A.atasever

Profil Resmi
0 takip ettiği ve 1 takip edeni var. 0 değerlendirme yapmış.

Son Aktiviteler

Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu"

Romanda geçen zaman, 1666'nın hemen öncesi... Gizemli bir kitabın peşinde kıtalar, kentler, denizler aşan yol... Tanrı'nın gizli (yüzüncü) adını ararken kendini ve aşkı bulan yolcu ise antika tüccarı Baldassare Embiaco.... Konya'da vebanın kıyımına, İzmir'de Sebetay Sevi'nin şaşırtıcı başkaldırısına, İngiltere'de büyük Londra yangınına tanık olan bir roman kahramanı. Yüzüncü Ad / Baldassare'nin Yolculuğu, kurgusuyla, diliyle, konusu ve serüvenleriyle son zamanlarda okuduğunuz romanlar arasında en beğendiğiniz roman olmaya aday bir kitap. Yirmi altı yaşında ülkesinden ayrılıp Paris'e yerleşen Amin Maalouf, ekonomi ve toplumbilim okudu. Gazetecilik yaptı... İlk kitabını 1983'te yayımladı. Bugün bir klasik kabul edilen ilk romanı Afrikalı Leo (1986) Fransız-Arap Dostluk Ödülünü, Tanios Kayası (1993) Goncourt Ödülünü kazandı. 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant ise pek çok dile çevrildi ve yazarı dünya çapında bir ilginin odağına yerleştirdi. Yazınsal sorunlarını kültür arkeolojisi temeli üstüne oturtan Lübnanlı yazar Amin Maalouf'u daha önce yine yayınlarımız arasında çıkan Afrikalı Leo, Doğunun Limanları, Semerkant, Tanios Kayası romanlarıyla Türkiyeli okurlar da çok sevdi ve benimsedi. Yazarın Ölümcül Kimlikler adını taşıyan deneme kitabı da bu yıl yayınlarımız arasından çıktı ve kısa sürede yeni baskısı yapıldı. Amin Maalouf'un bu yıl Fransa'da yayımlanan ve en az diğer kitapları kadar ses getiren romanı Yüzüncü Ad / Baldassare'nin Yolculuğu şimdi sizin de kitaplığınızda. TADIMLIK Üç kez yanyana uyumuştuk, ama henüz bedenini keşfetmemiştim; o da benimkini hissetmemişti daha. Terzi Abbas'ın köyünde, bir meydan okuma duygusuyla, bütün bir gece elini tutmuştum; Tarsus'ta da kara saçlarını kolumun üstüne yaymıştı. Çekinme ve küçük başlangıçlarla iki uzun ay geçirilmişti, iki tarafta da şu ana ulaşmanın korkusu ve umudu içinde. Berberin kızının ne kadar güzel olduğunu yazmış mıydım daha önce? Hâlâ o kadar güzel ve sevecenlikte kazandığını, tazelikte yitirmemiş. Sevecenlikte ve öfkede demeliydim. Öfkenin peşinden gideninkine benzemez hiçbir sarılma. Onun sarılması -eskiden- açgözlü ve ele avuca sığmaz, küstah ve fütursuz olmalıydı. Bunun tadamadım ben; ama kadına ve kollarına dikkatle bakınca nasıl sarıldığını anlamak zor değil. Bugünse şefkatli olduğu kadar, evet, öfkeli bu sarılma; kolları kurtuluşa doğru yüzercesine sarılıyor insana, başı şimdiye kadar hep suyun altında kalmış gibi soluk alıyor; ve tüm umursamazlığı, yakıştırma.

Romanda geçen zaman, 1666'nın hemen öncesi... Gizemli bir kitabın peşinde kıtalar, kentler, denizler aşan yol... Tanrı'nın gizli (yüzüncü) adını ararken kendini ve aşkı bulan yolcu ise antika tüccarı Baldassare Embiaco.... Konya'da veb... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Tanios Kayası

Amin Maalouf'tan (1993'te yayınladığımız ilk iki romanı) Afrikalı Leo ve Semerkant'tan sonra, yine bir Doğu öyküsü. Mehmet Ali Paşalı yılların Mısırı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı bir şeyh: Francis. Yasak aşk meyvesi bir oğul: Tanios. Başka bir kadın: Esma. Bir serüven ve sadakat romanı... Yazara ünlü Goncourt ödülünü getiren kitap ilk kez dilimizde.

