İlk kez 1998'de yayınlanmış, yarı otobiyografik bir roman. Türkiye'de askeri diktatörlüğün en karanlık günleri. Moskova'daki uluslararası okulda eğitim gören Türkiyeli devrimciler. Askeri diktatörlüğün istihbaratçıları onların peşinde. Ve karlar üzerinde bir cinayet. Cinayet sorgusuyla başlayan iç hesaplaşma. Hayatın anlamı nedir Gerçeği kim temsil ediyor Sadece Türkiye Komünist Partisi'nin değil, uluslararası devrimci hareketin bir dönemine de farklı bir bakış.
"Mehmet koruluğun sınırındaki dereye geldiğinde, Leonid yine yaklaşmıştı pencereye. Ama Mehmet onu görmedi. Gözleri geçeceği derenin üzerindeki küçük köprüye takılmıştı, yerler buzdan parıldıyordu. Köprüye doğru bir adım atmıştı ki, ayağı kaydı. Düşmekten son anda tahta korkuluğa tutunarak kurtuldu. Doğrulup yeniden yürümeye başlayacaktı ki, arkasında birinin varlığını hissetti. İrkilerek başını çevirmeye çalıştı ama geç kalmıştı; derinden gelen bir ses duydu, aynı anda sırtında şiddetli bir darbe hissetti; hızla öne savruldu ama elleri hâlâ korkuluklarda olduğu için yere düşmedi. Başını çevirip vuranı görmek istedi, başaramadı. Bakışları usulca aşağı, göğsüne kaydı, hiçbir şey göremedi. Ama sırtındaki ağırlık hissedilmeyecek gibi değildi. Birkaç saniye ayakta kaldı, başı dönüyor, kusmak istiyordu. Engellemek istedi, başaramadı, ağzından koyu bir sıvının boşaldığını fark etti. Elleri korkuluktan çözüldü, yüzüstü yere yıkıldı. Düşerken başını köprünün buzlanmış tahta döşemesine çarpmıştı, ama hiç acı duymuyordu. Yalnızca hızla uzaklaşan birinin ayak seslerini işitti."
İlk kez 1998'de yayınlanmış, yarı otobiyografik bir roman. Türkiye'de askeri diktatörlüğün en karanlık günleri. Moskova'daki uluslararası okulda eğitim gören Türkiyeli devrimciler. Askeri diktatörlüğün istihbaratçıları onların peşinde. Ve karlar üzerinde bir cinayet. Cinayet sorgusuyla başlayan iç hesaplaşma. Hayatın anlamı nedir Gerçeği kim temsil ediyor Sadece Türkiye Komünist Partisi'nin değil, uluslararası devrimci hareketin bir dönemine de farklı bir bakış.
"Mehmet koruluğun sınırındaki dereye geldiğinde, Leonid yine yaklaşmıştı pencereye. Ama Mehmet onu görmedi. Gözleri geçeceği derenin üzerindeki küçük köprüye takılmıştı, yerler buzdan parıldıyordu. Köprüye doğru bir adım atmıştı ki, ayağı kaydı. Düşmekten son anda tahta korkuluğa tutunarak kurtuldu. Doğrulup yeniden yürümeye başlayacaktı ki, arkasında birinin varlığını hissetti. İrkilerek başını çevirmeye çalıştı ama geç kalmıştı; derinden gelen bir ses duydu, aynı anda sırtında şiddetli bir darbe hissetti; hızla öne savruldu ama elleri hâlâ korkuluklarda olduğu için yere düşmedi. Başını çevirip vuranı görmek istedi, başaramadı. Bakışları usulca aşağı, göğsüne kaydı, hiçbir şey göremedi. Ama sırtındaki ağırlık hissedilmeyecek gibi değildi. Birkaç saniye ayakta kaldı, başı dönüyor, kusmak istiyordu. Engellemek istedi, başaramadı, ağzından koyu bir sıvının boşaldığını fark etti. Elleri korkuluktan çözüldü, yüzüstü yere yıkıldı. Düşerken başını köprünün buzlanmış tahta döşemesine çarpmıştı, ama ... tümünü göster
Ahmet Ümit'in son kitaplarını okuduktan sonra biraz yavan geldiğini söylemek gerek ama yine de o kalemin tadını hissettirmiş bize yine yazar. Otobiyografik olması çok ilgimi çekmiş ve almıştım. Kitap bitti ve aklımdaki soru:Acaba hangisiydi Ahmet Ümit? Güzel bir kurgu. Okumaya değecektir.
