Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.
Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.
Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul so... tümünü göster
Küçük Kadınlar, bir tüm zamanlar efsanesidir. Hayat değerlerinin bir bir eridiği her an, geri dönüp tekrar okunması gereken bir moral nostaljisidir. His yüklü, insana insanı hatırlatan bir klasiktir.Roman, büyük zorluklar içinde yaşam mücadelesi veren ve çok acı çeken March ailesinin hayatından kesitler aktarır. Zenginken yoksullaşan ailede dört kız kardeşle tanışırız. Dördü de farklı tipte kadınları temsil ederler. Oyunu kuralına göre oynayan Meg, asi ruhlu yazar Jo, çekici ve kırılgan Amy ve eziklik olarak yansıyan alçakgönüllüğüyle Beth, ideal olan ve olmayanın geçişkenliğini hafızalara kazınması gereken bir akış içinde temsil ederler.Genç kızlıktan kadınlığa geçiş sürecinin sancıları, Victoria dönemine özgü tutkulu bir aşk, Bethin ölümcül hastalığı, evlilik baskıları ve yaşanan evin dışındaki dünyanın hayatlara yansıyışı, her dönemin okuruna hitap edecek şekilde anlatılır.Koşullar sonucunda zamanla ortaya çıkan olgunluk ve erdemlerin, tam teşekküllü bir aile hayatı arayışının romanı Küçük Kadınlar.1867de yazıldı ve yazarının kendi hayatından yola çıktığı biliniyor.Hiç eskimeyecek bir hikâye...
Her biri okuduğum en güzel kitap dedirtecek güzellikte klasikler... 9-14 yaş grubu için özel olarak hazırlanan ve özenli baskıları ile benzerlerinden farklı olan bu klasikler hem okuma alışkanlığının yerleşmesi, hem de hayal dünyasının gelişmesi için çok önemli...
Louisa May Alcott, Küçük Kadınları, üç kız kardeşiyle birlikte çocukluğunun geçtiği Concord kentinde yaşadıklarından yola çıkarak kaleme almıştır. Küçük Kadınlarda, birbirine kenetlenmiş bir ailenin kimi zaman neşeli, kimi zaman hüzünlü, ama her zaman umut dolu yaşamlarının sıcacık hikâyesi anlatılır. Kahramanlarımızla, yaşadıkları ülkenin savaşla kararmış günlerinde karşılaşırız. Onların hikâyesini, kendinize ya da yakınlarınıza benzedikleri için, gerçek birer çocuk, birer insan oldukları için severek okuyacaksınız.Küçük Kadınlar: Sevgi ve dayanışmanın zaferi.
Luisa M. Alcottın, babaları evden uzak olan bir ailenin heyecan, fedakârlık, üzüntü ve mutluluklarını anlatan, sürükleyici bir romanı. MEB Talim ve Terbiye Kurulunun 2214 sayılı Tebliğler Dergisinde yayınlanan kararı ile ilköğretim okulu öğrencilerine tavsiye edilmiştir.
Küçük Kadınlar, bir tüm zamanlar efsanesidir. Hayat değerlerinin bir bir eridiği her an, geri dönüp tekrar okunması gereken bir moral nostaljisidir. His yüklü, insana insanı hatırlatan bir klasiktir.Roman, büyük zorluklar içinde yaşam mücadelesi vere... tümünü göster
Don Kişotu bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri. Dulcinea del Tobosoya âşıktır, kendi gibi zayıf, çelimsiz Rocinante adlı bir atı vardır. Seyisi-yardımcısı-dostu Sanço Panza ile atışır sık sık. İşte yeldeğirmenlerine savaş açan bu âşık, yaşlı şövalye, Miguel de Cervantes Saavedranın yazdığı bu romanın başkahramanıdır. Edebiyatta roman türünün başlangıcı sayılan ve birinci bölümü 1605 yılında yayımlanan İspanyol edebiyatının bu başyapıtı, yayımlandığı günden beri pek çok dile çevrildi, defalarca basıldı. Elinizdeki bu kitap, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Reşat Nuri Güntekin tarafından Don Kişotun kısaltılmış, Fransızca bir versiyonundan çevrildi.