TADIMLIK

Doğduğum köyde, kayaların bir adı vardır. Gemi kayası denileni, sonra Ayı Kafası denileni, Tuzak, Duvar ve de İkizler, Gülyabani denilenleri vardır. Bir de Asker Taşı diye anılanı... birlikler asileri kovalarken bu taşın altında pusuya yatarlarmış; buradan daha saygın, daha efsanevi bir başka yöre yoktur. Yine de çocukluk günlerimin geçtiği bu yerleri hayal ettiğimde, gözümün önüne bir başka kaya gelmektedir. Heybetli bir koltuğa benzeyen, kalçaların oturduğu yer çukurlaşmış ve eskimiş, yüksek bir arkalığı ve iki yanından sarkan kolları olan bir kaya. Bir insan adını taşıyan tek kayadır bu: Tanios Kayası! Bu taştan tahtı uzun süre gözledim ama yanaşmaya hiçbir zaman cesaret edemedim. Bu, tehlikeden korktuğum için değildi, köyde, kayalıklar arasında oynardık ve küçük bir çocukken bile, benden büyüklere, kayaların en tehlikeli yerlerinden kafa tutardım. Tek silahımız ellerimizle, ayaklarımızdı, ama çıplak tenimizle kayanın çıplaklığını kavradık mı hiçbir güç buna direnemezdi. Hayır, beni tutan, düşme korkusu değildi. Bir inanış, verilen bir sözdü. Bu sözü, ölümünden birkaç gün önce dedeme vermiştim: Bütün kayalara evet, ama asla buna yanaşma! Diğer çocuklar da, tıpkı benim gibi uzak dururlardı, aynı boş inançlı korku yüzünden! Onlar da, terlemiş bıyıkları üzerine parmaklarını koyarak yemin etmişler ve aynı açıklamayı almış olmalıydılar: Kayaya Tanioskiçk denir. Gelip bu kayanın üzerine oturmuştu. Onu bir daha görmediler. O pek çok yerel öyküye konu olmuştu ve onu her zaman çok merak etmiştim. Bildiğim kadarı ile, Tanios, Antoine'ın, ya da Antoun'un, ya da Antonios'un, Mtanos'un, Tanos'un ya da Tannous'un bir başka şekliydi. Ama ne diye ucuna şu gülünç kiçk eklenmişti? Dedem bunu anlatmak istemedi. Bir çocuğa söylenebilecek kadarını söylemeyi yeğledi: Tanios, Lamia'nın oğluydu. Ondan söz edildiğini duymuşsundur. Bu çok zaman önceydi, ben bile doğmamıştım. Babam da doğmamıştı. O tarihlerde, Mısırlı paşa, Osmanlılara karşı savaşıyordu ve atalarımız bunun çok acısını çekmişlerdi. Özellikle, Patriğin ölümünden sonra. Onu tam şurada, köyün girişinde vurdular, İngiliz konsolosunun tüfeği ile... Dedem bana cevap vermek istemediğinde, böyle konuşurdu kesik kesik cümleler söylerdi, bir yol tarif eder gibi, sonra bir ikincisini, bir üçüncüsünü, ama hiçbirini uzatmazdı. Gerçek hikâyeyi öğrenmem için, aradan yılların geçmesi gerekti. Lamia adını bildiğime göre, ipin esaslı ucunu tutuyorum demekti. Zaten ülkede, bu adı hepimiz biliyorduk, iki yüz yıldan beri tekrarlanan bir nakarattı: Lamia, Lamia, güzelliğini saklama! Günümüzde bile, delikanlılar köy meydanında toplandıklarında, oradan çarşafa bürünmüş bir kız geçecek olsa Lamia, Lamia... diye başlarlardı. Bu açık bir iltifat olurdu ama bazen de acımasız bir alay! Bu delikanlıların çoğu ne Lamia'yı, ne de bu sözler ardındaki dramı bilirlerdi. Annelerinden-babalarından, veya ninelerinden-dedelerinden duyduklarını tekrarlarlar ve bazen, tıpkı onlar gibi ellerini, bugün artık oturulmayan bir şatonun yıkıntıları görülen sırtlara doğru sallarlardı. Bu, önümde birkaç kere tekrarlanan hareket yüzünden, Lamia'yı o yüksek duvarların ardında güzelliğini saklayan bir prenses olarak hayal ederdim. Zavallı Lamia, onu mutfakta çalışırken, ya da yalınayak, elinde bir testi, başında bir örtü ile görseydim, onu prensese pek benzetemezdim. Hizmetçi de değildi. Bugün, artık hakkında daha çok şey biliyorum. Önce, her birini ayrı ayrı sorguya çektiğim köyün ihtiyarları sayesinde! Yirmi yıl önceydi, bugün, biri dışında, hepsi öldü. Adı Cebrail, dedemin bir kuzeni, bugün doksan altı yaşında. Onun adını veriyorsam, yaşama ayrıcalığına sahip olduğundan değil, ama yerel tarihin bir meraklısı olarak, onun tanıklığının hepsinden üstün olmasından! Saatlerce karşısında oturur onu seyrederdim. Saçsız ve kırışık başının altında, kocaman burun delikleri, ve kalın dudakları vardı. Onu bu yakınlarda görmedim, ama hep o güven verici havası ve bozulmamış hafızası olduğu söyleniyor. Taniosun, bir masal kahramanından çok, gerçekten yaşamış biri olduğunu Cebrail sayesinde öğrendim. Kanıtları sonra, yıllar sonra ortaya çıktı. Şansım yaver gidip, gerçek belgeler elime geçince...

