Kitap açıklaması henüz eklenmemiş.
Oscar Wilde, gerek yaşam tarzı ve cinsel tercihleriyle, gerek yapıtlarında ortaya koyduğu gözüpek yaklaşımla XIX. Yüzyıl İngiliz toplumunda tutucu çevrelerin şiddetli tepkisiyle karşılaşmış bir yazardır. Aydın bir aile ortamında yetişen, ülkesinin seçkin okullarında okuyan Wilde, İngiliz yazarlar John Ruskin ve Walter Pater’in sanatın insan yaşamında büyük önem taşıdığı yolundaki görüşlerinden derinliğine etkilenmiş ve bu görüşleri yapıtlarında sık sık yansıtmıştır. 1880’lerin başında estetikçiliğin Londra edebiyat çevrelerinde öfke ve düş kırıklığı yarattığı dönemde Wilde, zekası ve pırıltılı kişiliğiyle bu çevrelerde önemli bir yer edinmiştir.
Dorian Gray’in Portresi adlı tek romanı, 1891’de ilk basıldığında ahlaksızlık suçlamalarıyla karşılaşarak büyük tepki çekmiş, buna karşılık sanatın özünde ahlakdışı olduğunu vurgulayan Wilde, romanının üç ana karakteri için şöyle demiştir: “Basil Halward, ben olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın ben sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda…” Wilde yaşamı boyunca baskı görmesine ve parasızlık çekmesine karşın, George Bernard Shaw’un deyişiyle “ruhunun yenilmez neşesi”ni her zaman koruyabilmiştir.
Romanın konusu, kısaca şöyledir: Ressam Basil Hallward, güzelliği karşısında büyülendiği genç Dorian Gray’in bir portresini yapar. Ressamın evinde Lord Henry Wotton’la tanışan Dorian, hayatta izlemeye değer tek şeyin güzellik olduğunu savunan Lord Henry’nin görüşlerine hayran kalır. Ama güzelliğinin bir gün solup gideceğinin farkına varınca kendisinin değil, portresinin yaşlanmasını diler. Dorian’ın büyük sırrını, portredeki değişimi sadece Basil fark edecektir…
Sizlerle kitaptan altını çizdiğim güzel sözlerin ve deyişlerin bazılarını paylaşmak istiyorum:
• Bütün bedensel ve beyinsel seçkinliklerde bir uğursuzluk vardır bence, tüm tarih boyunca kralların sarsak adımlarını izleyip duran türden bir uğursuzluk. Öbür insan kardeşlerimizden farklı olmamak daha iyidir. Bu dünyada en şanslı olanlar bence çirkinlerle aptallar. Yan gelip yayılarak yaşam denen oyunu ağzı açık seyredebilirler. Zafer denen şeyi bilmeseler bile hiç değilse yenilgiyi de tatmazlar. Aslında hepimizin yaşamamız gerektiği gibi yaşar onlar, kaygısız, kayıtsız, çalkantısız.
• Ben birisinden çok fazla hoşlandım mı onun adını hiç kimseye söylemem. Onun kimliğinden bir parçayı başkasına teslim etmek gibi gelir bu bana.
• Arkadaşlarımı güzelliklerini için seçerim, tanışlarımı karakterlerinin sağlamlığı için, düşmanlarımı da parlak zekaları yüzünden. Kişi düşmanını seçerken ne denli dikkatli olsa azdır. Benim bir tane bile aptal düşmanım yoktur.
• Şeytandan kurtulmanın tek yolu şeytana uymaktır. Karşı gelindi mi ruh kendi kendine yasakladığı şeyin özlemiyle hasta düşer; kendi ürkünç yasalarının korkunçlaştırdığı ve yasallıktan çıkardığı şeye karşı duyduğu arzuyla marazileşir.
• Bir kaprisle ebedi bir aşk arasındaki tek ayrım, kaprisin biraz daha uzun ömürlü olmasıdır.
• Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler.
• Samimi dürüstlük, gerçekten iyi olan bütün insanların düştüğü ve hiçbirinin tümüyle kurtulamadığı tek bağışlanmaz hatadır.
• Erkek, yorgun düştüğü için evlenir, kadın merak duyduğu için. İkisi de hayal kırıklığına uğrarlar.
• Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdığı şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse duygusal yaşam için de vefa odur: basit bir yenilgi itirafı.
• İnsan aşık olduğu zaman hep kendi kendini aldatmakla işe başlar, başkalarını aldatmakla sona erdirir.
• Kadınlar kendilerini saldırı yoluyla savunurlar, bazen de, ani, anlaşılmaz teslim oluşlarla da saldırıya geçerler.
• Ahlak konusundaki önyargılarımızı açıklamak için gelmiyoruz ya dünyaya. Ben sıradan, basmakalıp kişilerin dediklerine hiç kulak vermem; sevimli, seçkin kişilerin yapıp ettiklerine de hiç karışmam.
