Meryem: Van Gölü kıyısındaki bir kasabada, Allah'ın kendisini sevmesinden başka bir şey beklemeyen 17 yaşında bir kız.
Prof. Dr. İrfan Kurudal: İstanbullu tanınmış bir aydın. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış. Sahip olduğu her şeyi geride bırakarak, teknesiyle amaçsız bir Ege yolculuğuna çıkıyor.
Cemal: Gabar Dağları'nda PKK peşinde koşmuş bir komando. Askerliğini bitirip eve döndüğünde ömrünün en zor göreviyle karşı karşıya kalıyor: Ailenin yüzkarası amca kızını töre gereği öldürmesi gerekiyor.
Her biri mutluluğu arayan Meryem, İrfan ve Cemal, kendilerinin, birbirlerinin ve ülkenin ruhunun derinlerine doğru çalkantılı bir yolculuğa çıkıyorlar. Peki, onları neler bekliyor?
Meryem: Van Gölü kıyısındaki bir kasabada, Allah'ın kendisini sevmesinden başka bir şey beklemeyen 17 yaşında bir kız.
Prof. Dr. İrfan Kurudal: İstanbullu tanınmış bir aydın. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış. Sahip olduğu her şeyi geride bırakarak, teknesiyle amaçsız bir Ege yolculuğuna çıkıyor.
Cemal: Gabar Dağları'nda PKK peşinde koşmuş bir komando. Askerliğini bitirip eve döndüğünde ömrünün en zor göreviyle karşı karşıya kalıyor: Ailenin yüzkarası amca kızını töre gereği öldürmesi gerekiyor.
Her biri mutluluğu arayan Meryem, İrfan ve Cemal, kendilerinin, birbirlerinin ve ülkenin ruhunun derinlerine doğru çalkantılı bir yolculuğa çıkıyorlar. Peki, onları neler bekliyor?
Okurken bazı yerlerde hırslandım, çoğu zaman ülkemizde bunlardan çok var dedim.... Ve sinema filminde ki aktarımda başarılıydı. Özgü Namal güzel canlandırmıştı.
Ana tema olarak töre cinayetini ele alan bir kitap gibi görünse de bence her türlü soruna inceden değinmiş, güzelce işlenmiş bir kitaptı... Yine bir Zülfü Livaneli harikasıydı... Kitapta insanlara din istismarında bulunan şeyh(!)lerden aile planlamasına, aile içi şiddetten göç ve gecekondulaşmaya, Alevilikten ölüm oruçlarına kadar çok geniş bir yelpazede ele alınmıştı olaylar. Çok güzel yedirilmişti bu meseleler kitaba. Olayların doğal akışı içerisinde çok güzel verilmişti mesajlar çocukların televizyonla ilişkisine kadar... "Hadi bir sosyal mesaj vereyim." şeklinde zorlama değildi.
Yine bambaşka kültürlerden, bambaşka yaşamlardan, bir arada düşünemeyeceğimiz insanlar bir araya geldi ve birbirlerinin "zehrini" aldılar.
Zülfü Livaneli kitaplarının ana teması bu kitapta İrfan'ın annesinin dediği gibi :"İnsan insanın zehrini alır." sözüdür...
Belki yazar sonunda herkesin kendi özgürlüğünü ele alması gibi bir mesaj vermek istese de sonunu sevemedim... Filmdeki sonu tercih ederim. Yine de kesinlikle okunması gerekenlerden, okunası... http://benherneysemo.blogspot.com/2012/10/mutluluk-zulfu-livaneli.html
Livanelinin Serenad'ını okuduktan sonra bu adam daha ne yazsa bunun üzerine burun kıvırırım serenad gibi değil be derim diye düşünüyordum ki bu kitap fikrimi değiştirdi.
