Masal ile efsanenin, mitoloji ile gerçeğin, korku ile sevginin ve en çok da tutkunun, aklı baştan alan, yere çalan tutkunun nakış gibi birbirine geçtiği öyküler. Gerçeğin başladığı yere masalın gölgesinin indiği, masalın gölgesinin altında gerçeğin kıpırdandığı yepyeni öyküler. Korku ve Arkadaşı bir ilk kitap.Ayşegül Çelik kendine özgü bir anlatımla kurduğu öykülerini hâlâ bakir sayılabilecek bir dokunun üstüne işliyor. Korku ve Arkadaşı tarihöncesi ile günün gölgelerinin birbirine geçtiği bir coğrafyanın, Anadolunun zengin kokusundan ve dokusundan besleniyor.Herkes cinneti kendinden uzak sanır. TADIMLIKÇocuklar gecenin tekin olmadığını bilirler. Onları karanlığın içinde tutan, yağmuru, ayazı unutturup, evlerinin yolunu çoğaltan da bu bilgidir zaten. Karanlıkta, sessiz ve görünmez nesneler keşfedip, suretsiz gölgelerle konuştuklarından, biraz delilere benzerler. Çocuklar, gecenin tekin olmadığını bilirler.Sessiz bir çocuktur Zülfaris. Solgun. Yüzünde sayrılı bakışlar vardır. Elleri tekin değildir. Gözleri, düşleri? Huyları tekin değildir. Bu yüzden ona Birsam da derler. Adını her duyuşunda irkilir, o geceyi hatırlar. Sesi duyduğu ilk geceyi?Ses, ateşböceği şarkılarına benziyordu. İçini basan alacalı korkulara rağmen, önce kardeşiyle yattığı döşekten kaldırmış, sonra dış kapıya, sonra da bahçeye çağırmıştı onu. Tahta döşemede adım attığı her yerin avazlanacağını bile bile, sese yürümüştü o gece? Birsam?İşte şimdi, tertemiz nisan havasının altında, beli lastikle büzülmüş pijaması, çıplak ayakları ve terli sırtına yapışan içliğiyle, yemişini dört gözle beklediği kiraz ağacının altında, yüzünü gecenin en koyu yerine dikmiş beklemektedir. Beklemektedir ya? Neyi? Köpekler uluyacak! diye korktu önce ve evinin aralık kapısını kolladı göz ucuyla. Gecenin bir vakti, kendisini buraya çağıranı bulamadan kaçacaktı belki? Kalbi sanki kulaklarında atıyordu. Düşündü, kendisini çağıranı görene dek beklemeye karar verdi. Çok tuhaftır; bunu kararladıktan sonra ne köpekler uludu, ne babası uyandı. Çok beklemesine gerek kalmadan, kiraz ağacının tepesinde önce bir, sonra iki ateşböceği kadar, sonra da bir ateşböceği ordusu kadar parlayan ışığı gördü. Elini gözlerine siper edip, kiraz ağacının durulup yatışmasını bekledi. Çünkü, kiraz ağaçları çok heyecanlı olurlar. Bu ağaç da tepeden tırnağa ışığa kestikten sonra sessizce küçüldü ve ortaya bir adam çıktı. Elinde rengârenk balonlar olan bu adamın, sapsarı gözleri vardı. Burnunun üstündeki yılandan tanınır ve iki gözünün de birer adı olduğundan bahsedilirdi. Yüzü o kadar çirkindi ki, bazıları onu daha önce düşlerinde gördüklerine inanır, gündüz gözüyle rastgeldiklerinde başlarını çevirip, tövbeler ederlerdi. Elbet, hayırla anılacak düşler değildi bunlar. Fakat O daha yolunu yarı edemeden, gelişine yandaş çıkardı çocuklar. Deliliğe duydukları o kışkırtıcı merakla etrafını çevirir, burnundaki yılanın tıslayışına aldırış etmeden, birbirlerini omuzlayarak, tahta arabadaki oyuncaklara eğilirlerdi. Araba da arabaydı ama, içinde neler yoktu ki; balonlar, maytaplar, elma şekeri koçanları, kordelalar, sakızı çıkarılmış resimli kağıtlar, karta basılmış artist resimleri, kavanozlarda iki, hatta üç gözlü misketler, bilyeler, birçok topaç, açılınca ses veren kutular? Neler neler? Araba, kuşlar ve çocuklarca boyanmış gibi renkli, adam renk kavanozlarına düşüp çıkmışçasına parlaktı. Şenlikçi! diye düşündü ve umduğu olağanüstü manzarayı bulamayan insanların küskünlüğüyle alt dudağını kıvırıverdi Birsam. Ayakları üşümüştü, orasını yokladı; çişi de gelmiş. Bunu farkedip bir daha sustu. Her zaman seni gözlüyorum. Kiraz ağaçlarını en çok seven çocuk sensin. Neden hiç yanıma gelmiyorsun? diye sordu şenlikçi. Zülfaris, can sıkıntısından eridi adeta. Burun kıvırdı, onun tozlu arabasına koşacağına, kirazda türkü söyler, damda yıldız kaydırır daha iyi.