Zevkle okunan özgün bir yapıt... Bir eleştri, bir biyografi, bir edebiyat tarihi çalışması ve Proust'un başyapıtı üzerine bir kılavuz kitap olmasının yanı sıra, okuyucular için bir el kitabı, hem de sözcüğün tam anlamıyla.
The New York Times
Bir milyon ikiyüz elli bin sözcükten oluşan Kayıp Zamanın İzinde adlı yapıtı kaleme alırken Proust'un aklında ne olduğun merak edenlere, Alain de Botton bu sorunun yanıtını veriyor. Çağdaş bir biçemle kaleme alınmış, bilgilendirici ve okuyucuyu neşelendiren bu kitabıyla Alain de Botton, Proust'un yaşamının ve yapıtlarının derinliklerine dalıyor, Proust'un kitaplarını, mektuplarını, konuşmalarını damıtarak gerçekten yararlı bir elkitabı çıkarıyor ortaya. Alain de Botton'un bu küçük kitabı o kadar hoş, o kadar keyifli, o kadar kavrayışlı ki, kitabın kendisi bile yaşamınızı değiştirebilir.
Okumanın ne işe yaradığını öğrenmemize yardımcı olan, zekice yazılmış, mükemmel bir kitap.
Doris Lessing
Birçok kurgusal kitaptan daha fazla ilgileniyor insanla, daha çok düş gücü içeriyor... de Betton, Proust'un yaşamından bizim için dersler çıkarırken, onun yapıtlarını bizim yerimize bir kere daha okuyor, o kocaman, kutsal gölü, damıttığı tatlı, berrak suyla dolduruyor.
John Updike, New Yorker
Zevkle okunan özgün bir yapıt... Bir eleştri, bir biyografi, bir edebiyat tarihi çalışması ve Proust'un başyapıtı üzerine bir kılavuz kitap olmasının yanı sıra, okuyucular için bir el kitabı, hem de sözcüğün tam anlamıyla.
The New York Times
... tümünü göster
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir adlı kitabın yazarından keyifli, teselli edici bir yapıt. Alain de Botton, Felsefenin Tesellisinde günlük yaşamın bize en çok acı veren sorunları için rahatlıkla felsefeye başvurabileceğimizi kanıtlıyor. Alain de Botton, bütün zamanların en büyük düşünürlerini seçip, bu dahilerin yazdıkları arasında günlük yaşama ilişkin bilgece yaklaşımları bir araya getiriyor. Felsefe ile edebiyat aynı potada erirken ortaya şaşırtıcı derecede espirili, ama aynı zamanda rahatlatıcı bir yapıt çıkıyor.Kitabı altı bölüme ayıran yazar, her bölümde bir filozofun yaşamından ve yazdıklarından yola çıkarak ayrı bir sorunu ele alıyor. Toplum tarafından kabul görmemenin tesellisini Sokrateste, yeterince paraya sahip olmamanın tesellisini Epikurosta, düşkırıklığı yaşamanın tesellisini Senecada, kendini yetersiz hissetmenin tesellisini Montaignede, kırık bir kalbin tesellisini ise Schopenhauerda buluyor. Başkalarının yaşantısını kıskanarak acı çekenlere Nietzscheyi öneriyor.Her satırı zekice söylenmiş sözlerle dolu bu kitap, hem gündelik yaşamımızda kendimizi daha iyi hissetmemizi, hem de bilgelik üzerine yeniden düşünmemizi sağlıyor
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir adlı kitabın yazarından keyifli, teselli edici bir yapıt. Alain de Botton, Felsefenin Tesellisinde günlük yaşamın bize en çok acı veren sorunları için rahatlıkla felsefeye başvurabileceğimizi kanıtlıyor. Alain d... tümünü göster
