Yaşanılagelen bir sürgün ortamından Batı Şeria bölgesindeki Ramallah semtine dönüş sürecinin anlatıldığı bu yoğun ve son derece coşkulu kitap, halihazırda Filistinli Mülteciler sorununun elimizdeki en güzel varoluşsal kayıtlarından birisidir. Bazı bölümlerinde belirtildiği gibi kitap güzide akademisyenlerden ve romancılardan Mısırlı Radwa Ashour ile evli meşhur şair Mourid Barghouti tarafından yazılmıştır; her ikisi de 60lı yıllarda Kahire Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatında öğrenciydiler ve evliliklerinin 17 yıllık bir zaman dilimini birbirlerinden ayrı, biri FKÖ temsilcisi olarak Budapeştede, biri de oğulları Tamim ile Kahirede, Ayn Şems Üniversitesinde İngilizce profesörü olarak geçirdiler. Elinizdeki eserde bu ayrılığın siyasi sebeplerine işaret edilmiştir, tıpkı yazarın Batı Şeriadan sürülmesi ve otuz yıl sonra dönmesi hadisesine işaret edildiği gibi. Kitap, 1997 senesinde ilk neşredildiğinde Arap aleminin tamamında büyük coşkuyla karşılanmış, Necip Mahfuz Edebiyat Ödülüne layık görülmüştü. Kitaba dair tatmin edici hususlardan biri kendisi de önemli romancılardan ve eleştirmenlerden, (Güneşin Gözünde ve Aşkın Haritası başta olmak üzere) eserlerini İngilizce kaleme alan Mısırlı Ahdaf Soueif tarafından zarif ve etkileyici bir İngilizceyle tercüme edilmiş olmasıdır. Bundan ötürü bu iki kabiliyetin aynı kapak altında birleşmesi önemli bir edebi hadisedir. Bu kitaba mukaddime kabilinden bir kaç söz söylemekten çok hoşnudum. Kudüse bu kabil bir seyahatte bulunmuş bir kişi olarak, böyle bir geri dönüşe eşlik eden karmaşık duyguları -mutluluk ve tabi ki nedamet, hüzün, şaşkınlık, öfke ve benzeri duyguları- gayet iyi bilirim. Barghoutinin kitabının biricikliği ve gücü, benzer bir durumda anaforlaşacak duyguların ve fikirlerin tarihini canhıraş bir şekilde yazması ve onları netleştirmesindedir. Unutmamak gerekir ki Filistin alelade bir yer değildir. Tek Tanrılı dinlerin bilinen bütün tarihlerine ve geleneklerine bulanmıştır, her cinsinden nice fatihlerin ve medeniyetlerin gelip gittiğini görmüştür. Yirminci yüzyılda, yerli Arap sakinler ile, ki 1948de trajik bir şekilde yerlerinden edilmiş ve tehcire uğratılmışlardır, bölgeye dahil olup bir Yahudi devleti kuran ve 1967de Batı Şeria ve Gazzeyi ele geçiren ve hâlâ ellerinde tutan, çoğunlukla Avrupa menşeli Siyonist Yahudilerin siyasi hareketinin durmaksızın çekişme sahası olmuştur. Bundan dolayıdır ki bugün bütün Filistinliler bir zamanlar bir Filistin olduğunu bilme ve fakat şimdi onun yerinde Filistini topyekun inkar eden yeni bir isim, millet ve kimlik olduğunu görme tuhaflığına maruz kalmışlardır. Bu yüzden Filistine geri dönüş ısrarlı ağırlığı bir yana, tuhaf bir şeydir. Bir manada Barghoutinin bu kitapta anlattıkları, Arafatın FKÖsü ile İsrail devleti arasında vuku bulan ve gülünç bir şekilde Barış Süreci olarak adlandırılan süreçle mümkün kılınmıştır. 