Alın edinin okuyun pişman olmazsınız
Serenad'ı okuduktan sonra "Bu kitap da Serenad kadar güzeldir." diye düşünüp okudum ama bana aynı tadı vermedi. Ne kadar güzel bir konuya değinmiş olsa da kitap sanki yarım kalmış gibi. Ama yine de bir oturuşta sayfalarca okunabilecek, elinizden bırakamayacağınız bir kitap. Tavsiye ederim
zülfü livaneli den uzaklamaşmama sebep oldu basit buldum .
Aşırı detaya girilmesi dışında çok iyi bir romandı. Konu biraz klasikti ama iyi işlenmişti.
Livaneli'nin okuduğum 4. kitabı..Ve şunu farkettim Livaneli kitaplarında genellikle teması farklı dinler, farklı kültürler ve farklı yaşamlardan insanları bir araya getirerek bu kitaptada İrfan'nın annesinin dediği gibi "insanlar bir araya geldiklerinde birbirinin zehrini alırlar" şeklinde. Töreye kurban hayatları anlatma ile
başlayan kitap birbirini hiç tanımayan 3 ayrı kişinin kesişen hayatlarında doğu ile batı arasındaki farkları ortaya çıkaran ve insanların her gördükleri hayat tarzlarından etkilenmelerini konu alıyor.Kitabın filmide çekildi filmi izlemedim ancak kitabın bir bütün olarak iyi, sonunun ise pek tatmin edici olduğunu söyleyemem.
Kitaptan altını çizdiklerim:
- Bırak hayat bir nehir gibi aksın; olumlu düşünki her şey olumlu olsun; dünyadaki kötülüklerin kaynağı olumsuz düşünmektir.
- Belki de en iyisi o vahşi yalnızlığı seçmek ya da kendini öldürmekti Pavese gibi.
- Uyuyan Endymion gibi kendi kaderini belirleme cezasına çarptırılmış olma duygusu, bu dünyaya en ufak bir çentik bile çizemeden geçip gitme korkusunun yarattığı bir şeydi.
- Herkes yabancılaşmıştı, yabancılaşıyordu. Toplum kuralları ve çevremizde tahkim ettiğimiz maddi dünya, bizi bu yabancılaşmadan koruyan gardiyanlardı adeta. Yolumuzu şaşırdıkça, alışkanlık denen ılık kaplıca sularının içine gömülüp rahatlıyorduk. Sonunda bize yol gösteren şey; evde her zaman oturduğumuz koltuğun aşina yumuşaklığı, gözü kapalı çevirebildiğimiz banyo musluğu ve başımızın yastıkta bıraktığı iz oluyordu. Kendi egemenlik alanını belirlemek için ağaçların altına sidik fışkırtıp sonra kendini bu sidiğin sınırları içinde güvenli hisseden köpeklere benziyordu insanlar da; aşina kokular ve aşina eşya arasındaki bir mutluluk formülü.
Dostoyevski Avrupa'dan Rusya'ya dönüşünü, "Eski pantuflalarıma ayaklarımı sokar gibi" betimlemesiyle açıklamıştı. Eski pantuflalara ayakları sokmak... Güzel sözdü doğrusu ve insanlar böyle yaşıyorlardı. Eğer bu tanıdık dünya olmasa, kendilerini bir mahzende büyütülüp sonra birdenbire kent meydanına atılan Kaspar Hauser gibi hissedecekleri kesindi.
keyif alarak okurken toplum değer yargılarının bölgeler arası keskin geçişlerini ve kadın olmanın yaşadığımız toplumdaki zorluklarını düşündüren güzel bir kitap
Beklentileri karşılamayan bir sona sahip. Biraz sıkılarak, biraz kendini tekrarlatarak, biraz merak uyandırıp heyecanlandırarak ilerliyor. Günümüz sıkıntısının güzel bir ayrıntısı, Zülfü Livaneli'nin alışılmış kitaplarından değil. Hele ki Serenad ve Son Ada'dan sonra okuyorsanız, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Karton Cilt, 382 sayfa
2015 tarihinde, Doğan Kitap tarafından yayınlandı