Belki toparlanır, değişir diye diye zoraki bitirdiğim bir kitaptır maalesef...
Ahmet Ümit'in bilgi verici yönünden yararlanmak isteyenler için;12 eylül ve sonrasında yaşananlara ,TKP içindeki hesaplaşmalara içlerine sızan ajanlara, Moskova'daki Tüklerin hayatına kadar dönemin havasını yansıtan, yakın tarihimize atıfta bulunan güzel bir kitap olmuş, fakat Ahmet Ümit'in polisiye yönünü sevenler için; gerek kurgu, gerek anlatım açısından diğer kitaplarının gerisinde kalmış, bildiğimiz Ahmet Ümit'ten farklı, olayların akışı ağır, tasvirler, ve karakterler daha yoğun. Amaç cinayeti çözmekten çok cinayete neden olan ortamı, kişileri anlatmak ya da anlamak.
Soğuk savaşın son demlerinde MİT, KGB, TKP ilişkilerinin, bunların kendi iç çatışmalarının Rusya'nın karlı atmosferinde polisiye olarak aktarılması çok başarılı olmuş. Sonları hariç sürükleyici, soğuğu hissettiren bir roman.
Bu kitabı uzun zaman önce okudum. Okuduktan sonra güzel olduğunu düşünmüştüm. Şu ansa kitabın Moskova'daki Türk öğrencilerine dair olduğu dışında hiç bir şey hatırlamıyorum
İyi romancılarımızdan birisi olan Ahmet Ümit’in ilginç bir romanı. Kendisi bu roman için yarı-otobiyografi diyor. Ahmet Ümit Sovyetlerde de bir Sosyal bilimler eğitimi almış. Kitapta Moskova’da eğitim gören TKP’lilerin başından geçen olaylar aktarılıyor. Yine bir cinayetle başlıyor.
Eğer roman eleştirisi ödevi için okuyor olmasaydım kesinlikle yarım bırakacağım bir kitaptı. Beni inanılmaz derecede sıktı. Açıkçası Ahmet Ümit severlerin nasıl sevdiklerini de düşündürecek derecede bir önyargı oluşturdu bende. Bir polisiye-okur olarak sürükleyicilikten eser görmedim. Tam "evet, işte olaylar ilerlemeye başlıyor sonunda" dediğim anda, karşıma sürekli çok gereksiz bir dolu ayrıntı çıkarıp 2-3 sayfayı o ayrıntılara boğuyordu.Mekan tasvirleri fena değildi ama hayatımda ilk kez, polisiye denilen bir romandan bu kadar sıkıldım. (Eleştiri ödevim için bir cevhermiş aslında bu kitap :D)
Durun durun söylemeyin, bu kitap Ahmet Ümit in yazdigi ilk kitabi.
Dogru bildim degil mi?
Kapakta ismi yazmasa yemin verirdim onun degil diye.
Kitapla nasil cebelleştim anlatamam.
Anlayamadığım derecede kötü kurgulanmış bir kitap. Ahmet Ümitin içinde bu kadar boşluklar bulunan bir roman yazması tam bir hayal kırıklığı. Heyecan yaratmak için oluşturulmuş sürüyle kuşku ve açıklanmayan sürüyle kuşkunun yanında laf olsun diye yazılmış bir son.
okuduğum 7. Ahmet Ümit kitabı.. çok şey katmadı ama zaman kaybı da değildi..
Karton Cilt, 19. Basım, 280 sayfa
Temmuz2010 tarihinde, Everest Yayınları tarafından yayınlandı