Andrea Cavalcanti, iki kişilik, iki tekerlekli hafif arabasına bineceği sırada omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Danglars yahut Monte Kristo, kendisine söylemeyi unuttukları bir şeyi söyleyecekler zannı ile döndüğü zaman, güneş yanığı yüzlü, sakallı, parlak gözlü, kurt yahut çakal gibi sivri, keskin otuz iki dişini meydana çıkartan bir gülümseyişle kendisine bakan birisi ile karşı karşıya geldi. Bu yüzü tanıdığı için mi, yoksa sadece adamın korkunç görünüşünden irkildiği için mi bilinmez, şaşırarak geri çekildi: - Ne istiyorsunuz? diye sordu.-Beni tekrar Parise kadar yürümekten kurtarmanı istiyorum. Çok yorgunum. Bu akşam, sizin gibi iyi bir yemek yemediğim için ayakta zor duruyorum. Beni arabanıza alıp Parise götürmenizi istiyorum.
Andrea Cavalcanti, iki kişilik, iki tekerlekli hafif arabasına bineceği sırada omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Danglars yahut Monte Kristo, kendisine söylemeyi unuttukları bir şeyi söyleyecekler zannı ile döndüğü zaman, güneş yanığı yüzlü, saka... tümünü göster
hiçbir şeyden ve her şeyden kalan
bir zamanlar justinianos’ların, fatih’lerin hüküm sürdüğü istanbul’un altında, şimdi toprakta gömülü olan binlerce yılın kalıntısından kalan… ibrahim ve ishak’tan kalan… insanların birbirlerini ayakkabılarından tanıdığı savaşın yokluk günlerinden kalan… farandolaların dönüldüğü, rum ustaların elinden çıkma üç katlı, ahşap evlerden kalan… kierkegaard’ınhasetinden kalan… elbette “kederli bir şiir”den kalan…“kederden mi neden bilmem sararmış rengi ruhsarı..” bir kitaptır kalan… lahzen’in göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zamandan kalan…
peki kimdir lahzen?
“kimim ve nasıl biriyim
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin”
bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü
ve leylâ erbil’in kaleminde devleşiyor edebiyat,
şölene dönüşüyor kalan...
hiçbir şeyden ve her şeyden kalan
bir zamanlar justinianos’ların, fatih’lerin hüküm sürdüğü istanbul’un altında, şimdi toprakta gömülü olan binlerce yılın kalıntısından kalan… ibrahim ve ishak’tan kalan… insanların birbirlerini ayakkabılarından ta... tümünü göster
İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickensın Fransız ihtilali yıllarında kaleme aldığı, ilk satırlarından itibaren merak ve korku dolu sahnelerle okuyucuyu kitaba bağlayan en önemli eserlerinden biri.Dickens, bu eserinde Londra ve Parisin yaşadığı açlık, sefalet, hüzün ve kederi tüm açıklığı ve acımasızlığı ile ortaya koyuyor. Eser, mutlaka okunması gereken bir Dickens romanı.
******
Hiçbir erkek bir kadını sevip kaybettikten sonra, duygularında değişiklik olmadan onu birinin eşi, bir anne olarak pek görememiştir. Ne var ki Lucienin çocukları Sydneye garip bîr yakınlık gösteriyorlardı; içlerinden gelme bir acıma duygusu vardı onlarda. Bu da gizli duygulara kimbilir nasıl dokunuyor! Bunu hiçbir yankı anlatmıyorsa da bu bir gerçektir, burada da öyleydi. Sydney Carton Küçük Lucienin o yumuk ( kollarını açtığı ilk yabancıydı, kız büyüdükçe de Sydney Carton yerini elde tuttu. Küçük oğlanda hemen son dakikasına kadar ondan söz etmişti. Zavallı Carton! Benim yerime öpün onu...
