Leylim Leylim (Ahmed Arif'ten Leylâ Erbil'e Mektuplar)

En Son Değerlendirmeler

5 puan

Cok icten hitaplar...ama icerik hitaplar kadar etkilemiyor.belki karsiliklarini okuyamadigimiz icindir.ama yinr anladim ki beklentiye girmeyeceksin..

10 puan

Nasıl güzeldi! Bitmesin istedim. Hem dönemin şartlarına hem de Ahmet Arif'in iç dünyasına dair çok güzel ayrıntılar var. Ayrıca bu aşktan çok fazla etkilendim.

10 puan

'yetinmek' diyorsun 'cehennemin öbür adıdır'. onun yokluğunda olduğu gibi. hasretin şairi.

10 puan

Iki guzel insan...ve guzel bir kitap...
simdiki adamlar ve asklar cok tirt artik bunu bilir bunu soylerim.

10 yıl, 11 ay
5 puan

Evet Ahmed Arif'in kalemi gerçekten çok iyi ancak mektuplarda bir çok çelişki var. Mesela; Leyla Erbil hiç görüşmediklerini söylemesine rağmen mektuplardan görüştükleri anlaşılıyor. Ahmed Arif'in mektuplarını göze alarak Leyla Erbil'in yersiz çıkışları bana biraz "istemem yan cebime koy" havasını verdi. (Bence)
Ahmed Arif'in mektupları demeyeyim ama Leyla Erbil'in tutumları kitabı severek okumama engel oldu malesef.

10 yıl, 11 ay
10 puan

Bu bok hengâmede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara rağmen sen varsın be Ahmedim. Sen yazıyorsun. Veyl onlara ki seni okumadan ölüp gitmişler. Veyl!

2 puan

Bunaltıcı, sıkıcı..

9 puan

Biri gerçekten sever, diğeri rol yaparmış. Ahmet Arif gerçekten sevmiş.

10 yıl, 10 ay
10 puan

oyy güzel adam. ne sevmişsin ve tam karşılık alamamışsın hiç

9 puan

Karşılıksız güzel bir aşk. Bir adam ne kadar sever, ne kadar acı ve yokluk çeker sorularının cevabı mektuplarda gizli.

9 puan

Garibim Ahmed'imin yazdıklarını okurken Nazım'ın "Tahir'le Zühre Meselesi" dönüp durdu beynimde:

"...
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil."

Profil Resmi
10 puan

ilk iki mektup bile beni vurmaya yetti.

10 puan

Geçende bir mezar gördüm. Yekpâre bir mezar kapağı. Küçücük! Belli ki altında bir çocuk yatıyor. Nasıl, bilsen, gidip kucaklamak, öpmek geldi içimden. Oturdum, okşadım, sevdim taşı. Belli yapan adam aşk ü şevk ile çalışıp yapmış, kendinden çok şey katmış taşa. Kim bilir hangi sevilerle vardı o ustalığa. Öyle bir yalnızlığı var ki Leyla, binlerce mezarın içinde, irili ufaklı, çiçekli, parmaklıklı mezarların arasında, “Ben buradayım” diyor âdeta. Bir ara çalarlar diye korktum da! Ha, baktım yanımda bir köylü türedi, merhabalaştık, mezara tutulduğumu hissetmiş olacak, “Çocuk” dedi. “Ne kadar çok seviyormuş yahu” dedi. Seven kim? Babası mı, anası mı, taşçı ustası mı anlayamadım. Ama o güzellik köylüyü de çarpmıştı. Bense anlamaz sanmıştım! Kimse bunu yapan, büyük bir hayat yaşamış bence. Kıskandım onu. Edison’u, Bedrettin’i, Spartaküs’ü kıskandığım gibi kıskandım. Yüzde yüz yaşamak dediğim bu, canım... Tabii kıskandığım onların ne eserleri ne de kendileri! Klâsik deyimle ruhlarını kıskanıyorum. Yaşamaya haysiyetli bir anlam kazandıran çabalarını...

8 puan

"“Nasılsın?” diye sormak, söyleyecek sözü olmadığından vakit kazanmak istemekmiş. Hiç düşünmedim. Üstelik sana söyleyecek sözümün olmaması felâket olur benim için."

“Her şey kalakaldı suskun.”...

