Beni çok saran bir kitap değildi ama inceliği nedeniyle bir günde okunabilir bir kitap.
Kitabı bitirdiğinizde anlatılan olayın daha önceden de var olduğunu öğreniyorsunuz.Yazarın anlatımı iyi fakat olaya fazla katkısı olduğunu düşünmüyorum.
Bir günde elimde eriyip gitti :) Kesinlikle okunmalı diye düşünüyorum.O kadar güzel ki..Son sayfaları hep tebessümle okudum :)
arkasındaki o kadar övgüden sonra pek sevemedim açıkçası, biraz hayal kırıklığına uğradım
Sanırım kitabın tanıtımı ve 8 ay kadar uzun bir süre içerisinde en çok okunan bir kitap olmasının yanı sıra 44 dile çevrilmiş olması okunması için yeterli bir sebep...
"Belki bir gün biz de güllerle konuşabiliriz."
Kesinlikle okunması gereken bir kitap.
Bunca beğeniye ve reklama karşılık "ben de okuyayım" deyip, bir arkadaşımdan aldığım ve yarısına bile gelmeden bırakmak için can attığım bir kitaptı. Arkadaşım sonunda beğeneceğimi söyledi, onun ısrarıyla okudum ama tek kelimeyle VASAT.
nasıl onlarca dile çevrilmiş anlam veremedim, yada övgülerden reklamlarından dolayı beklentimi çok yüksek tuttum ama kitabın yarısında zaten konunun nereye gittiğini anlıyorsunuz... yanılıyor muyum, siz ne düşünüyorsunuz? ve sevindiricidir ki yine benimle hem fikir olan insanlar olduğunu bilmek güzel...
kitabı okumaya başladıktan sonra bitirmek için büyük sabır gösterdim zira çok ama çok sıkıcı bir kitap okunmaya bile deymez
Küçük Prens' e benzediği yazılmış, pek bir benzerlik kuramadım, konusu yönünden belki... ama kitap son derece akıcı, hoş bir anlatım dili var, konular ise tam anlamıyla günümüz insanının sorularına cevap verici nitelikte , tatmin edici bir üslup kullanılmış.
Kayıp Gül serisinin iki kitabı da benim için çok özeldir... İki kitabı da sanki bir şeylerin farkına varıyormuş hissine kapılarak okudum.
Hayatımda vakit kaybı diyebileceğim nadir kitaplardan biri,tam bir pazarlama harikası...
Öndeyiş
"Efes! İkilikler şehri. Aynı anda hem Artemis’e, hem de Meryem Ana’ya ev sahipliği yapan şehir. İçinde hem egoyu, hem de ruhu barındıran, kibrin ve tevazuun, esaretin ve özgürlüğün iç içe geçtiği şehir. Efes! Zıtların birbirine dolandığı, insan gibi bir şehir.
Bir ekim aksamında, işte o şehrin, Efes’in yakınındaki Meles suyu kıyısında oturuyorlardı. Güneş kızıla boyadığı Bülbül Dağının ardına saklanmak üzereydi. Göklerin dilini konuşanlar, yaklaşan yağmuru müjdelemişlerdi her ikisine de.
“Saint John halka Meryem Ana’dan bahsediyor,” dedi genç kız. “Ağlayan, homurdanan, küfreden kalabalığı sen de duyuyor musun? Binlerce insan, yeni gelen dinin, tapındıkları tanrıçayı yasaklamasına isyan ediyor; ayaklarım yere vurarak tempo tutuyor, hep bir ağızdan bağırıyorlar: ‘Meryem de kim? Biz Artemis’e tapanlarız!”’
”’Artemis?” diye sordu genç adam. “Şu tanrıça? Hani Romalıların Diana dedikleri”’
“Boş ver onu,” dedi genç kız. “Halkın önce şekillendirip, sonra da taptığı bir hayal o sadece.”
“Onun hakkında çok şey biliyor gibisin?”
“Onu kendimi bildiğim gibi bilirim.”
“Madem öyle, biraz ondan bahsedemez misin?”
“Uzun hikâye.”
“Dinleyebilirim.”
“Pekâlâ,” dedi genç kız. “Dinle o halde… Artemis. Nam-ı diğer Diana. Okçu tanrıça. Okunu ‘ansızın gelen tatlı bir ölüm’ sunmak için kullanırmış. Özgür ruhlu ama tutsak, bağımlı fakat yine de kibirli. Sancılarla kıvranan annesi Leto, bir zeytin ağacına yaslanarak doğurmuş onu ve…” Biran durdu, derin bir nefes aldıktan sonra ekledi:
“Ve ikizini…”
Kayip Gül - Serdar Özkan
bir türk yazarın dünya çapındaki bu başarısı takdire değer. güzel ve kısacık bir öykü.içinizi ısıtan bir hikaye.tavsiye ederim.
Okurken sanki küçük prensin bir kopyasını okuyormuşum gibi hissettim. Beğenmedim. Küçük prensin taklidi bir kitaptı sadece.