************
Dickens, bu eserle Fransız Devriminden yaklaşık yetmiş beş yıl sonra, daha önce bir kez denediği tarihsel romana dönüş yapar. İngiltere adasının karşısındaki Fransada, 19. yüzyılın hemen öncesinde cehennem bir süreliğine yeryüzünde kurulmuş gibidir. Dickensa göre devrimi Fransaya davet edenler, özellikle imtiyazlarını bencilce değerlendiren, üretimden kopuk, suça batmış, insafsız, asalak Fransız aristokratlarıdır. Tarihe ve devrime bu bakışıyla, İngilteredeki aristokratların ve muhafazakâr sınıfların büyük tepkisini çeken Dickens, romanın sadece eylemsel çatısını değil, mekânsal dağılımını da zıtlıklar üzerine kuruyor. Ancak roman, iki şehrin hikâyesini, Londra ve Parisi canlı bir organizma olarak anlatmak ve Devrimin büyük simalarını sunmak yerine aristokrasiden, orta sınıflardan ve halktan temsili tipleri bir aşk öyküsü ekseninde topluyor.İki Şehrin Hikâyesi: Tarihle dehşetin buluştuğu an...
************
Kasım ayının sonlarıydı; bir cuma gecesi oldukça geç saatlerde Dover Postası zorlukla Shooter Yokuşunu çıkıyordu. Vadide sis vardı ve ağır ağır yukarılara doğru yükseliyordu. Denize benzeyen ıslak, yapışkan bu sis koca koca dalgalar gibi yayılıyordu. Sisin yoğunluğundan, arabanın lambaları ancak bir ifei adım uzağı aydınlatabiliyordu. Üç yolcu arabanın yanında çamura bata bata tepeye çıkıyordu. Bu havada yürümek hoşlarına gitmiyordu ama buna mecburdular. Yokuş dikti, yerler kayıyordu, atlar bile arabayı zor çekiyordu, üç defa durmuşlardı. Hatta bir kez artık güçleri kalmadığı için geri dönmek istermiş gibi arabayı yolun kenarına doğru çektiler; ama muhafızlar dizginlerini ve kırbaçlarını kullanarak onları tekrar yola sokmuştu.
************
19. yüzyıl Fransa sının toplumsal ve ekonomik sefaletini anlatan ve seçkin sınıfın eleştirisinin yapıldığı roman.
******
İki Şehrin Hikâyesi, Charles Dickensın Fransız ihtilali yıllarında kaleme aldığı, ilk satırlarından itibaren merak ve korku dolu sahnelerle okuyucuyu kitaba bağlayan en önemli eserlerinden biri.Dickens, bu eserinde Londra ve Parisin yaşadığı açlık, s... tümünü göster
Rose Hathaway’in hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.
Kısa süre önce St. Vladimir Akademisi’ne düzenlenen saldırı, Moroi dünyasını sarsmıştı. Vampirlerin birçoğu ölmüştü. Fakat Strigoi’lar tarafından götürülen birkaç kurbanın yazgısı daha karanlıktı.
Rose içinse bir kurban çok önemliydi. Dimitri Belikov. Dimitri!
Şimdi Rose, yüzlerce Strigoi öldürdüğünü gösteren bir dövme taşıyordu ensesinde. Hem de çok nadir bulunan bir dövme.
Rose seçim yapmak zorundaydı. En iyi arkadaşı ve hayatta kalan son Dragomir prensesi Lissa’yı korumak için ettiği yemini tutacak ya da Akademi’den ayrılarak sevdiği adamın peşine düşecekti. Aşkla ve tek başına! Dimitri’ye verdiği sözü tutmak için dünyanın öbür ucuna bile gidebilirdi. Ancak cevabı kan kokan bir soru Rose’un peşini bırakmıyordu. Dimitri kurtarılmayı isteyecek miydi?
Eyvah! İşler karıştı. Rose bu yükün altından kalkabilecek mi? Dimitri’yi öldürmeyi başarabilecek mi?
Yoksa kapısına kadar gelen sonsuz aşka mı kapılacak?
Rose Hathaway’in hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.