6 puan

Ahmed Arif’i Leylim Leylim Leyla Erbil’e mektuplar kitabıyla anmış olacağım ama kitaba geçmeden önce Ahmed Arif’in bendeki yerini anlatmam gerek. İçinde yaşadığım coğrafi bölge ve yetişme koşullarım her daim batıyı örnek almamda önemli rol oynamıştır. Sanatın, edebiyatın, müziğin, şiirin modernleşme çabasında batıda asil ve güzel durduğunu, doğunun ise buna ket vurduğunu düşündüğümden olsa gerek; gerek türkülerimize gerekse köy enstitüsü ya da Anadolu yazarlarına ve şairlerine uzak ve ön yargılı durmuşumdur. Sadece ülkemizde değil dünya edebiyatına bakış açımda böyleydi. Okumada hep batıdan gittim çok değil bir iki seneye kadar yettiğini düşündüm. Düşünemediğim şey kök ilişkisiydi. Bugün hala anlamamakta ve kabullenmemekte direttiğimiz doğu ve batı birleşmedikçe bütün olmayacağımız, eksik kalacağımız aslında toprak olgusunu bizi ileriye götürecek hafızanın temelinin Anadolu olduğunu okumalarımla beraber açılan algımdan öğrendim. Evet eksiktim. Yapmaya çalıştığım şey ön yargılarım yüzünden amacını aşıyordu. Nitelikli okumak bunun için önemli, bir yerden sonra amacın ne olduğunu anladım. Doğu yanım hala eksik olmasına rağmen o dönem bir dostum sayesinde eksik olan yanımı türkülerle ve şiirlerle tamamlamaya çalıştım. Ahmed Arif’i o zaman tanıdım. Şiirlerini kendi sesinden güzel okumayı başaran usta şairlerden biri…
Ahmed Arif’in Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Orhan Veli ve Cahit Külebi başta olmak üzere birçok şaire hayran olduğu, onlardan beslendiği bilinir. Kendisi, şiirlerinin lisedeyken bir dergide Neyzen Tevfik’le aynı yerde ve değerde yayımlandığını, “maviye maviye çalar gözlerin yangın mavisine…” de olduğu gibi şiirlerini eksik kaldığı, tamamlanmadığı gerekçesiyle yirmi yıla yakın beklettiğini anlatıyor. Tarihe Muğlalı katliamı olarak geçen ve olaya istinaden yazdığı otuz üç kurşun ya da Adiloş bebe gibi yaşanmışlıkları, acılarla bezenmiş sarmalanmış ve birçok müzisyen tarafından bestelenip söylenmiş şiirleri olduğunu da biz biliyoruz. Şu an günümüzde halen düşünce suçu nedeniyle tutuklanan aydın-yazar-şair tayfasında o da nasibini alanlardan. Gençliğinin en güzel zamanları hapiste geçti ve çıktıktan sonrada kimsenin iş vermemesi nedeniyle de açlıkla sınandığı zamanlar geçirdi. Okumaya doyamadığı yazarlar Dostoyevski, Tolstoy, Emile Zola.. En sevdiği kitap ise Andre Malraux’un İnsanlığın hali. Müzik zevki ise ilginç Beethoven’ın 9. senfonisi ve Schubert’in dünyayı dolaşan şarkısı. Bunların yanında halk müziği ve Ruhi Su’ya olan hayranlığı da cabası.. Yılmaz Güney’i hapishanede ziyaret edecek kadar sever, Yılmaz Güney’de Ahmed Arif’i “Arkadaş” filminde şiirini okuyacak kadar benimser. Son elli yılın kitabını yazdı diyenlere de “Nazım Hikmet’in memleketinde böyle laflar edilir mi?” diyecek kadarda mütevazi.,
Kitaba gelecek olursak; malumunuz Ahmed Arif’in delice tutkun olduğu Leyla Erbil’e gönderdiği 1954-1959 dönemi ve en sonda 1977 yılı mektuplarını içeriyor. Mektuplardan Ahmed Arif’in sürgün günlerini, ülkenin içinde bulunduğu siyasi politikayı, içsel dünyasını en çok da aşkına onurun gururun hak getirdiği bitmek tükenmek bilmeyen saplantılı aşkına şahit oluyoruz. Yazarlığına şairliğine söyleyecek sözüm yok ama aşık Ahmed Arif ne çok yordu beni. Bu ne tutarsızlık bu ne zavallılık…Dün aşkından ölüyorum dediğin kadına bugün başkasıyla evlendiği için etrafında kıyısında köşesinde bulunmak adına kardeşim demeler, düğün hediyesi olarak “kaburgamın altın parçası ruhum mısra çekiyorum haberin olsun” sözlerini içeren suskun şiirini göndermeler falan…Annesinin kendisine kız bakmasına müsaade etmesi onlardan biriyle evlenmesi çocuk yapması vs. neresinden bakarsan bak ahmakça..Tüm bunlar yaşanırken kitapta şöyle bir bölüm var;
