Gustave Flaubert (1821-1880) Fransız edebiyatında gerçekçilik akımının başlatıcısı olarak tanınır. Karısının kendisini aldatması üzerine yıkılan ve kederinden ölen Eugéne Delamartın acıklı yaşamöyküsünden ve Madame Lodavica nın Anıları adlı bir elyazması kitaptan yola çıkarak Madame Bovary adlı romanını yazdı. Roman; karakterlerin ruh halini ve öykünün mantıksal gelişimi içindeki rollerini aydınlatabilecek bütün özellikleri ya da olayları duygulara kapılmadan kaydeden katı nesnelliğiyle edebiyatta yeni bir çağın başlangıcını gösteriyordu. Beş yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıkan roman 1856 yılında Revue dergisinde tefrika edildi. Burjuva yaşamını gerçekçi bir anlatımla sergileyen romanı Fransız hükümeti, ahlakdışı olduğu savıyla dava etti. Flaubert bu romanı üzerinde çalışırken şunları yazmıştı: Benim zavallı Bovaryim şu anda Fransa da yirmiden fazla köyde acı çekiyor ve ağlıyor.
Gustave Flaubert (1821-1880) Fransız edebiyatında gerçekçilik akımının başlatıcısı olarak tanınır. Karısının kendisini aldatması üzerine yıkılan ve kederinden ölen Eugéne Delamartın acıklı yaşamöyküsünden ve Madame Lodavica nın Anıları adlı bir elyazması kitaptan yola çıkarak Madame Bovary adlı romanını yazdı. Roman; karakterlerin ruh halini ve öykünün mantıksal gelişimi içindeki rollerini aydınlatabilecek bütün özellikleri ya da olayları duygulara kapılmadan kaydeden katı nesnelliğiyle edebiyatta yeni bir çağın başlangıcını gösteriyordu. Beş yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıkan roman 1856 yılında Revue dergisinde tefrika edildi. Burjuva yaşamını gerçekçi bir anlatımla sergileyen romanı Fransız hükümeti, ahlakdışı olduğu savıyla dava etti. Flaubert bu romanı üzerinde çalışırken şunları yazmıştı: Benim zavallı Bovaryim şu anda Fransa da yirmiden fazla köyde acı çekiyor ve ağlıyor.
Güzeller güzeli, tutkulu Emma'nın kabiliyetsiz, romantizmden bihaber bir doktorla evlenip ruhunu asla doyuramamasının hikayesidir Madam Bovary.
Flaubert'in arsenik içtiği söylenir Emma'nın intiharını iyice anlatabilmek için; arsenik içtiği ve haftalarca bu yüzden hasta yattığı söylenir... Biliyor musunuz bu kitabı okurken aldatırsınız, aldatırken ki tutkunun ve yakıcılığın tadına bakarsınız sonra da dibe vurursunuz. Aldatmanın ağırlığını sırtlanır ve pişmanlıkla bocalar durursunuz. Bir avuç arsenik uzatır Flaubert size güzel Emma'nın eliyle ve ölüm bir kurtuluş gibi görünür size. Ölürsünüz. Ama acılar içinde. Ölen yalnızca Emma değildir, siz de ölürsünüz. Flaubert bunu yapar, gerçekten yapar. Kendinin de içtiği arseniktir belki bunu yapan ama kitabın sonunda hem sizi hem Emma'yı öldürür. Aldatmadan aldatmaya tövbe ettirir...
Dipnot: Aşk-ı Memnu'dan yıllar sonra okudum Madam Bovary'i ve genel hatlarıyla bizim Bihter'e benzetmiştim Emma'yı. İkisi de genç ve güzel, bir şeylerden kurtulmak için evlenirler, eşleri onları çok sever ama onlar mutsuzdur, aldatırlar ve daha çok acı çekerler, sonundaysa intihar ederler...
Her ne kadar okuduğum en iyi eser olmamış olsa da yine de güçlü bir anlatımı vardı. Hoş belki seçilen tema herkesçe takdir edilebilecek bir tema değil ancak kullanılan üslup takdire şayan.
Batı edebiyatının en önemli klasiklerindendir. Flaubert‘in şaheseridir. Eser, romantik, hayalci ve mantıktan çok duyguları ile hareket eden bir kadının başından geçenleri ele alır. Bu bakımdan, Romantizme bir tepki özelliği de taşımaktadır. Gustave Flaubert‘ın Madam Bovary adlı romanı, tasvirleri ve realist gözlemleri, kurgulanış tekniğiyle batı edebiyatının en güzel şaheserlerinden biridir.
Yer yer iç sıkıntısı, yer yer merak ile okunan; okurunu kimi zaman hırslı, kimi zaman da kederli hallere sokan bir klasik.