- Düş görmek kolaydır oğlum amma, uyanmamak zor!deyiverdi şenlikçi. Bir düş göreceksin velâkin uyanacaksın. Uyanmamak için beni yeniden görmeyi yürekten dilemen gerek! Bir gün beni görmek için yanıp tutuşacaksın! Demek alınmıştı çocuğun renksiz karşılamasına? Bu yüzden aklına gelenleri art arda söylüyordu. Zülfaris, söze ekleyecek bir şeyler aradı; etrafına bakındı, kiraz ağacıyla göz göze geldiler.- Nereden geldin sen? Yoksa bu ağaçta mı yaşıyorsun?- Bazen. Ancak başka ülkelere giderken sizin arkadaki kümeste oluyorum.- Bizim kümes başka ülkelere mi açılıyor?- Ne sandın ya?Bana da göstersene! diye atıldı, çişini unutmuştu birden. Şenlikçi onun yüzündeki sevinci beğendi. Ancak ipekten bile olsalar bütün perdeleri açmaya niyeti yoktu. Sırlar pahalı şeylerdir. Ömre bedel olanları vardır dedi ve bir avuç taş çıkardı arabasından. Bunlar tuhaf bir biçimde pürüzsüz, soğuk ve parlaktılar. Bir ağızdan konuşmaya başladılar:Beni dinle, öykülerim insanların bir tek sözcük bilmediği bir vakte aittir! Bu güne dek nasıl geldiler dersin? Ya ben? Benim hikâyem olmasa, tanrı kendini bilir miydi sanıyorsun?
Masal ile efsanenin, mitoloji ile gerçeğin, korku ile sevginin ve en çok da tutkunun, aklı baştan alan, yere çalan tutkunun nakış gibi birbirine geçtiği öyküler. Gerçeğin başladığı yere masalın gölgesinin indiği, masalın gölgesinin altında gerçeğin kıpırdandığı yepyeni öyküler. Korku ve Arkadaşı bir ilk kitap.Ayşegül Çelik kendine özgü bir anlatımla kurduğu öykülerini hâlâ bakir sayılabilecek bir dokunun üstüne işliyor. Korku ve Arkadaşı tarihöncesi ile günün gölgelerinin birbirine geçtiği bir coğrafyanın, Anadolunun zengin kokusundan ve dokusundan besleniyor.Herkes cinneti kendinden uzak sanır. TADIMLIKÇocuklar gecenin tekin olmadığını bilirler. Onları karanlığın içinde tutan, yağmuru, ayazı unutturup, evlerinin yolunu çoğaltan da bu bilgidir zaten. Karanlıkta, sessiz ve görünmez nesneler keşfedip, suretsiz gölgelerle konuştuklarından, biraz delilere benzerler. Çocuklar, gecenin tekin olmadığını bilirler.Sessiz bir çocuktur Zülfaris. Solgun. Yüzünde sayrılı bakışlar vardır. Elleri tekin değildir. Gözleri, düşleri? Huyları tekin değildir. Bu yüzden ona Birsam da derler. Adını her duyuşunda irkilir, o geceyi hatırlar. Sesi duyduğu ilk geceyi?Ses, ateşböceği şarkılarına benziyordu. İçini basan alacalı korkulara rağmen, önce kardeşiyle yattığı döşekten kaldırmış, sonra dış kapıya, sonra da bahçeye çağırmıştı onu. Tahta döşemede adım attığı her yerin avazlanacağını bile bile, sese yürümüştü o gece? Birsam?İşte şimdi, tertemiz nisan havasının altında, beli lastikle büzülmüş pi... tümünü göster
Hikâyelerdeki gerçek üstü şeyler, gerçek addettiğimiz olaylarla öylesine iç içe girmiş ki hangisi gerçek, hangisi hayal ayırt etmek zorlaşıyor. Kim bilir, belki de bizim gerçek sandıklarımız, tamamıyla zihnimizin bize oynadığı birer hayaldir de rüyalarımız bizim gerçekliğimizdir. Olamaz mı yani? Öyleyse, sizi bu kitabı okumaya davet ediyorum, bakalım okuduktan sonra da aynı kalacak mı düşünceleriniz.
82 sayfa