İstanbul’da ya da Erzurum’da, Hatay’da ya da Muğla’da, belediye otobüslerinde balık istifi yolculuk eden insanlar. Otobüsün arkasında, en beyefendi haliyle dikilen orta yaşlı bir adam. Sıradan bir emekli. İşine giden bir kadın. Dudakları sürekli kıpırdayan bir altıncı sınıf öğrencisi. Bir şemsiye satıcısı. Eli kolu sürekli oynayan, yakası paçası dağılmış bir adam. İçlerinden biri çocuğunu öldürmüş olabilir mi? Sübyancılıkla suçlanmış… Kocasının tecavüzüne uğramış… Şoföre uzatılsın diye verilen akbilleri cebine indirmiş…
Taş Uykusu, köksüzleşerek kurumaya yüz tutan edebiyatımızı, elinden tutup yeniden toprağına, kalabalıkların arasına çekiyor. Aslı Tohumcu, bir belediye otobüsünde birlikte yolculuk etmek zorunda kalan insanların zihninden geçenleri okuyarak, günümüz Türkiye’sinin şiddet yüklü yüzünü hüzünlü bir fotoğraf karesine çeviriyor.
Taş Uykusu, edebiyatımızın hapsedildiği fanusun küçük bir dokunuşla paramparça olacağının işaret fişeği olabilecek romanlardan biri…
İstanbul’da ya da Erzurum’da, Hatay’da ya da Muğla’da, belediye otobüslerinde balık istifi yolculuk eden insanlar. Otobüsün arkasında, en beyefendi haliyle dikilen orta yaşlı bir adam. Sıradan bir emekli. İşine giden bir kadın. Dudakları sürekli kıpı... tümünü göster
İstanbul’da ya da Erzurum’da, Hatay’da ya da Muğla’da, belediye otobüslerinde balık istifi yolculuk eden insanlar. Otobüsün arkasında, en beyefendi haliyle dikilen orta yaşlı bir adam. Sıradan bir emekli. İşine giden bir kadın. Dudakları sürekli kıpırdayan bir altıncı sınıf öğrencisi. Bir şemsiye satıcısı. Eli kolu sürekli oynayan, yakası paçası dağılmış bir adam. İçlerinden biri çocuğunu öldürmüş olabilir mi? Sübyancılıkla suçlanmış… Kocasının tecavüzüne uğramış… Şoföre uzatılsın diye verilen akbilleri cebine indirmiş…
Taş Uykusu, köksüzleşerek kurumaya yüz tutan edebiyatımızı, elinden tutup yeniden toprağına, kalabalıkların arasına çekiyor. Aslı Tohumcu, bir belediye otobüsünde birlikte yolculuk etmek zorunda kalan insanların zihninden geçenleri okuyarak, günümüz Türkiye’sinin şiddet yüklü yüzünü hüzünlü bir fotoğraf karesine çeviriyor.
Taş Uykusu, edebiyatımızın hapsedildiği fanusun küçük bir dokunuşla paramparça olacağının işaret fişeği olabilecek romanlardan biri…
İstanbul’da ya da Erzurum’da, Hatay’da ya da Muğla’da, belediye otobüslerinde balık istifi yolculuk eden insanlar. Otobüsün arkasında, en beyefendi haliyle dikilen orta yaşlı bir adam. Sıradan bir emekli. İşine giden bir kadın. Dudakları sürekli kıpı... tümünü göster
Gençlik mi dünyayı değiştirir, yoksa dünya mı gençliği?
Savaş Çağı Umut Çağı, yarım yüzyıl öncesinin gençliğini anlatan 47 yıl önce yazılmış bir roman; Oya Baydar'ın genç kaleminden hemen her kesimden gençliğin kendilerinden önceki kuşaklara, verili cinsiyet rollerine, ülke ve dünya siyasetine dikleniş ve bu diklenişte kendilerini, kimliklerini arayışlarının öyküsü.
Oya Baydar; Elveda Alyoşa'dan
Çöplüğün Generali'ne tüm roman ve öyküleriyle, yakın tarihimizi en sarsıcı biçimde ele alan yazarlarımızdan. Elinizdeki romansa, onun en genç eserlerinden biri.
Gençlik mi dünyayı değiştirir, yoksa dünya mı gençliği?
Savaş Çağı Umut Çağı, yarım yüzyıl öncesinin gençliğini anlatan 47 yıl önce yazılmış bir roman; Oya Baydar'ın genç kaleminden hemen her kesimden gençliğin kendilerinden önceki kuşaklara,... tümünü göster
Behzat Ç., Cinayet Büro Amirliğinde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı... Başına gelenlerden sonra lanet etmiş, çekip gitmişti aslında. (Dizinin ilk kitabı Her Temas İz Bırakır'ı okuyanlar bilir.) Hayır, hâlâ işinin başında! Ama ağzını bıçak açmıyor. Tek bir laf çıkmıyor ağzından. El işaretleriyle, çehresiyle, suskunluklarla anlatıyor anlatacağını ve tabii dellenmeleriyle... Bu bir AnKara polisiyesidir... Behzat Ç. ve ekibi, kötü bir Renault Torosla Sakarya Caddesinden Ayaş'a kadar altını üstüne getiriyor Ankara'nın. Sadece cinayetçiler değil, belediyenin envai çeşit birimi de altını üstüne getiriyor Ankara'nın. Her yer hafriyat. Kavşak inşaatıydı, kabloydu, boruydu, tamirattı... Sadece onlar da değil ama... Kendine Red Kit diyen bir adam da çukurlar kazıp duruyor. Öldürdüklerini tabuta koyup gömüyor o çukurlara - gömüp polise haber veriyor. Çok acayip, çok da zeki bir adam bu, feleğin çemberinden geçmiş, içinde intikam acısı... Belli, polisle bir meselesi var. Behzat Ç. ve ekibi, Ahlak Bürosuna bile nasip olup da hâlâ kendilerine verilmeyen bir Megane'ın hayalini kurarak, kötü Renault'yla Ankara'da fink atıp Red Kit'i arıyor. Bir AnKara polisiyesi...
Behzat Ç., Cinayet Büro Amirliğinde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı... Başına gelenlerden sonra lanet etmiş, çekip gitmişti aslında. (Dizinin ilk kitabı Her Temas İz Bırakır'ı okuyanlar bilir.) Hayır, hâlâ işinin başında! Ama ağz... tümünü göster
On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem'i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz'i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul'a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor. Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi'nin isyancılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor. Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı.
On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem'i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz'i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı ... tümünü göster
nazlisila şu anda kitap okumuyor.