Don Kişotu bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri. Dulcinea del Tobosoya âşıktır, kendi gibi zayıf, çelimsiz Rocinante adlı bir atı vardır. Seyisi-yardımcısı-dostu Sanço Pan... tümünü göster
Bu kitapta, çağında yaşananlara meraklı bir yazarın yüzyıl dönüşümünden aktardığı gözlemleri bulacaksınız. Kimi Türkiyenin en ağır kriz yıllarında, kimi terör ve savaş koşullarında yazılmış bu yazıların ortak özelliği, 3. binyılın kundağında geleceğini arayan ademoğullarının beynini kurcalayan soru işaretlerini deşmesi ... Geçtiğimiz yüzyılda kendisine yol gösteren tanıdık haritayı kaybeden insanoğlunun, yeniçağın yollarındaki istikamet arayışının izdüşümleri. Teknolojik tahakkümden, değişen cinsel kimliklere, tek kültür tehdidinden, gençlerin yeni diline kadar değişimin göstergeleri... Hem toplumsal hem de kişisel bir arayışın muhasebesi... Kendi kalbini durdurmuş bir kalp doktorunun, körler okulunda bir resim öğretmeninin, kendi idam sahnesini izleyip yazmış bir yazarın ve iyiliğin nihai zaferinden umudu kesmeden orta yaşa varmış bir kuşağın tutanakları... Bu vahşi koşu içinde bir türlü durup soramadığımız yaman bir soru bekliyor sizi içerideki sayfalarda: Nereye?...
Bu kitapta, çağında yaşananlara meraklı bir yazarın yüzyıl dönüşümünden aktardığı gözlemleri bulacaksınız. Kimi Türkiyenin en ağır kriz yıllarında, kimi terör ve savaş koşullarında yazılmış bu yazıların ortak özelliği, 3. binyılın kundağında geleceği... tümünü göster
Katran karası bir geceyi Haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıldızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay... Sana Samanyolu getirdim dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne indirmiş gibi mağrur gülümsedi koltuğumun başucunda... Ayla yıkanmanın keyfini sürdüm bir müddet... Sonra penceremi açıp onu içeri aldım. Dolunay, Samanyolundan ışıklarla eteklerinde; Haydi diyordu penceremin dibinde; Haydi... ebedi baharın ülkesine... Lakin, dolunaya inat, öylesine bitkin ve naçar ki hayat, kopamadım akşam haberlerinden, dünyevi kederlerden... Açıp penceremi, salıverdim dolunayımı, Cahit Külebiden bir şiir fısıldayarak kulağına: Bir gün geleceğim / alıp şu başımı / bir gün geleceğim / belki de Haziran / bulacak naaşımı / belki de Haziran... Haziran, bir ozanın naaşını kaldırırken dolunay, Samanyolu boyunca efsunlu yıldızlar saçarak uzaklaştı. Bakakaldım peşinden... Ne gözümü alabildim ne göze alabildim.
Katran karası bir geceyi Haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıldızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay... Sana Samanyolu getirdim dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne indirmiş gibi mağrur gülümsedi koltuğumun başucund... tümünü göster
Ve ben, aslında harfiyen hatırlayarak dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden...Ben onu gemleyemedim, o demledi beni...Olgunlaştım, basarak üzerine birikmiş bütün yırtık takvim yapraklarının, yıllar yılı aynı çemberde dolanmaktan başı dönmüş akrep ve yelkovanların, o incecik delikten biteviye süzülmüş kumların, evine gire çıka ötmekten sesi kısılmış yorgun guguk kuşlarının, batmış onca güneşin, parıldamış bunca ay ışığının, hilalin ve fecrin, uğruna savaşılmış, yokluğuna alışılmış dostların, birbirine karışarak yanıp sönen kahkahalarla gözyaşlarının, yazılmış yazılamamış bunca satırın, tutulmuş tutulamamış onca sözün, dediklerimin, bir an önce bitmesini istediğim veya hiç bitmesin diye dualar ettiğim anların, koşuda çabuk yorulanların ya da koşmaya hiç niyeti olmayanların, sevaplarımın, günahlarımın, hatalarımın...... süzüldüm imbiğinden...Piştim, o ihtiyarın dergahında...Babamın oğluydum eskiden;Oğlumun babası oluverdim birden...
Ve ben, aslında harfiyen hatırlayarak dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden...Ben onu gemleyemedim, o demledi beni...Olgunlaştım, basarak üzerine birikmiş bütün ... tümünü göster
bohemianpenguin şu anda kitap okumuyor.