• Hepimiz başkalarına iyilik kondurmayı severiz, çünkü hepimiz de kendi kellemizden korkarız. İyilikseverliğin temeli katıksız korkudur. Bize yararı dokunabilecek erdemleri komşumuzda görebildiğimiz için kendimizi yüce gönüllü sanarız. Hesabımızdan daha çok para çekebilelim diye bankacıyı överiz, elini cebimize atmasın diye yol kesen haydutta iyi yönler buluruz.
• Mutlu olduğumuz zamanlarda hep iyi bir insan oluruz da iyi insan olduğumuz zamanlarda ille de mutlu olmayabiliriz.
• İyi insan olmak demek insanın kendi kendisiyle uyum içinde olması demektir. Uyumsuzluk da insanın başkalarıyla uyum içinde olmaya zorlanması demektir.
• Hem zaten kadınlar çile çekmeye erkeklerden daha yatkındılar. Duygularıyla beslenirdi onlar. Salt duygularıyla düşünürlerdi. El altında biri olsun, karşılıklı bir şeyler yaşayabilsinler diye sevgili edinirlerdi.
• Kişinin kendi kendini suçlaması doyum verici bir lükstür. Kendimizi suçladığımız zaman başka hiç kimsenin bizi suçlamaya hakkı yokmuş gibi gelir. Kişiyi günahtan arındıran itirafın kendisidir, yoksa günah çıkartan papaz değil.
• İnsan yaşamın rengini emmeli de ayrıntılarını asla hatırlamamalı. Ayrıntılar her zaman avam işidir.
• Geçmişin tek çekiciliği geçmiş olmasındadır. Oysa kadınlar perdenin ne zaman kapandığını asla bilemezler. İlle de bir altıncı perde isterler; oyunun hiçbir ilginçliği kalmadığı anda onlar sürdürmeyi önerirler. Onlara uysam her komedi trajik bir sona bağlanır, her trajediyse farsa dönüşürdü.
• Yaşı ne olursa olsun, eflatun giyen hiçbir kadına güvenme. Ne de otuzbeş yaşını aşmış, pembe kurdele düşkünü kadınlara. Mutlaka arkalarında bir tarihçe var, demektir.
• Yaşam konusundaki hiçbir kuram ona yaşamın kendisi kadar önemli gelmiyordu. Düşünsel kuramların, eylem ve deneyimden koptukları zaman ne denli çorak kaldıklarının iyice ayırdındaydı. Biliyordu ki duyuların da ortaya serebilecekleri, ruhunkilerden geri kalmayacak ayarda ruhsal olan gizemleri vardı.
• Kötü bir sofra açan, kalitesiz şarap sunan kişinin özel yaşantısında kusursuz bir insan olduğunu bilmek neye yarar? Baş yemeğin sofraya soğuk gelişinin günahını en üstün erdemler bile ödeyemez! Biçim, sosyete için kesinlikle vazgeçilmeyecek bir öğedir.
• Kadınların yeniden evlenmeleri ilk kocalarından nefret ettikleri içindir. Erkeklerin yeniden evlenmeleriyse ilk karılarına tapındıkları içindir. Kadınlar şanslarını denemek uğruna yaparlar bunu, erkeklerse şanslarını yitirmek pahasına.
• Kadınlar kusurlarımızdan ötürü severler bizi. Yeterince kusurumuz varsa her türlü aksaklığımızı bağışlarlar, zekamızı bile.
• Geleceği olan erkeklerle geçmişi olan kadınlardan hoşlanırım ben.
• Biz kadınlar kulağımızla severiz, nasıl ki siz erkekler de gözünüzle severseniz.
• Karmaşık ve gergin huylu kişiler hep böyledir. Çok güçlü olan duyguları ya incitir ya da eğilir. Ya öldürür ya da ölür. Sığ hüzünler, sığ aşklar uzun ömürlüdür. Büyük aşklar, büyük üzüntülerse kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar.
• Kişi ancak iki yoldan ulaşabilir uygarlığa. Biri kültürlü olmak, öbürü de ahlaksız olmak. Kent dışında yaşayanlar bunların ikisine de fırsat bulamadıkları için durgun sular gibi yosun tutup giderler.
bir not,
lord Henry'nin Dorian'a hediye ettiği Dorian'in aklını zehirleyen ,kitabın bir yerinde Dorian'ın"bu kitabı asla başka birine daha okutma Henry" diye belirttiği ve adı verilmeyen kitap J.K Huysmans'ın Tersine adlı kitabı imiş.
Ruhla bedenin münakaşası ve bunların sanata yansıyışı şahane aktarılmış.
Genç ve yakışıklı olan Dorian Gray’e hayran olan bir ressam tarafından resmedilmesiyle başlar kitap. Basil, onun saflığını, güzelliğini ve ona beslediği korkunç hayranlığı resmederken kendinde de çok giz kattığına inanır ve bu portreyi bir başkasının görmesini istemez. Bunun sebebi ; hem Dorian’ı kıskanması hem de kendinden kattıklarını açığa vurma düşüncesi.
Bunları paylaştığı arkadaşı Lord Henry, model ile tanışmak için daha çok sabırsızlanır ve bir şekilde tanışır. Bundan sonra da Dorian’ın tüm saflığının bozulmasına akıl hocalık yapacak kişi olur. Ahlaksızlığa düşkünlüğü ve bencilce yaşamı ile Dorian’ı eğitmeye başlar.
Resim bittiğinde, Dorian kendi portresinin güzelliğini, hiç yaşlanmayacak ve çirkinleşmeyecek olmasını kıskanır. Yaşlananın kendisi değilde portresi olması için ruhunu şeytana satmaya bile razıdır. (Lord Hanry’nin de danışmanlığıyla) Onun için sanat güzelliktir ve bu uğurda yapılan her şey de mubahtır.
Bu anlatılan somut örneklem ile hayatı değişir. Lord Henry den ayrılmaz. Basil bu ilişkiye kıskanıp, tanıştırdığına pişmanlık duymaya başlar. Çünkü artık Dorian küçük bir Lord Henry olmuştur. İnsanları bencilce sever, çıkarının bittiği yerde sevgiside biter, sevdiklerini ölüme sürüklemesi ile hiçbir rahatsızlık duymaz. Yalnız yaptığı her günah, kötülükte aynasına bakmaktan korkar. Resmi giderek çirkinleşip sert bir ifadeye görünür. Kendisi ile yüzleşmekten korkup onu ortadan kaldırır. Vicdan ve hedonist/narsist arzularının diyalektiliği arasında sıkışan bir ruh gibi gözükse de, sonradan kendi aksini görmeye tahammül edemeyen ve bencilliğiyle kendi kendini yok eden bir ruha dönüşür.
Kitapta sanat, estetik ve ahlak felsefesi çok güzel işlenmiş. Dili sade ve çok akıcıydı. Kitapta geçen konuşmalar ayrı bir fikir dünyası. Sanat, estetik, ahlak felsefine farklı açıdan bakışı ile insanı var olanın zıttından düşünmesini sağlıyor.
Bu kitabı okuduktan sonra zihnimin bir köşesinde hep kendi tavanaramda duran portremin neye benzediği düşüncesi var. Hepimizin öyle bir portresi var gerçekten. Bu kitap ruhumuzla suretimiz arasındaki bağı, ruhumuzu neyin değiştirdiğini insanı sarsan bir şekilde anlatıyor. Okumamak eksiklik olur.
Oscar Wilde ki kendisi şu dünyada hayranlık duyduğum, tanışmak isteyeceğim ender adamlardan biridir, kişiliği bana her zaman gerçeküstü gelmiştir, gerçek bir karakterden ziyade bir film karakteridir sanki. Bu kadar alaycı, bu kadar küstah, bu kadar zeki... Feminen tavrını da düşünürsek evet; Jack Sparrow... Pardon, pardon... Kaptan Jack Sparrow!
Cidden hoş bir kitap yalnız dil fazla ağdalı, gereksiz ağdalı(bunu da Cem Yılmaz' dan duymuştum, ağdalı dil) Okuduğum kitaplar içinde gördüğüm en sıkıcı karakterlerden biri bu kitapta; Basil Hallward. Yani neredeyse Sartre' nin Bulantı kitabında kütüphanede takılan gereksiz şahsiyet kadar ya da Kürk Mantolu Madonna' nın sünepesi Raif Bey kadar sıkıcı. Olsun; tüm zamanların en renkli karakterlerinden biri de yine bu kitapta çünkü; Lord Henry. Kendisi azılı bir hedonizm temsilcisi hatta hedonizmin ta kendisi. Adam size en ters gelecek kavramı bile o kadar güzel savunuyor ki sadece saygı duyabiliyorsunuz kendisine. Bu Lord Henry şeytanın sağ kolu gibi bir şey, ağaçtaki yılan, kadın olsa adı Lilith olurdu muhtemelen. Lilith demişken ne seksi hatundur o be, neyse.
Dorian Grey de yakışıklı bir eleman. Bu şeytanla bir tanışıyor, sonra seyrele eğlenceyi. O günah senin bu günah benim diyerek altını üstüne getiriyor dünyanın. Gerçi kitapta tam olarak böyle demiyor ama siz bana güvenin, aslında böyle. Haz veren ne kadar günah varsa hepsini işliyor Dorian. Ne diyordu Woody Allen? ''Şu hayatta hoşuma giden ne varsa ya ahlak dışı, ya yasa dışı ya da şişmanlatır.'' Dorian da ahlak dışı her haltı yiyor ve Lord Henry' nin muhteşem bakış açıları sayesinde zerre pişmanlık duymuyor. Dahası zaten hiçbir olumsuzlukla da karşılaşmıyor.
Portre kısmına gelince; ya şu sıkıcı bir karakter var dedim ya, işte o ressam. Bizim Dorian o kadar yakışıklı ki ressam etkileniyor ve onun bir tablosunu yapıyor daha kitabın başında. Dorian' a hediye ediyor tabloyu. Dorian' ın yediği her haltın bedelini bu tablo ödüyor işte kitap boyunca. Kitabın sonunda da Dorian ''I see death people'' diyor bir bakıma.
akıcılığı,diyalogları,karakterleri,sonu tek kelimeyle muazzam bir eser
288 sayfa
1971 tarihinde, Altın Kalem Klasikleri tarafından yayınlandı