Romanda geçen zaman, 1666'nın hemen öncesi... Gizemli bir kitabın peşinde kıtalar, kentler, denizler aşan yol... Tanrı'nın gizli (yüzüncü) adını ararken kendini ve aşkı bulan yolcu ise antika tüccarı Baldassare Embiaco.... Konya'da vebanın kıyımına, İzmir'de Sebetay Sevi'nin şaşırtıcı başkaldırısına, İngiltere'de büyük Londra yangınına tanık olan bir roman kahramanı. Yüzüncü Ad / Baldassare'nin Yolculuğu, kurgusuyla, diliyle, konusu ve serüvenleriyle son zamanlarda okuduğunuz romanlar arasında en beğendiğiniz roman olmaya aday bir kitap. Yirmi altı yaşında ülkesinden ayrılıp Paris'e yerleşen Amin Maalouf, ekonomi ve toplumbilim okudu. Gazetecilik yaptı... İlk kitabını 1983'te yayımladı. Bugün bir klasik kabul edilen ilk romanı Afrikalı Leo (1986) Fransız-Arap Dostluk Ödülünü, Tanios Kayası (1993) Goncourt Ödülünü kazandı. 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant ise pek çok dile çevrildi ve yazarı dünya çapında bir ilginin odağına yerleştirdi. Yazınsal sorunlarını kültür arkeolojisi temeli üstüne oturtan Lübnanlı yazar Amin Maalouf'u daha önce yine yayınlarımız arasında çıkan Afrikalı Leo, Doğunun Limanları, Semerkant, Tanios Kayası romanlarıyla Türkiyeli okurlar da çok sevdi ve benimsedi. Yazarın Ölümcül Kimlikler adını taşıyan deneme kitabı da bu yıl yayınlarımız arasından çıktı ve kısa sürede yeni baskısı yapıldı. Amin Maalouf'un bu yıl Fransa'da yayımlanan ve en az diğer kitapları kadar ses getiren romanı Yüzüncü Ad / Baldassare'nin Yolculuğu şimdi sizin de kitaplığınızda. TADIMLIK Üç kez yanyana uyumuştuk, ama henüz bedenini keşfetmemiştim; o da benimkini hissetmemişti daha. Terzi Abbas'ın köyünde, bir meydan okuma duygusuyla, bütün bir gece elini tutmuştum; Tarsus'ta da kara saçlarını kolumun üstüne yaymıştı. Çekinme ve küçük başlangıçlarla iki uzun ay geçirilmişti, iki tarafta da şu ana ulaşmanın korkusu ve umudu içinde. Berberin kızının ne kadar güzel olduğunu yazmış mıydım daha önce? Hâlâ o kadar güzel ve sevecenlikte kazandığını, tazelikte yitirmemiş. Sevecenlikte ve öfkede demeliydim. Öfkenin peşinden gideninkine benzemez hiçbir sarılma. Onun sarılması -eskiden- açgözlü ve ele avuca sığmaz, küstah ve fütursuz olmalıydı. Bunun tadamadım ben; ama kadına ve kollarına dikkatle bakınca nasıl sarıldığını anlamak zor değil. Bugünse şefkatli olduğu kadar, evet, öfkeli bu sarılma; kolları kurtuluşa doğru yüzercesine sarılıyor insana, başı şimdiye kadar hep suyun altında kalmış gibi soluk alıyor; ve tüm umursamazlığı, yakıştırma.
Romanda geçen zaman, 1666'nın hemen öncesi... Gizemli bir kitabın peşinde kıtalar, kentler, denizler aşan yol... Tanrı'nın gizli (yüzüncü) adını ararken kendini ve aşkı bulan yolcu ise antika tüccarı Baldassare Embiaco.... Konya'da veb... tümünü göster
Trevanian (Rodney William Whitaker)
İnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghayda doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de Go oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yedi dili ana dili gibi konuşuyor. Plastik kartla ya da kurşun kalemle bir insanı rahatlıkla öldürebilecek ustalıkları da edinmiş. Üstün düzeydeki yakın algılama yeteneği yüzünden fotoğrafı bile çekilemeyen bu profesyonel terörist avcısı, terörcü, korkusuz mağaracı, yenilmez savaşçı ve gerçek feylosof, günün birinde emekli olarak yaşadığı şatosundan çıkıyor; amansız ve acımasız bir dövüşe katılmak üzere...
İnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghayda doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de Go oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yedi di... tümünü göster
'Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir' diyerek çılgınlık derecesinde 'oyuncul' romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın doğayla ilişkisinin kopma sürecinin anlatıldığı düşsel / tarihsel bir yolculuğa çağırıyor bizi. Batı'dan Doğu'ya, oradan da Yeni Dünya'ya uzanan, ölümsüzlüğü kovalayan ve yüzyıllar süren bir yolculuktur bu. Batı, acı çekmeyi seven, mantığa, bireyciliğe ve üretime tapınanların diyarıdır. Doğu, aşka, boş zamana, münzeviliğe, bilinmezliğe hayatında yer veren insanların yaşadığı su ve parfüm diyarıdır. Yeni Dünya'da ise sadece 'başarı' ve hırs vardır. Yolculuğun en ilginç kişisi ise keçi ayaklı, zevk ve bereket tanrısı Pan'dır. Pan, insanların duyguları ile düşünceleri arasına duvar çekmeleri, yaşamak yerine, cennete kabul edilmek ve doğayı tahakküm altına almak için çalışmaları; dans, müzik ve aşkla ilgilenmek yerine, doğru ve yanlışla uğraşan Aristo, İsa ve Descartes'a inanmaları ile gücünü yitiren bir tanrıdır. Aynı zamanda Bay Mantıksız, Bay İçgüdü, Bay Hayvani Sır, Bay Çingene, Bay Korku, Bay Aydedeye Havlayan, Bay Şaşırtıp Kaçan, Bay Mastürbasyon, Bay İnatçı Güç, Bay Küstahlık, Bay Doğa En İyisini Bilir...dir.
'Oyunculuk uçarılık değil, bilgeliktir' diyerek çılgınlık derecesinde 'oyuncul' romanlar yazan Tom Robbins, bu romanda hayatımızı var eden en temel kavramlar hakkında düşünmeye ve insanın doğayla ilişkisinin kopma sürecinin anlatı... tümünü göster
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğunun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik tarihinin içinden anlatıyor. Grubun dışında kimsenin, eylemlerimden kuşkulanmadığından emindim. Ancak bir gün, son sayıyı almak için Ballon dAlsace birahanesine gittiğimde, jandarmanın bira kamyonunu sardığını gördüm. Askerler gidip geliyor, gazete tomarlarını taşıyorlardı. Birahane, çınar ağaçları ile çevrili bir meydana bakıyordu ve patron, güzel havalarda dışarıya masalar koyardı. Meydana altı küçük sokaktan çıkılırdı. Gerekli bir önlem olarak, her zaman aynı sokaktan gelmezdim. O gün, birahaneye bir hayli uzak bir sokaktan gitmiş ve neler olup bittiğini zamanında görebilmiştim. Dümdüz yürümeye devam etmiş, önce yavaş, sonra hızlı daha sonra da koşarak yoluma devam etmiştim. İçimde korkudan başka, başarısız olmanın verdiği üzüntüden başka, bir de suçluluk duygusu vardı. Böyle durumlarda bu her zaman hissedilir ama bende hafif bir duygudan öte bir şeydi. Jandarmaların dikkatini çeken ve peşine düştükleri ben miyim, birahanedeki gizli yerin ortaya çıkması benim yüzümden mi diye durmadan düşünüp duruyordum. Neden ben? Çünkü birkaç hafta önce beni endişelendiren ama daha sonra üzerinde durmadığım bir olay olmuştu. Bir öğleden sonra, evden çıktığımda, nöbet tuttuğu açıkça belli olan bir jandarma ile burun buruna geldim; beni görünce allak bullak olmuş, merdivenin altına saklanmaya kalkışmıştı. Önce merak etmiş, dikkatli olmam gerektiğini düşünmüş ama sonra omuzlarımı silkmiş, bu olaydan ne Brunoya ne Bertranda söz etmiştim. Oysa şimdi vicdan azabı çekiyordum. Bu gerçek bir işkenceydi. O gün, birahaneden uzaklaşınca, oturduğum semte yöneldim, Montpellierde adına Yumurta denilen Komedi Alanının yanıbaşına... Ama doğrusu bu muydu? Aslında, üç türlü hareket edebilirdim: hemen yok olabilir, gara gidip ilk trene atlar, yakalanmaktansa bilinmeyen bir yere gidebilirdim. Soğukkanlılıkla odama gider, tehlikeli olabilecek her kâğıdı yok eder, kimse beni ihbar etmeyecek ümidiyle normal yaşamıma dönebilirdim. Bir de orta yol vardı: odama gider, düzene sokar, ihtiyacım olabilecek birkaç parçayı yanıma alır, ev sahibi Madam Berroya arkadaşlarımın beni sayfiyeye davet ettiklerini söyler, bu da aniden yok oluşumla ilgili kuşkuları dağıtmış olurdu. Bu sonuncusunu seçtim. Panik ile güven arası bir duyguyla. Yolda sağa sola sapmış, beni izlemiş olanların işlerini zorlaştırmak istemiştim...
Adana'da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yağmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların provası gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut... tümünü göster