hiçbir şeyden ve her şeyden kalan
bir zamanlar justinianos’ların, fatih’lerin hüküm sürdüğü istanbul’un altında, şimdi toprakta gömülü olan binlerce yılın kalıntısından kalan… ibrahim ve ishak’tan kalan… insanların birbirlerini ayakkabılarından tanıdığı savaşın yokluk günlerinden kalan… farandolaların dönüldüğü, rum ustaların elinden çıkma üç katlı, ahşap evlerden kalan… kierkegaard’ınhasetinden kalan… elbette “kederli bir şiir”den kalan…“kederden mi neden bilmem sararmış rengi ruhsarı..” bir kitaptır kalan… lahzen’in göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zamandan kalan…
peki kimdir lahzen?
“kimim ve nasıl biriyim
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin”
bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü
ve leylâ erbil’in kaleminde devleşiyor edebiyat,
şölene dönüşüyor kalan...
hiçbir şeyden ve her şeyden kalan
bir zamanlar justinianos’ların, fatih’lerin hüküm sürdüğü istanbul’un altında, şimdi toprakta gömülü olan binlerce yılın kalıntısından kalan… ibrahim ve ishak’tan kalan… insanların birbirlerini ayakkabılarından tanıdığı savaşın yokluk günlerinden kalan… farandolaların dönüldüğü, rum ustaların elinden çıkma üç katlı, ahşap evlerden kalan… kierkegaard’ınhasetinden kalan… elbette “kederli bir şiir”den kalan…“kederden mi neden bilmem sararmış rengi ruhsarı..” bir kitaptır kalan… lahzen’in göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zamandan kalan…
peki kimdir lahzen?
“kimim ve nasıl biriyim
hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün
sen hangi bilinçtesin lahzen
hangi göklerin bulutlarından yağdın
bu çorağa söyle
son bilinç ölüm olacağına
ölüm anındaki bilincin bilinci yazılamayacağına göre
hangi kavşağındasın tinsel gerçekliğin”
bu soruların eşliğinde iniyoruz hep birlikte
tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyudan
çıkmak için çocukluğa
daha da dibe
toprağın altına
ve orada arıyor lahzen
hakikatinin özünü
ve leylâ erbil’in kaleminde devleşiyor edebiyat,
şölene dönüşüyor kalan...
KALAN
“rosa’yı neden isterim tanımanızı
bu metnin hakikatinin özünün rosa’yla ilişkisi olabileceği düşüncesinden.
gerçi insanın hakikatinin bulunabileceğini sanmasam da pek
onu aramaya çıktığımı itiraf etmeliyim size sevgili okurlar
günah çıkarır gibi
bir insanın günah çıkarırken bile söylediklerine inananlardan değişken
yazmak böyle bir şey belki de
hakikat diye bir şey olmayacağının bilinciyle
hakikatin öznellikte mi olduğunu
sorumlulukta mı
insanın en temel varlığının kayboluşuyla yitip gittiğini mi
toplumla senin yaratılışın oluşun arasındaki ipliklerde mi gerili durduğunu
düpedüz özgürlükte mi olduğunu bilmeden
sözcüklerden örülü bir metin
hakikati ne olabilir bu metnin
metnin içeriği
metnin içeriği
metnin içeriği”
s:10-11
Leyla Erbil okumak bir kazıya eşlik etmek gibi. Kalan, uçucu, sınırları belirsiz bir alanda arıyor hakikati; çocuklukta. Romanın kahramanı Lahzen, çocukluğunu, evlerini, kalemini kırıp onunla paylaşan sıra arkadaşı, küçük Yahudi kızı Rosa’yı, evlerinde kalan dayı’yı, ablasını, ablasının aşkı Eftim’i, “tıka basa doldurulmuş kuyudan çıkmak için”, “hakikati ele geçirme çabası” olarak kullanıyor.
Daha ilk sayfalarda hakikatin bulunabileceğine inanmadığını yazması, bir yandan da kitabın amacının bu olmadığını düşündürüyor. Adından yola çıkarak nereye varılabilir. “Kalan” nedir? Bir “akıl hastası kadın” ın sayıklamalar zincirinden öte, gerçekle, hakikatle bağı nedir? İnce, bıçak sırtı konular üzerinde gezinmeyi seviyor Leyla Erbil.
Anlatım destansı. Alışılagelmiş türde şiirsel bir destansılık değil bu. Cümleler bölünüp bir sonraki satırda devam ediyor. Uyak gözetilememiş. Böylesi bir anlatımın neden seçilmiş olabileceğini düşündüm. Söz konusu yazar Leyla Erbil olunca, anlatımda, noktalama işaretlerinde, sözcük yakıştırma, uydurmada farklı amaç ve yaklaşımlar kullandığını bilmek, bunların metni, okumayı nasıl etkilediğini, değiştirdiğini düşünmek demek aynı zamanda. Şiirimsi anlatımın okumayı daha akıcı hale getirdiğini, okurken nefes aralarını daha rahat belirleyebildiğimi düşündüm.
“Önsözce” bölümündeki metin parçalarında noktalama işaretleri yok. Sadece alıntı ve adları ayıran tırnak ve kesme işaretleri kullanılmış. Sadece yıldızlarla ayrılmış parçaların sonunda nokta var. “birinci bölüm” ve “ikinci bölüm” de noktalama işaretleri kullanılmış. Bilinçakışı tekniğinin örneklerinden birisi roman.
