J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu yazarın çocukluğunda bizzat deneyimlediği İkinci Dünya Savaşı’nı ve o yılların Şanghay’ını yine bir çocuğun gözünden anlatıyor.
Uzun süre savaşın dışında kalan Şanghay’daki yabancılar kolonisi, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla birlikte kendini şiddet döngüsünün ortasında bulur. Gösterişli bir malikânede yaşamaya alışkın küçük Jim, savaşın kaosu içinde anne ve babasından ayrı düşer. Önce işgal altındaki Şanghay sokaklarında, sonra da kentin dışındaki toplama kampında yaşamını sürdürmeye çalışır. Uçaklara meraklı ve Japon askerlerine hayran olan Jim, savaş koşullarında hayatta kalabilecek ve ailesine kavuşabilecek midir?
İlk başta her şeyi bir oyun gibi gören ama giderek masumiyetini kaybeden Jim aracılığıyla Ballard, savaşın korkunçluğunu, ölümün ve vahşetin sıradanlığını, teslimiyet ile yaşama tutunma arasındaki çizgiyi ustalıkla satırlara döküyor.
J.G. Ballard’ın yarı-otobiyografik romanı Güneş İmparatorluğu yazarın çocukluğunda bizzat deneyimlediği İkinci Dünya Savaşı’nı ve o yılların Şanghay’ını yine bir çocuğun gözünden anlatıyor.
Uzun süre savaşın dışında kalan Şanghay’daki yabancılar kolonisi, Japonya’nın Pearl Harbor saldırısıyla birlikte kendini şiddet döngüsünün ortasında bulur. Gösterişli bir malikânede yaşamaya alışkın küçük Jim, savaşın kaosu içinde anne ve babasından ayrı düşer. Önce işgal altındaki Şanghay sokaklarında, sonra da kentin dışındaki toplama kampında yaşamını sürdürmeye çalışır. Uçaklara meraklı ve Japon askerlerine hayran olan Jim, savaş koşullarında hayatta kalabilecek ve ailesine kavuşabilecek midir?
İlk başta her şeyi bir oyun gibi gören ama giderek masumiyetini kaybeden Jim aracılığıyla Ballard, savaşın korkunçluğunu, ölümün ve vahşetin sıradanlığını, teslimiyet ile yaşama tutunma arasındaki çizgiyi ustalıkla satırlara döküyor.
Öncelikle şu belirtilmeli; yazarın ön sözde ifade ettiği üzere 1941'den 1945'e dek toplama kampında esir olarak tutulduğu dönemde karşılaştığı çarpıklıklar ve anılar bütününün bir toplamı olan bu eseri, çoğu kitabındaki "kıyamet sonrası" dünya motiflerinin çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Jim, Şangay'ın elit tabakasına ait bir İngiliz çocuğudur. 11 yaşında olan Jim, Japonların Çin'i işgal etmesiyle ailesinden kopar. Küçük çapta bir kıyamet yaşanan Şangay sokaklarından evinin güvenliğine kaçar. İşgal kuvvetlerinin sokaklarını arşınladığı şehirde evinin ve komşuların kilerlerindeki konservelerle yaşamını sürdürmeye çalışan Jim, teslim olup bakımını Japon ordusuna bırakmak istemektedir. Ancak teslim olması, toplama kampına gönderilmesinden önce sokaklardan canlı çıkmak zorundadır...
Jim,11 yaşında. Kitabın başlangıcında vurgulanan masumiyet, büyüme arzusu ve merak gibi kavramlar karakter üzerinden son derece güçlü ifade edilmişler. Kendi insanları olan İngilizlerden, Bölge halkı olan Çinlilerden daha çok, işgal kuvvetlerine daha işgal başlamadan önce hayranlık duyan Jim, erken Stockholm belirtileri gösteriyor. Yazarın insanın içindeki şiddet ve statü betimlemelerini erken Freudyen motiflerle tanımlaması hoş bir detay olarak göze çarpmakta. Kozmopolit bir şehir olan Şangay, Çinliler, Ruslar, Polonyalılar,Çek ve Naziler, Japonlar ve İngilizleri aynı anda konuk eden fay hatları çok silik bir "hiç kimsenin toprağı" motifi olarak dikkate değer. Savaşın başlangıcı pasajı, Petrell Zırhlısının trajik düşüşü ile başlatan yazar, Lewis Carroll atfında bulunuyor. Jim'in aynanın öteki tarafına geçmesi ise müttefik zırhlısının sulara gömülmesi ile gerçekleşmekte.
savaşın Başlangıcından itibaren tıpı çöpçübalıkları gibi yetişkinlere hizmet ederek yiyecek ve koruma bulmaya çalışan Jim, hayatta kalmak için başkalarına bağımlı hale geliyor.Bu dünyada şefkat yok, merhamet yok. Takas ve hizmetlerle ödeniyor tüm erdemler. ölüm ve esaret kavramlarından kendini soyutlayan Jim, tam bir apatiye kapılıyor. Çıkarcılığın sert biçimde eleştiriliği, ölü soygunculuğu ve insan pazarlamanın normal olduğu bir ortamda hayatta kalmaya çalışan küçük çocuk, kendi değer sistemini ve alışkanlıklarını yaratıyor. yazar tüm kitap boyunca bayrak sallamadan, şerefe, onur kahramanlık destanlarına girmeden savaşın gerçek yüzünü okuruna sunuyor: Sefalet. Hastalıktan ve açlıktan kırılan insanlar, pislik ve kötü yaşam şartları altında esaretle geçen günler, erdem ve sosyal sözleşmelerin rafa kaldırılması...
Ailesine ulaşma şansı olduğu anlarda dahi toplama kampına geri dönmesi, kendini işgalcilerle özdeşleştirmesi gibi Stockholm'un ilerlemiş seviyelerine imada bulunan yazarın verdiği grafik detay ve çarpık düşüncelerle okuruna duygusal yumruk salvoları indiriyor. Hiroşima'ya atılan bombanın ışığını Şangay'dan dahi gören Jim, dünyanın sonunun geldiğini düşünüyor. 2. Dünya savaşı bitmiş olabilir ama 3.sü ne zaman başlayacak diye sorgulayan çocuk, usta bir mimar gibi öğeleri ve imaları üst üste yükleyen yazarın çıkarım ve sorgularını aktarmakta kullandığı bir karakterden çok daha fazlası olduğunu her sayfa da ispat ediyor. Ballard, okurunu şarhoş edecek bir sefalet ve yıkım senfonisi kurgulamış.
Savaş ve küçük bir çocuğun yollarının kesiştiği ve çocuğun bulunduğu ortama uyum sağladığı hoş bir hikaye. Hayatla savaşın aslında bir bütün olduğunu ve insanoğlunun bulunduğu duruma göre hayatta kalmak için her şeyi yapabileceğini güzel anlatmış.
358 sayfa
1Mart2017 tarihinde, Sel Yayıncılık tarafından yayınlandı