Amin Maalouf'tan (1993'te yayınladığımız ilk iki romanı) Afrikalı Leo ve Semerkant'tan sonra, yine bir Doğu öyküsü. Mehmet Ali Paşalı yılların Mısırı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamia'nın gölgesine sığındığı... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Doğu'nun Limanları

Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğunun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik tarihinin içinden anlatıyor. Grubun dışında kimsenin, eylemlerimden kuşkulanmadığından emindim. Ancak bir gün, son sayıyı almak için Ballon dAlsace birahanesine gittiğimde, jandarmanın bira kamyonunu sardığını gördüm. Askerler gidip geliyor, gazete tomarlarını taşıyorlardı. Birahane, çınar ağaçları ile çevrili bir meydana bakıyordu ve patron, güzel havalarda dışarıya masalar koyardı. Meydana altı küçük sokaktan çıkılırdı. Gerekli bir önlem olarak, her zaman aynı sokaktan gelmezdim. O gün, birahaneye bir hayli uzak bir sokaktan gitmiş ve neler olup bittiğini zamanında görebilmiştim. Dümdüz yürümeye devam etmiş, önce yavaş, sonra hızlı daha sonra da koşarak yoluma devam etmiştim. İçimde korkudan başka, başarısız olmanın verdiği üzüntüden başka, bir de suçluluk duygusu vardı. Böyle durumlarda bu her zaman hissedilir ama bende hafif bir duygudan öte bir şeydi. Jandarmaların dikkatini çeken ve peşine düştükleri ben miyim, birahanedeki gizli yerin ortaya çıkması benim yüzümden mi diye durmadan düşünüp duruyordum. Neden ben? Çünkü birkaç hafta önce beni endişelendiren ama daha sonra üzerinde durmadığım bir olay olmuştu. Bir öğleden sonra, evden çıktığımda, nöbet tuttuğu açıkça belli olan bir jandarma ile burun buruna geldim; beni görünce allak bullak olmuş, merdivenin altına saklanmaya kalkışmıştı. Önce merak etmiş, dikkatli olmam gerektiğini düşünmüş ama sonra omuzlarımı silkmiş, bu olaydan ne Brunoya ne Bertranda söz etmiştim. Oysa şimdi vicdan azabı çekiyordum. Bu gerçek bir işkenceydi. O gün, birahaneden uzaklaşınca, oturduğum semte yöneldim, Montpellierde adına Yumurta denilen Komedi Alanının yanıbaşına... Ama doğrusu bu muydu? Aslında, üç türlü hareket edebilirdim: hemen yok olabilir, gara gidip ilk trene atlar, yakalanmaktansa bilinmeyen bir yere gidebilirdim. Soğukkanlılıkla odama gider, tehlikeli olabilecek her kâğıdı yok eder, kimse beni ihbar etmeyecek ümidiyle normal yaşamıma dönebilirdim. Bir de orta yol vardı: odama gider, düzene sokar, ihtiyacım olabilecek birkaç parçayı yanıma alır, ev sahibi Madam Berroya arkadaşlarımın beni sayfiyeye davet ettiklerini söyler, bu da aniden yok oluşumla ilgili kuşkuları dağıtmış olurdu. Bu sonuncusunu seçtim. Panik ile güven arası bir duyguyla. Yolda sağa sola sapmış, beni izlemiş olanların işlerini zorlaştırmak istemiştim...

Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Yüzbaşı Corelli'nin Mandolini

İkinci Dünya Savaşı fonunda yaşanan bir büyük aşkın romanı Yüzbaşı Corellinin Mandolini... 1994 yılında İngiltere'de yayımlandığında yazarına en saygın ödülleri kazandıran roman 19 dile çevrildi, tüm dünyada üç milyondan fazla sattı ve son yılların en çok konuşulan romanları arasında yer aldı. Roman bir yakın tarih romanı olarak da okunabilir kuşkusuz ama asıl konusu aşk... Hatta birkaç aşkı birden konu ediniyor. Pelagia'nın Mandras'la yaşadığı ilkgençlik aşkı, Carlo'nun cephedeki arkadaşı Francesco'ya duyduğu eşcinsel aşk, Pelagia ile Corelli arasındaki büyük ve sonsuz aşk ve Carlo'nun yüzbaşısı Corelli'ye alttan alta duyduğu -gizli- aşk... 1954 doğumlu İngiliz yazar Louis de Bernieres, bu romanında insanı her yanıyla kuşatan, insanın hallerini bütün kıvrımlarıyla kat eden çarpıcı bir çalışma ortaya koyuyor. Romanın karakterleri arasında yer alan Palagia, Doktor Yannis, Mandras, Lemoni, köyün papazı Arsenios, Velisarios, Carlo, Francesco, Drosulo birer başkarakter gibi güçlü. Bu yaz herkes gibi siz de Yüzbaşı Corellinin Mandolinini mutlaka okuyacaksınız.


TADIMLIK: Pek çok şey inancımı yitirmeme yol açtı. Burada kağıda döktüğüm, Francesco ile benim öykümüz, savaşı bizim tarafın çıkardığını açıkça gösterir, Yunanlıların değil. Savaşı biz kazanırsak gerçeklerin hiçbir zaman ışığa kavuşmayacağını biliyorum, çünkü bu kağıtlar hasıraltı edilecek. Ama kaybedersek dünya işin içyüzünü öğrenebilir. Seks yönünden dışlanınca kendinle barışık yaşamak zordur. Ama görev gereği en iğrenç, en pis işlere bulaştığını görürsen bu daha da zorlaşır. Bugünlerde ölümümün yaklaştığı içime doğuyor. Aşağıda şimdiden bir papazın affını kazandığım bir suçu itiraf edeceğim, ama ne Yunanlılar ne de işe karışan İtalyan askerlerinin aileleri bunu asla bağışlamayacaklardır.

İkinci Dünya Savaşı fonunda yaşanan bir büyük aşkın romanı Yüzbaşı Corellinin Mandolini... 1994 yılında İngiltere'de yayımlandığında yazarına en saygın ödülleri kazandıran roman 19 dile çevrildi, tüm dünyada üç milyondan fazla sattı ve son yılla... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Gazap Üzümleri

Genç yaşlı, kadın erkek, binlerce emekçinin verimli topraklara yolculuğunu ve bir ulusun yaşadığı dönüşümü işleyen Gazap Üzümleri, 1930´larda ABD´de yaşanan Büyük Göç´ün destanı...

************

Pulitzer armağanını da kazanan bu dev romanda, topraklarından koparılan ve iş bulma umuduyla yollara dökülen tarım emekçilerinin, kendilerine bir lokma ekmeği bile çok gören bir sistemin kanlı sömürüsüne başkaldırışları anlatılır.
Gazap Üzümleri, yerlerinden yurtlarından edilmiş Joad ailesinin milyonlarca benzerleri gibi sömürüye, zulme, baskıya ve açlığa karşı umutla direnişlerinin buruk öyküsüdür.
Steinbeck, şiirsellikle gerçekçiliğin uyumlu estetik bileşimi sayesinde kapitalizmin bu tipik sosyal olgusunu hiç kuruluğa düşmeden verir. Onun ustalığı da buradadır zaten. Ölmekle yaşamak, açlıkla öfke, umutla umutsuzluk, boyun eğme ile başkaldırma arasında sürüklenen kişileri her yönüyle sıcak ve canlıdır.


******

Genç yaşlı, kadın erkek, binlerce emekçinin verimli topraklara yolculuğunu ve bir ulusun yaşadığı dönüşümü işleyen Gazap Üzümleri, 1930´larda ABD´de yaşanan Büyük Göç´ün destanı...

************

Pulitzer armağanını da kazanan bu dev romand... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Profil Resmi
A.atasever okumuş.
Ejderha Dövmeli Kız (Millenium, #1)

41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larssonun zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayfasını ağır ağır ve dokuyarak yazdığı Millennium serisinin ilk kitabı Ejderha Dövmeli Kızı okuduktan sonra, Gefle Dagblad gibi ‘bundan daha iyisi yapılamaz diyebilirsiniz. Ama bu erken bir karar olabilir. Son sözü söylemeden ikincisini beklemenizi tavsiye ederiz.
Olağanüstü... Okuyucular kitabı okurken yerlerinden bile kıpırdayamayacak.
-SUNDAY TIMES

41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larssonun zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayf... tümünü göster

İşlemler için giriş yapınız veya kayıt olunuz
· 9 yıl
Daha Fazla Göster

A.atasever şu an ne okuyor?

As Maça

%0

Favori Yazarları (6 yazar)

Favori yazarı yok.