Anlatıcının, akıl hastası Lahzen’in seslenişi okuyucuyadır. Düzensiz, farklı zaman dilimlerinde, rastgele gezinen bir anımsamadır bu. 6-7 Eylül olayları, Dink’in, Musa Anter’in, Vedat Aydın’ın öldürülmesi, büyük mübadele, oğlu İsnak’ı kurban etmek isteyen İbrahim, Nil nehrinde, sepetin içinde, kaderine doğru sürüklenen Musa, insanlar arasındaki sınırlar, yüz binlerce yıldır birbirlerini yok etmek için savaşan, ölen milyonlarca insan, Sokrates, Frandola dansı, portakal sandığından kızaklar, Kierkegaard, dinler, acımasız tanrılar, bu anımsama sarkacının dokunuşlarıyla, tıkabasa doldurlmuş bir kuyudan çıkabilmek, hakikati ele geçirmek için kullanılır.
Acı bir alaycılık, sürekli eşeleyen bir dil arayışı var romanda. Anlatılanlar politik. Ama daha bu “politik olmak”, “ötesi” bir şeydir bu Erbil’de her zaman. Basit, ucuz, sıradan değil. Katmanlı. Saklı. Erişimi çaba gerektiriyor. Kitaba ilk başladığımda kolayca üçte birini aştığımı fark ettiğimde, bir yanlışlık yaptığımı düşündüm. Sayfaları bu kadar çabuk geçebilmemde bir sorun vardı. Tekrar başa döndüm. Koşarak değil, sürünerek okumaya çalıştım. Sözcüklerin, kesik cümlelerin üstünde daha çok oyalandım. Okuduklarımdan daha farklı biz tat almaya başladım.
Kancıklık tanrıçası benli nahide, ahiret tanrıçası çakma züleyha,gök tanrıçası cırtlak ruhiye, hayat ipliğini büken lüks nermin, musiki tanrıçası zilli terfiye,fitne tanrıçası çanakaleli melahat
başak demetlerini kucaklamış tepsi banu, aşk tanrıçası köpüklü mefkure, barış tanrıçası kamçılı saliha bu dilin, bu kazının acı acı gülümseten kahramanları.
“-o da yıkılmış,,, gog magog en önde yürüyordu, bütün evleri aynı anda bastılar,,, çalı adamlar, ellerinde döner bıçağı, sopa, cop, satır ve kuran-ı kerim vardı. Bizde silah yoktu,,, dayı ölmüştü,,, annem ölmüştü,,, karşı sırtlar, tepeler yeşil sarıklarla çevriliydi” s:69
Lahzen “Tuhaf Bir Kadın” dır. İnsanların düşünmediği, bakmadığı, görmediği, değişmek istemediği, kendini hiçbir şeyden sorumlu hissetmediği bir dünyada, düşünür, görür, sorular sorar, eşeler, sürekli bir değişimi bile sorgular.
gelecekten ne bekliyorsunuz?
kendinizi suçlu hissediyor musunuz?
kendinizi öldürmek istediniz mi hiç?
içinizden ağlamak gelir mi sık sık?
kendinizden nefret ediyor musunuz?
her şeyden sıkılıyor musunuz?
evet sıklıyorum,,, s:213
Son bölümde kişi adları listesi verilmiş. Burada “rosa” ile ilgili satırla bitirelim;
“Rosa: yüzünde vazolar dolusu çillerin gülüştüğü, en iyi arkadaşım” s:237
Zen: Farsça. Kadın.
Lah: Farsça. “Yer” anlamıyla tamlamalar yapmada kullanılır.
Lahza: Bir bakış, bir göz atma.
Göz kırpacak denli süre, an.
Bir kez göz kırpma.
Kaynak: Osmanlıca-Türkçe Sözlük.Mustafa Nihat Özön.İnkilap Kitabevi
Kalan.Leyla Erbil.Türkiye İş Bankası Yay.İstanbul.2011
http://sudegirmeni.wordpress.com/2012/04/03/kalan/
Leylâ Erbil, baş kahramanı Lahzen’in çocukluğundan başlayarak bu topraklarda yaşamış olanlardan kalanların izini sürerken kendi yaşam sürecinde hayatı paylaştığı ve artık ya yerin altında kalan ya da başka diyarlara göçettiklerinden buralarda kala(maya)n her dinden, her ulustan İstanbullunun yarattığı insani ve kültürel zenginliği acıyla ve özlemle gözler önüne seriyor.
Kalan, bir insan ömrüne sığmış 6-7 Eylül’ü, 12 Mart’ı, Bahçelievler Katliamını, Kahramanmaraş Katliamını, 12 Eylül’ü, Madımak Yangınını yaşamış bir aydının hala dipdiri duran umudunu anlatıyor, okuyucuya umut ve direnç aşılıyor.
http://oklapkutuphanesi.blogspot.de/2013/07/leyla-erbil-kalan.html
Bu kitapla ilgili ne desem eksik kalır. Deneysel bir çalışma olduğu kesin. Yazım kurallarını, sayfa düzenini, sözcük dizimini yok sayıyor. Bir delinin zihnine yakışır bir anlatımı var ayrıca. Bir de yaratıcıyla ilgili düşünceler kimilerini rahatsız edebilir. Sadece bir görüş olarak görüp, saygı duymakta fayda var.
Tek kelime ile harika bir kitaptı...
Oysa ki içinde yazılanlar o kadar yüreğe dokunan satırlardı ki, yaşanmışlıklar, birikim.... ayrımcılık ama komşuların aynı zamanda birbirine tutulması...
Evet yer yer Tanrı'ya kızan cümleleri de var yazarın ama düşünüyorsunuz; acaba ben bu kadra acı çeksem ve görsem nasıl olurdu benim yakarışlarım diye....
Özellikle anlatım dilinin ozan gibi olması, mitolojiyi ve romanı kaleminde buluşturması ile... nasıl geç kalmışım okumaya dedim...
YAzarı not edin ve okuyun...
Ciltsiz, 239 sayfa
Ekim2011 tarihinde, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı