Hayat canlı bir organizma gibidir; gelenek ve göreneklerimiz, yönetim sistemimiz, yemeklerimiz, elbiselerimiz her geçen günle değişiyor. Bu değişmeler hayatın dinamizminin bir sonucudur. Bünyesindeki bu muharrik güçten yoksun bulunsaydı, fosilleşmek Itayatın kaderi olurdu. Canlılığın kaçınılmaz bir özelliği olan değişmeler de bizi toplum olarak devam ettiren tarih şuurudur. Bu şuurumuz eksik olursa, her renkten renge girişimizde kendimizi milletçe yeni bir kişiliğe kavuşmuş zannederiz; bu da millî şuurumuzun parçalanmasına, şizofrenik bir hal almasına sebep olur. Milli şuurun biricik kaynağı tarihtir. Milli şuurun realiteyi ifade edebilmesi için dayandığı tarihin doğru olması lazımdır. Tarihin doğru olup olmadığının tespiti de ancak tarih lelsefesi süzgecinden geçirilmesiyle mümkündür. Bugüne kadar Türk Tarih Felsefesine dair ne bir makalenin, ne de bir kitabın yazılmadığını düşünürsek, Mehmed Niyazinin Türk Tarih Felsefesinin nasıl bir boşluğu doldurduğunu idrak ederiz.
Hayat canlı bir organizma gibidir; gelenek ve göreneklerimiz, yönetim sistemimiz, yemeklerimiz, elbiselerimiz her geçen günle değişiyor. Bu değişmeler hayatın dinamizminin bir sonucudur. Bünyesindeki bu muharrik güçten yoksun bulunsaydı, fosilleşmek Itayatın kaderi olurdu. Canlılığın kaçınılmaz bir özelliği olan değişmeler de bizi toplum olarak devam ettiren tarih şuurudur. Bu şuurumuz eksik olursa, her renkten renge girişimizde kendimizi milletçe yeni bir kişiliğe kavuşmuş zannederiz; bu da millî şuurumuzun parçalanmasına, şizofrenik bir hal almasına sebep olur. Milli şuurun biricik kaynağı tarihtir. Milli şuurun realiteyi ifade edebilmesi için dayandığı tarihin doğru olması lazımdır. Tarihin doğru olup olmadığının tespiti de ancak tarih lelsefesi süzgecinden geçirilmesiyle mümkündür. Bugüne kadar Türk Tarih Felsefesine dair ne bir makalenin, ne de bir kitabın yazılmadığını düşünürsek, Mehmed Niyazinin Türk Tarih Felsefesinin nasıl bir boşluğu doldurduğunu idrak ederiz.