1993 yılının Eylülünde başlayan ve benim bunları yazdığım güne (2000 Ağustosunun başlarına) kadar hâlâ sonuçlandırılamamış olan bu Amerikan-pazarlaması anlaşma ne Gazzede ve Batı Şeriada gerçek bir Filistin egemenliği sağlamıştır ne de Araplar ve Yahudiler arasında barış ve uzlaşma imkanı oluşmasına müsaade etmiştir. Fakat bu anlaşmanın müsaade ettiği şeylerden biri, 1967deki bölgelerden bazı Filistinlilerin evlerine dönmesidir ve bu kitabın başında yer alan sınır sahnelerinin yaşanmasına olanak tanıyan da işte bu mutluluk verici hadisedir. Barghoutinin hızla farkına vardığı ironi, Haşimi krallığını* Filistinden ayıran Ürdün nehri köprüsünde, Filistinli memurlar bulunmasına rağmen, hâlâ İsrailli kadın ve erkek askerlerin kontrolü ellerinde tutuyor olmalarıdır. Onun az ve öz olarak ifade ettiği gibi, ötekiler hâlâ buraların efendisidir. Gerçi kendisi bir Batı Şerialı olarak burada selis bir şekilde hikaye ettiği bu ziyareti gerçekleştirebilmektedir, oysa Filistinlilerin kahir çoğunluğu (3,5 milyon civarı) 1948 yılında İsrailin işgal ettiği bölgelerden gelen mültecilerdir ve bu yüzden bugünkü şartlar altında dönüş yapamamaktadırlar. Barghoutinin kitabında yoğun bir siyaset vurgusu olduğu muhakkaksa da, bu vurgu soyut ve ideolojik bir niteliğe sahip değildir: siyasal manada ne baş gösteriyorsa bu, tamamen Filistinlilerin hayatını çepeçevre saran ve genellikle onların seyahat ve ikamet haklarını sınırlayan şartlardan doğan bir politikadır. Dünyada bir ülkenin vatandaşı olup, bir pasaportu bulunan ve kim oldukların üzerinde bir an bile düşünmeksizin özgürce seyahat edebilen insanların kıymetini bilmediği bu tarz meseleler, devletsiz Filistinliler için hayati bir öneme sahiptir. Avrupa, Avustralya, Kuzey ve Güney Amerika ve Arap ülkelerindeki milyonlarca mülteci, esasında birer pasaport sahibi olmalarına rağmen yerinden edilmiş olmanın, giderek yanlış yerde olmanın külfetini yüklenmişlerdir. Bunun sonucu olarak Barghoutinin metni bir yerde ikamet edip edemeyeceğine, nereye gidebilip nereye gidemeyeceğine, ne kadar zaman kalacağına ve ne zaman gitmesi gerektiğine ve en önemlisi, orda olmadığı zaman neler olacağına ilişkin sorunlarla örülmüştür. Ağabeyi Mounif beklenmedik ve zalim bir ölümle ölür Pariste, zira kimse ona yetişip yardım edemez, etmez. Kitap, suikasta kurban gitmiş romancı Gassan Kanafani ve karikatürist Naci el-Ali gibi kültürel önemi haiz kişiliklerin uğrak yeridir. Bu kişiler, ne kadar başarılı ve sanatsal donanım sahibi olurlarsa olsunlar bir Filistinlinin her an beklenmedik bir ölüme kurban gidebileceği veya açıklanmayan bir şekilde sırra kadem basabileceği gerçeğinin hatırlatıcısıdırlar. Coşkun ve neşeli sayılabilecek bu kitabın yaslı, hüzünlü bir sese sahip olması işte bu nedenledir. Fakat bu kitaba derin bir kendine özgülüğün şaşmaz damgasını vuran esas cihet, onun hayat bahşeden şiirsel niteliğidir. Barghoutinin eseri şaşırtıcı mertebede iğneleyicilikten ve cevabi ithamlardan uzaktır, o ne, yaptıkları sebebiyle İsraillileri azarlar ve aleyhlerinde nutuklar çeker, ne de ülkede yadırganası anlaşmaları kabul eden Filistin liderliğini haşlar. Elbette hafif kıvrımlı ve genelde dağlık Filistin coğrafyasının yerleşimcilerce lekelendiğini (hatta çirkinleştirildiğini) söylemekte ve sözde barış yapıcıları için oldukça münasebetsiz bu hakikati, özellikle de Ramallah ve Deyr Gassanah gibi yerler yılmadan ve değişmeden Filistinli kalabilmişken, dile getirmekte sonuna kadar haklıdır; fakat bütün yaptığı bundan ibarettir. Soyadının kelime manasını deşmesinde herhangi bir ironi söz konusu değildir. (Gerçi kesin bir bilgiye sahip değilim