Madam Bovary yaralı bir kalp, doyumsuz bir kadın, hiçbir zaman mutlu olamayan acilariyla kendini ölüme mahkum eden aptal ama cesur bir kadin Madam Bovary Gustave Flaubert'in muazzam gerçekçi dilinden bir şaheser.
oohh ohh, tasvir, tasvir, ne tasvirler ama...
Evet, evet bir klasik (benim klasiğim değil)... ama sıkılmadan okurum diyenlere anca tavsiye ediler; kitabın dili biraz ağır geldi -biraz diyelim de ayıp olmasın- çok fazla tasvir var. Bu tasvirler bir yerden sonra sıkıyor insanı. O cümleler, betimlemeler o kadar uzuyor ki konudan kopuyor insan bazen, herkesin harcı olacak bir kitap değil gibi geliyor bana. Kitaptaki betimlemeler bazen öyle ayrıntılı ve abartılı ki resmen insanı boğuyor. Bir örnek: burada sadece bir Kutudan bahsediliyor "içi sarı ve siyah damarlarla süslü menekşe renginde makbul pelesenk ağacı üzerine işlenmiş olan bu zarif kutu, yabancı gözlerden saklanmış,saatlerce ona emek verilmiş,çalışan bir kadının düşünceli başı onun üstüne eğilmiş, ipek bukleleri onun üstünde salkımlanmıştır. Kanavicenin örgüleri ve ilmikleri arasına derinden gelen sevdalı nefesler süzülmüş, hergün onun üzerindeki iğne ya bir hatırayı yada bir umudu çivilemiş ve birbirine karışan bütün bu ipek teller aynı sevdanın sesiz bir devamı olmuştur." Kitabın ilk bölümü çok durağan öyleki nerdeyse okumayı bırakacaktım ama ikinci yarısı daha sürükleyici geldi bana.
Kitabı bitirdiğinizde, -zamanla- aklınızda kalacakları hesaplasanız en fazla 20 sayfalık bir bilgiden ibaret olacaktır.
Halid Ziya Uşaklıgil Aşk-ı Memnu'da Bihter'i tasarlarken Madam Bovary'den esinlendiğini duydum sanki bir yerden. Ama doğru da olmayabilir...
Okuduğum klasiklerden en sıkıcı fakat kadının ruhunu en iyi yansıtan kitaptı. Uzun ve bir kadının iç dünyasına yer veren bir eser. Fakat bitirene kadar canım çıktı diyebilirim...
Romantik hayaller peşinde koşan, doyumsuz tutkular arasında kaybolan, bunların gerçekleşebilmesi için en kutsal şeylerini bile feda eden sonunda bu tutkular uğruna hayatını da feda eden bir kadının romanı.
Yazar 'Madam Bovary' kitabında kadın ruhunun acılarını, doyumsuz hayallerini, sevgiye şehvete olan açlığını çok güçlü bir şekilde anlatırken bir kadının bunlar için neleri feda edebileceğini ve trajik bir akıbeti hikaye etmiştir. Okumaya değer bir kitap.
İnsanı durduk yere feminist yapabilecek bir eser.:) Emma karakteri bir yere kadar anlaşılabilirdi belki. Mutsuzluğunda, hayallerine ulaşamamasında ve bunların yarattığı hayalkırıklıklarında anlaşılmaz ya da kınanacak bir durum yok. Fakat hemen hemen tüm yaşantısına duygularının yön vermesi ve dolayısıyla aklını pek kullanmaması işi değiştiriyor. Misal kocasını aldatması kendi üstleneceği bir vebalken, hiç geliri olmadığı halde sonunda eve haciz getirtecek kadar har vurup harman savurması, sevgililerinden para dilenmesi onu ziyadesiyle alçaltıyor. Keza hiç çabalamadan ve kendini geliştirmeden daha üst bir hayat seviyesi beklemesi gibi tavırları da iyice iticileştiriyor. Dolayısıyla eseri sadece bir kadının iç dünyasının yansıması olarak değerlendirmek haksızlık olur, zira sıkı bir toplumsal bir eleştiri içeriyor. Zaten Emma'nın yer yer öf çektiren hezeyanlarının arasında kaynamaması gereken Eczacı Homais karakteri bile bunu tek başına kanıtlamaya yeter. Ayrıca Homais ve Papaz'ın atışmaları da bir başka dikkat çekici unsur.
Emma karakteri yüzünden empati kurmak zorlaştığından bunaltıcı gelebilecek bir eser. Fakat bu bunaltıcılıkta, uzayıp giden betimlemelerin etkisinin çok fazla olduğunu da belirtmeliyim.