Bu kez yazar, aşkın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında ge-çen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek... Sen, gözlerinden ateşler saçarak, zehirli oklarını bana yöneltirken, ben sana âşık oldum Nehir...Sen, tüm şatafatlı tanımlardan sıyrılıp en doğal halinle, yaramazlık yapan çocuklar gibi boynunu bükmüş bağışlanmayı beklerken, ben sana âşık oldum Deniz... Yüreklere düşen ilk kıvılcımlar... Sonsuza dek süreceğine inanılan aşk, mutluluk... Ve o uğursuz kaza! Kadının belleğinde kalan son sözcükler... Sıkı tutun Nehir!...
Bu kez yazar, aşkın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında ge-çen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek... Sen, gözlerinden ateşler saçarak, zehirli oklarını bana y... tümünü göster
Bu kez yazar, aşkın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında ge-çen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek... Sen, gözlerinden ateşler saçarak, zehirli oklarını bana yöneltirken, ben sana âşık oldum Nehir...Sen, tüm şatafatlı tanımlardan sıyrılıp en doğal halinle, yaramazlık yapan çocuklar gibi boynunu bükmüş bağışlanmayı beklerken, ben sana âşık oldum Deniz... Yüreklere düşen ilk kıvılcımlar... Sonsuza dek süreceğine inanılan aşk, mutluluk... Ve o uğursuz kaza! Kadının belleğinde kalan son sözcükler... Sıkı tutun Nehir!...
Bu kez yazar, aşkın yanı sıra organ nakli konusuna da dokundurmuş kalemini. Yaşamla ölümün kıyasıya savaştığı yol ayrımında ge-çen çarpıcı bir öykü. Yanı başımızda yaşanıyormuşçasına gerçek... Sen, gözlerinden ateşler saçarak, zehirli oklarını bana y... tümünü göster
Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı... Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlıkı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım... Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız. Gabriel García Márquez
Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mu... tümünü göster
Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı... Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlıkı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım... Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız. Gabriel García Márquez
Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mu... tümünü göster
Bayram, Mercedesin yağ gibi akıcılığına, sarsıntısız, sessiz gidişine büyük ölçüde gölge düşüren küçük patpatlamalar arasında, bir köşeye sığınıyor. Duruyor. Yere atlayıp, onca dağdağa ve barbarlığa artık kör ve sağır; ellerini beline koyarak üç adım uzaktan, derin bir iççekişle; ırzına geçilmiş karısına dosdoğru bakamayan kocalar gibi, gözlerini bütün o eksikliklerden kaçıra kaçıra bakıyor arabaya. Yedi saatin içinde şu başına gelenler!... Ve birden, önünde duran Mercedesi kendine yabancılayıveriyor. Fikrimin İnce Gülü Almanyalı işçi Bayramın bir gününün hikayesidir. Adalat Ağaoğlu tadına doyulmayan bu yol romanında, sınıfının ve konumunun bilincinde olmayan Bayramın Bayram Bey olma çabasının biricik öznesi balrengi Mercedesi ile ilişkisini, Kapıkuleden başlayıp köyünde hazin bir şekilde sona eren yolculuk boyunca anlatır. İncegül Bayramın büyük düşüne giden yolculuk, bir anlamda Almanyada yazgılarına ve küçük hesaplarına terkedilmiş insanların ortak hikayesidir. TADIMLIKKendini, dört tekerlekli bir motorlu üstünde ilk düşünüşü yirmi beş yıl öncesine dayanıyor. Köyün girişinde, kuru bir çeşmenin taşında zerdali çekirdeği kırmaya çalışıyordu. Amcaoğlu Remzi, tee aşağıda, çukurda, boz renkli, sert, inat bir toprak parçasını kabartıp yumuşatmaya çalışıyor. Sapan, toprağa işlememekte direniyor. Bunaltıcı bir de sıcak. Tıpkı bu sabahki gibi. İnce bir sızıltı. Sinekler, böcekler, dikenlikler üstünde cız cız edip duruyor. Ölez. Bir anayoldan yirmi kilometre içerde, eski uygarlıkların kalıntılarında dünyaya kapanık bir Ballıhisar. Ama Bayram, kendisinin de, kulağına dıştan değen ince sızıltının, sürekli bir iniltinin bir parçası olduğundan nasıl habersizse, Ballıhisarın kendi üstüne çöreklenip kalmışlığından da öyle habersiz. Dünya mı? Dünya, işte burası. Kahvede radyo, uçaklardan, trenlerden, vapurlardan, seçim kampanyalarından, yurda son yılda giren şu kadar Chevroletden, bu kadar Ford, şu kadar Plymouthtan söz ediyor. Bunların vergilerinden, şu kadarının gümrüklerde kaldığından, bu kadarına da giriş izni verildiğinden... Amerika bize cipler, tanklar, toplar verecekmiş. Sonra tarım araçları. Traktörler, biçerdöverler. Ah be, şu Menderesi başa bir geçirtsek, bak gör o zaman. Köy büyükleri, başta Düldüller, kahvede böyle böyle konuşuyorlar. Seslerde ince umutlanmalar, gözlerde hemen titreşimler yansıtmaya hazır bekleyişler.