ama, sanırım Barghouti ailesi Filistinin en kalabalık ailesini oluşturuyor, tahmini rakamlara göre 25.000 kişi.) Kelimenin Arapça bit kelimesinden geldiği gerçeğinden kaçınabilmiş gözükmüyor, fakat bu küçük düşürücü detay şaşılacak bir şekilde anlatıma daha fazla insanlık ve dokunaklılık katıyor. Vatana geri dönüş ve vuslatın orta yerindeki bu kaybediş hikayesidir Barghoutinin eserine gerçek ayrıcalığını veren. Ve Barghoutinin bu kaybedişin sebeplerine karşı koyduğu reddiye ve direniştir onun şiirlerine cevher bahşeden, anlatımına müspet değerler kazandıran. O şöyle der: İşgal, meçhul bir sevgiliye aşık nesiller yarattı bizden: uzak, çetrefil, muhafızlarla, surlarla, nükleer füzelerle ve katıksız bir terörle çevrilmiş [bir sevgiliye]. Bu nedenle, şiirlerinde ve bu anlatısında dönüşüne eşlik eden şey onun duvarları yıkma, muhafızları atlatma, onun olan Filistinine bir yol bulma ve onu Ramallahta bulma arayışıdır. Bir zamanların Kudüsünün bağlık dış mahallesi Ramallah son yıllarda Filistin şehir hayatının bir merkezi haline gelmiştir. Ramallahın nispeten özerk bir yapısı, küçümsenmeyecek derecede kültürel aktiviteleri ve hızla artan bir nüfusu vardır. Demek ki yersiz-yurtsuzlaştırılmış sürgün yazar Barghouti bu yakın zamanda canlanıvermiş ve yeniden keşfedilmiş Ramallahta kendisini tekrar bulmaktadır -sadece kendisini yeniden ve yeniden yurtsuzluğun farklı formlarında bulmak üzere. Bir insana bir kere köklerinden sökülüp atılma tecrübesi yeter, sonsuza kadar köklerinden sökülmüş olması için. Bu sebeptendir ki, neşesine ve coşkun anlarına rağmen bu anlatım sılaya kavuşmaktan daha çok sürgünü merkeze alır. Kitaba trajik boyutunu ve çarpıcı tekinsizliğini veren işte bu durumdur.
Yaşanılagelen bir sürgün ortamından Batı Şeria bölgesindeki Ramallah semtine dönüş sürecinin anlatıldığı bu yoğun ve son derece coşkulu kitap, halihazırda Filistinli Mülteciler sorununun elimizdeki en güzel varoluşsal kayıtlarından birisidir. Bazı bölümlerinde belirtildiği gibi kitap güzide akademisyenlerden ve romancılardan Mısırlı Radwa Ashour ile evli meşhur şair Mourid Barghouti tarafından yazılmıştır; her ikisi de 60lı yıllarda Kahire Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatında öğrenciydiler ve evliliklerinin 17 yıllık bir zaman dilimini birbirlerinden ayrı, biri FKÖ temsilcisi olarak Budapeştede, biri de oğulları Tamim ile Kahirede, Ayn Şems Üniversitesinde İngilizce profesörü olarak geçirdiler. Elinizdeki eserde bu ayrılığın siyasi sebeplerine işaret edilmiştir, tıpkı yazarın Batı Şeriadan sürülmesi ve otuz yıl sonra dönmesi hadisesine işaret edildiği gibi. Kitap, 1997 senesinde ilk neşredildiğinde Arap aleminin tamamında büyük coşkuyla karşılanmış, Necip Mahfuz Edebiyat Ödülüne layık görülmüştü. Kitaba dair tatmin edici hususlardan biri kendisi de önemli romancılardan ve eleştirmenlerden, (Güneşin Gözünde ve Aşkın Haritası başta olmak üzere) eserlerini İngilizce kaleme alan Mısırlı Ahdaf Soueif tarafından zarif ve etkileyici bir İngilizceyle tercüme edilmiş olmasıdır. Bundan ötürü bu iki kabiliyetin aynı kapak altında birleşmesi önemli bir edebi hadisedir. Bu kitaba mukaddime kabilinden bir kaç söz söylemekten çok hoşnudum. Kudüse bu kabil bir seyahatte bulunmuş bir kiş... tümünü göster