Kısa süre önce St. Vladimir Akademisi’ne düzenlenen saldırı, Moroi dünyasını sarsmıştı. Vampirlerin birçoğu ölmüştü. Fakat Strigoi’lar tarafından götürülen birkaç kurbanın yazgısı daha... tümünü göster
CİNAYET. AŞK. KISKANÇLIK. VE SON BİR SEÇİM. ÖLÜM MÜ, AŞK MI?
Rose Hathaway oyunu her zaman kendi kurallarıyla oynamıştı. En yakın arkadaşı ve yaşayan son Dragomir Prensesi Lissa’yla St. Vladimir Akademisi’nden kaçarak kuralları çiğnemişti. Büyüleyici öğretmeni Dimitri’ye aşık olarak kuralları çiğnemişti. Moroi dünyasının lideri, Kraliçe Tatiana’ya karşı gelme cesaretini göstererek, gelecek dampir nesillerini korumak adına hayatını ve saygınlığını riske atmaktan çekinmemişti. Ancak bu kez kanun, pençesini Rose’a geçirdi. Hem de işlemediği bir suç için. Üstelik cezasının infazını önleyebilecek bir tek kişi var ve Rose onu bulmak için hem Dimitri’nin hem de Adrian’ın yardımına muhtaç. Ama zamanı azalıyor. Ölüler dünyası onu tüm gücüyle geri isterken Rose’un şansı gitgide zayıflıyor. Esas önemli soru şu; tüm hayatınızı başkalarını kurtarmaya adamışsanız sizin hayatınızı kim kurtarabilir? Rose, Dimitri, Adrian ve Lissa’yı yalnız bırakmayın.
CİNAYET. AŞK. KISKANÇLIK. VE SON BİR SEÇİM. ÖLÜM MÜ, AŞK MI?
Rose Hathaway oyunu her zaman kendi kurallarıyla oynamıştı. En yakın arkadaşı ve yaşayan son Dragomir Prensesi Lissa’yla St. Vladimir Akademisi’nden kaçarak kuralları çiğnemişti. Büyüley... tümünü göster
AŞKA HER ZAMAN GÜVENDİ
ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞENDİ
Rose’un önünde iki seçenek vardı. Ya ölecek, ya öldürecekti. Kalbinin sesini dinledi ve yanlışı seçti.
Rose, önce Dimitri’nin doğduğu topraklara, Sibirya’ya, uzun ve talihsizliklerle dolu bir yolculuk yaptı. Ardından St. Vladimir Akademisi’ne döndü. Böylece en yakın arkadaşı Lissa’ya da kavuşmuş olacaktı. Ama Rose’un kalbi halen Dimitri için atıyor ve sevdiği adamın bir yerlerde, hayatta olduğunu biliyordu. Eline bir şans geçmişti oysa...
Fakat onu öldürememişti. Yapamamıştı.
Şimdi en korkunç kabusu gerçeğe dönüşmek üzere pusuda bekliyordu. Dimitri kanını tatmıştı ve susuzluğu her geçen dakika biraz daha artıyordu. Dimitri, Rose’un peşindeydi.
Ölümüne bir kovalamaca! Nefes kesen bir karşılaşma!
Michigan’da doğan Mead, şu anda Washington’da yaşıyor. Roman dünyasına dalmadan önce birkaç iş denedi elbette. Ama yazarlıkta karar kıldı. Farklı alanlarda aldığı eğitimin ve iş deneyimlerinin kendisini zenginleştirdiğini düşünüyor.
Tüm zamanını “Vampir Akademisi” ile diğer serilerini yazarak geçiriyor.
AŞKA HER ZAMAN GÜVENDİ
ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞENDİ
Rose’un önünde iki seçenek vardı. Ya ölecek, ya öldürecekti. Kalbinin sesini dinledi ve yanlışı seçti.
Rose, önce Dimitri’nin doğduğu topraklara, Sibirya’ya, uzun ve talihsizliklerle dolu bir yolc... tümünü göster
feyza_794 şu anda kitap okumuyor.