini gerçekleştirmeye girişen Cevdet Bey’in ve oğullarının hikâyesi, bir anlamda modernleşme uğraşı içindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin özel hayatının da hikâyesidir. Ev içlerinin, yeni apartman hayatının, Batılılaşan büyük ailelerin, Beyoğlu’na çıkıp alışveriş etmelerin, radyo dinlenen pazar öğleden sonralarının dikkat ve sevgiyle anlatıldığı bu panoramik roman, Orhan Pamuk’a hak ettiği ünü getiren olgun bir ilk kitaptır.
kitap inanılmaz akıcı, iş güç olmasa 2 günde biter. fakat sonlara doğru bir baştan savmalık var. son bölüm çok kısa geçilmiş, sanki yazar 500'lü sayfalara gelince bunalmış, kısa bir özet geçeyim demiş... son bölüm hariç başarılı buldum.
Gerçekten bende hiç kapanmayacak izler bıraktı.İnatla bitirmek için çok çabaladım. Hani kendi çapında eskilerin "tuğla gibi" diye tabir ettikleri bir hacimde. Ama anlatılmış bir "şey", bir "konu" yok. ancak bu kadar sıkıcı olabilir bir kitap.
Orhan Pamuk'un romanlarını okurken hep aynı duyguya kapılıyorum. Romanların bazı bölümlerinden müthiş keyif alırken, bazı bölümlerinde sayfa atlama isteğimi zor engelliyorum.
Cevdet Bey ve Oğulları'nı da benzer duygularla okudum. Belli bölümleri okurken Orhan Pamuk'un çok büyük bir yazar olduğunu düşünürken, bir sonraki bölümün lise kompozisyon ödevi yazan bir öğrencinin kaleminden çıktığı duygusuna kapıldım.
Özellikle kitabın ilk 50-60 sayfasındaki dili beğenmedim: Acemice kurulmuş kısa cümleler, Türkçe dilinin kurallarına hiç uymayan cümle yapıları. Orhan Pamuk'un Türkçe dilini kullanmakta ciddi sorunları olduğunu düşünüyorum.
Cevdet Bey ve Oğulları isminin bu romana çok da uymadığını düşünüyorum. 1979 Milliyet Roman Ödülü alırken bu eseri için kullandığı Karanlık ve Işık daha uygun bir isim.
Orhan Pamuk'un toplumun bazı kesimlerini hiç tanımadığını ve bu kesimlerden gelen insanlarla hiç bir şekilde empati kuramadığını, romanına bu insanları yerleştirirken genel geçer klişelere dayandığını düşünüyorum. Örneğin, Pamuk'un subaylar ve asker emeklileri ile ciddi sorunları var. Bu insanların dünyasına giremiyor, bu insanları romanlarına yerleştirirken kalıplaşmış yargılara başvurmak zorunda kalıyor. Uşaklar, hizmetçiler ve "ötekiler" ise sadece dekoru tamamlıyor. Orhan Pamuk "ötekileri" tanımadığı için olsa gerek, örneğin Refik'in Kemah'ta ne görerek etkilendiği bir türlü anlaşılamıyor. Okuyucunun Refik'in "bir şeyler" gördüğünü ve gördüğü bu bir şeylerden çok etkilendiğini varsayması isteniyor.
Kitabın son 50 sayfasını oluşturan SonSöz önceki bölümlere tutarlı bir şekilde bağlanmıyor. Bu bölüm, kitapta bir fazlalık gibi duruyor. Kitabın en önemli karakterlerinden Ömer'in, Muhittin'in ve Ziya'nın öyküleri tamamlanmadan kısaca geçiştiriliyor.
Kitabın pek çok bölümünde, romanın akışkanlığını bozan sıkıcı tekrarlar var.
Romanın arka planını oluşturan Nişantaşı'nda bir şeyler yaşandığını ve semtin ciddi değişimlere uğradığını "hissediyoruz", ancak 1930'ların Nişantaşı semti o kadar yavan bir şekilde tasvir ediliyor ki, değişimler vurucu ve sarsıcı olmaktan çıkıyor, paragraflar dolusu gereksiz ayrıntı vasıtasıyla anlatılmaya çalışılıyor.
Sonuç olarak bu romanı okuyup bitirdiğinde şu yargıya vardım: Nişantaşı'nı çok iyi tanıyan, ancak Türkiye'ye ve halka çok yabancı bir romancının, romanının merkezine Nişantaşı çevresini koyarak Türkiye'deki değişim sancılarını anlatmaya çalıştığı sıkıcı ve vasat altı bir roman.
...orhan pamuğun ilk romanı , yeni yetme burjuva ailesinin çocuğu olarak hırs yapmış, bende roman yazabilirim bakın der gibi, kendini kanıtlama uğraşısı... birinin kendi mensup olduğu sınıfı eleştirme çabası olarak görülebilir de ama bunu becerememiş , kötü bir dosteyevski taklidi...psikolojik tahliller ve uslup çok amatörce...iyi bir roman değil, sıradan..ve bu kişi nobel almış....peh peh peh..diyebilirim ancak....
konu guzel olmasina ragmen anlatis tarzi,hic sevmedigim detaylar gereksiz uzatmalarla dolu.kitabin hepsi yeniden yazilsa mesela mungan yazsa bence daha okunacak bir hale gelir.
Üç nesli anlatıyordu. Okuduğum diğer kitaplardan bu yönüyle farklıydı. Değişik bir tecrübe olmuştu. Bence okumayanlar için hoş bir deneyim olacaktır.
Güzel bir konusu var,fakat akıcı olmayan bir kitap yine de yazarın atlanılmaması gereken kitaplardan ..
Karton Cilt, 632 sayfa
İletişim Yayınları tarafından yayınlandı