Sevgide “vermek” vardır Leyla. Vermek. Ve bunu anlamak… Yoksa senin sorduğun gibi ne yalnızlık, ne merhamet, ne iki acısının itisi… Herhangi bir kadından şu veya bu yolla alabileceğim şeyler için senin ne merhametini ne de nefretini tahrik etmek eşekliğine yahut zavallılığına düşmem. Bana karşı alakan yalnız dostça bile olsa bu bir merhametten doğmasın. En nihayet iki arkadaş olalım ama bana acımanı istemiyorum” diye yazmış fakat durum içler acısı acınası… Mektuplar sevgilim-dostum-kardeşim çıkmazında ruhumu kanırttı. Belki de aşk böyle bir şeydi onur, gurur dinlemezdi, çekip gitmesine izin vermezdi, zaten tutarlı olmaya hiç gelmezdi. Belki de aşk Ümit Besen gibi “nikahına beni çağır sevgilim” diyebilmekti. Eğer bunun adı aşksa, bana rağmen sevdiğim adamın başka kadınlara dokunduğunu düşüneceğim ve bunu da kabulleneceğim kadar aşık olmadım diyebilirim. O yüzden Ahmed Arif’i dolayısıyla mektupları anlayamıyorum. Esasen bu mektuplardan oluşan kitapları okuma işini Kafka’nın Milena’ya mektuplarında bırakmalıydım. O zamanda belirtmiştim başkasının aşkını ya da rutinini okumak ona değer verenler için önemlidir. Değer verdim okudum lakin kafamdaki Ahmed Arif duruşu değişti. Buna mektupların karşılıklı yazışmalar halinde olmayışı da etken olabilir. Leyla Erbil’in mektupları yok mesela. Belki Ahmed Arif’i böyle tutarsız davranmaya iten Leyla Erbil’di. Dost tavrından taviz vermeyen bir kadın olarak lanse edilmiş olsa da ben olayın iç yüzünün bu kadar masum olduğunu düşünmüyorum. Böylesi mektuplara dost gözüyle bakan bir kadın tepki göstermeli kesip atmalıydı ya da aşkına karşılık vermeliydi diye düşünüyorum. O ikisini de yapmamış çünkü Leyla Erbil’i yazmaya yüreklendiren ve dergilerde yazılarının yayınlanması için mücadele eden Ahmed Arif’ti. Zaten Ahmed Arfi’in beş mektubuna karşılık bir zahmet bir mektupla geri dönüş yapmasını ateşi sürekli körüklemesini sönmesine izin vermemesini çıkar ilişkisine bağlıyorum ve kendisini Ahmet Arif’in deyimiyle zalim Leyla olarak tanımlıyorum. Ya her şey bir yana muhafazakar ilerici, sadece batıya ve onun dayattığı yaşam tarzına göre fikirlerini şekillendirip yazılarında toplum için kaygılanıyormuş gibi görünürken esasen bireysel kaygılar taşıyan Leyla Erbil’in, Ahmed Arif gibi Anadolu aşığı ve köyü kente tercih eden, sosyalist, yaşam kaygısı değil varoluş kaygısı taşıyan birey değil toplum için düşünen biriyle aşk dışında bir araya gelmesi mümkün değildi. Aşk yoktuysa ikisini bir arada tutan neden neydi öyleyse? Sonuç olarak mektupların bize yansıtıldığı şekli değil, kaleme alındığı anın gerçekliği ve iki kişi arasında yaşanan şeyin gizemi çıkıyor ortaya. On yıl kadar önce tanıdığım birisi “iki kişi arasında ne yaşandığını yalnızca o iki kişi bilebilir” demişti. Gerçekten de öyleydi.
Kitabın dili ve üslubu doğal olarak Ahmed Arif’in üslubu. Biraz hatta fazlasıyla ağzı bozuk bir anlatım. Sevmedim. Can Yücel’de de bu ağzı bozukluk vardır fakat yakıştırıyorum ben Can babaya. Çünkü otobüs duraklarında, düğünlerde patlayan bombaları, beş yaşında tecavüzden ölen çocukları, kadın cinayetlerini dahası toplumsal olayları onunda deyimiyle bu kadar orospu çocuğunu küfürsüz nasıl anlatabilirsin! Orası kabul. Ya Ahmed Arif.. Belki de aşk mektuplarında küfür içeren kelimeler romantizmin doğasına ters geliyor ondan sevmedim. Yani mektubun bir yerinde “ben cehennem çarklarından kurtuldum üşüyorum kapama gözlerini” diyeceksin diğer yerinde “seni bana getirmeyen Ahmed Arif’in geçmişini ….” diyeceksin. Belki benim küfür ve argo anlayışıma ters bilemiyorum. Ama genel olarak Ahmed Arif’i şiirlerinde saatlerce anlatamayacağınız bir duyguyu tek kelime ile ifade edebilmeyi başaran, dizelerindeki sadelikle içtenliği bir arada yansıtarak kendisine hayran bıraktıran şair olarak tanımlarım. Bu topraklardan bir Ahmed Arif geçti. Kendisinin de deyimiyle “bir daha hiç bir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni”… Sessiz bir gecede gökyüzüne bakarken Le Trio Joubran- Masar fon müziğinde kendi sesinden “hani kurşun sıksan geçmez geceden” şiirini dinlemenizi tavsiye ederim. Kendinizi birden “acı geçiyor, acı geçiyor elbette de acı çekmiş olmak geçmiyor” diye tekrarlarken buluyorsunuz.
Kitaptan Altını Çizdiklerim:
-Şunu da bir iyi belle: Benim için çok mühim olan, sana aşık olmak veya aşık olmadığımı bağırıp yırtınmak değildir. Aslonan, seni kırmamak, üzmemek, kaybetmemektir. Anladın mı canım?
-Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile “sen” olamaz. Bunu yaşamak gerek. En asıl gerçek bu işte.
-Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum.
-Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel …

10 puan

💡💡💡💡💡💡💡💡💡💡💡
Leyla, ahmed arif'in hayatı boyunca hiç unutamadığı, şiirlerini ithaf ettiği tek kadın. 💑💑💑💑💑💑
💔💔💔💔💔💔💔💔💔💔💔
O zaman aşklar bir başka güzelmiş...😎 Herşey ne kadar da samimiymis...😍 İnternet yok, sosyal medya yok...💻 Telefon var ama, her evde yok..☎📱
İnsanlar mektupla ve telgrafla haberleşirmiş.📄✉📫📪📬
Teknoloji geliştikçe, samimiyetimizi yitirmeye başladık. 😱
💎💎💎💎💎💎💎💎💎💎💎💎
"Bazıları öyledir, okumazlar, ciddi düşünmezler gene de aydın olmaktan vazgeçmezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa, bir mustesnalik bulurlar.bu, toplumun derdidir."😀
( ahmed arif 2 ekim 1954 tarihli mektubunda o dönemin aydınlarını eleştiriyor.) 😒
Hoş işi bu benim ölçümle ele alınca takisacagim hiçbir "değer" yok edebiyatımızda. Ama mecbur ediyorlar insanı. Meydanı boş bulmuşlar, bilgiç bilgiç savurup duruyorlar. Bilmem ne sözünü duyduklarında korkudan külot değiştirmek zorunda kalanlar, bakıyorum "ileri" "inkılapçı" gibi sözleri ağızlarından düşürmüyorlar. Benim yediğim sopaların binde binini yeselerdi beyler bugün resmen faşist kesilirdi.😡
(Ahmed Arif tarihsiz mektubunda, nabza göre şerbet veren yazar takımını eleştiriyor.) 😨
Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırırken sade! 😡
(ahmed arif 19 ekim 1956 tarihli mektubunda, adaletsizlikten yakınıyor.) 😰
Yazarın yazdıkları yüzünden hapse atıldığını öğrendim... 😡😭
Demokrat parti dönemi, günümüz akp dönemine ne kadar da benziyor...😡😱
Demek ki, bosuna dememisler:tarih tekerrurden ibaret.

7 puan

Fazlasıyla mahrem. O şiirli üslubun arasına küfürler hiç yakışmamış.

geri ileri