Bayram, Mercedesin yağ gibi akıcılığına, sarsıntısız, sessiz gidişine büyük ölçüde gölge düşüren küçük patpatlamalar arasında, bir köşeye sığınıyor. Duruyor. Yere atlayıp, onca dağdağa ve barbarlığa artık kör ve sağır; ellerini beline koyarak üç adım... tümünü göster
Bayram, Mercedesin yağ gibi akıcılığına, sarsıntısız, sessiz gidişine büyük ölçüde gölge düşüren küçük patpatlamalar arasında, bir köşeye sığınıyor. Duruyor. Yere atlayıp, onca dağdağa ve barbarlığa artık kör ve sağır; ellerini beline koyarak üç adım uzaktan, derin bir iççekişle; ırzına geçilmiş karısına dosdoğru bakamayan kocalar gibi, gözlerini bütün o eksikliklerden kaçıra kaçıra bakıyor arabaya. Yedi saatin içinde şu başına gelenler!... Ve birden, önünde duran Mercedesi kendine yabancılayıveriyor. Fikrimin İnce Gülü Almanyalı işçi Bayramın bir gününün hikayesidir. Adalat Ağaoğlu tadına doyulmayan bu yol romanında, sınıfının ve konumunun bilincinde olmayan Bayramın Bayram Bey olma çabasının biricik öznesi balrengi Mercedesi ile ilişkisini, Kapıkuleden başlayıp köyünde hazin bir şekilde sona eren yolculuk boyunca anlatır. İncegül Bayramın büyük düşüne giden yolculuk, bir anlamda Almanyada yazgılarına ve küçük hesaplarına terkedilmiş insanların ortak hikayesidir. TADIMLIKKendini, dört tekerlekli bir motorlu üstünde ilk düşünüşü yirmi beş yıl öncesine dayanıyor. Köyün girişinde, kuru bir çeşmenin taşında zerdali çekirdeği kırmaya çalışıyordu. Amcaoğlu Remzi, tee aşağıda, çukurda, boz renkli, sert, inat bir toprak parçasını kabartıp yumuşatmaya çalışıyor. Sapan, toprağa işlememekte direniyor. Bunaltıcı bir de sıcak. Tıpkı bu sabahki gibi. İnce bir sızıltı. Sinekler, böcekler, dikenlikler üstünde cız cız edip duruyor. Ölez. Bir anayoldan yirmi kilometre içerde, eski uygarlıkların kalıntılarında dünyaya kapanık bir Ballıhisar. Ama Bayram, kendisinin de, kulağına dıştan değen ince sızıltının, sürekli bir iniltinin bir parçası olduğundan nasıl habersizse, Ballıhisarın kendi üstüne çöreklenip kalmışlığından da öyle habersiz. Dünya mı? Dünya, işte burası. Kahvede radyo, uçaklardan, trenlerden, vapurlardan, seçim kampanyalarından, yurda son yılda giren şu kadar Chevroletden, bu kadar Ford, şu kadar Plymouthtan söz ediyor. Bunların vergilerinden, şu kadarının gümrüklerde kaldığından, bu kadarına da giriş izni verildiğinden... Amerika bize cipler, tanklar, toplar verecekmiş. Sonra tarım araçları. Traktörler, biçerdöverler. Ah be, şu Menderesi başa bir geçirtsek, bak gör o zaman. Köy büyükleri, başta Düldüller, kahvede böyle böyle konuşuyorlar. Seslerde ince umutlanmalar, gözlerde hemen titreşimler yansıtmaya hazır bekleyişler.
Bayram, Mercedesin yağ gibi akıcılığına, sarsıntısız, sessiz gidişine büyük ölçüde gölge düşüren küçük patpatlamalar arasında, bir köşeye sığınıyor. Duruyor. Yere atlayıp, onca dağdağa ve barbarlığa artık kör ve sağır; ellerini beline koyarak üç adım... tümünü göster
alexandrovna şu anda kitap okumuyor.