Darkshadow, 73 adet değerlendirme yapmış.  (3/11)
Meleklerin Kanı (Lonca Avcısı, #1)
Meleklerin Kanı (Lonca Avcısı, #1)

9

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/kitap-yorumu-meleklerin-kan-nalini-singh.html Meleklerin Kanı, uzun zamandır okunacaklar listemde bulunan kitaplardandı. Ancak okumam ancak Türkçe çevirisi çıktıktan sonra mümkün olabildi. Tabii ben yine İngilizce versiyonunu okudum. Bu yüzden bazı terimleri birebir aktaramayabilirim. Meleklerin Kanı/Angels' Blood, Lonca Avcısı/Guild Hunter serisinin ilk kitabı. Nalini Singh, Psy-Changeling serisiyle tanınan ve "paranormal romance" okurları arasında çok sevilen bir yazar. Lonca Avcısı/Guild Hunter ise hem "paranormal romance" hem de "urban fantasy" türlerine girebilecek türde başarılı bir seri. Açıkçası bu kitap sayesinde urban fantasy'i ne kadar sevdiğimi tekrar hatırladım. Bundan sonraki kitap seçimlerimde büyük etkisi olacak bu farkındalığın. Elena Deveraux, bir Lonca Avcısı. Ona "vampir avcısı" da diyebilirsiniz. Tabii Elena, vampirlerin kalplerine kazık saplamıyor. O farklı türden bir yöntem kullanıyor. Tüm Lonca Avcıları'nın kullandığı yöntemi: Vampirleri götürüp başmeleklere teslim ediyor. Nalini Singh'in yarattığı yeni dünyada insanlar meleklerin de vampirlerin de var olduklarından haberdarlar. Bu dünyanın yöneticileri başmelekler diyebiliriz. Lonca Avcıları ise başmeleklerin işlerini yapmalarına ve huzuru korumaya yardımcı oluyorlar bir nevi. Yoldan çıkmış bir vampir oldu mu onu yakalayıp başmeleklere teslim ediyorlar. Bu arada vampirleri de melekler yaratıyor. Yaratılmaya layık görürlerse. İşte Elena bu dünyanın içinde yetişmiş bir genç kadın. O tam bir Avcı. Sevdiğim cinsten bir kadın karakter. Güçlü, kimsenin altında ezilmeyen ve ağzına geleni söyleyen türden. Pek çok Lonca Avcısı'nın aksine onda doğuştan Avcı içgüdüleri var. Vampirlerin kokularını çok uzaktan alıp, ayırt edebiliyor. Bu da onu konum olarak hayli yükseklere taşıyor elbette. Elena'nın sıradan Avcı ritüelleriyle renklenmiş yaşamını başaşağı etmek için tek bir şey gerek: Bir başmelek. Raphael burada sahneye çıkıyor. Şehrin en güçlü başmeleklerinden biri, Elena'yı yanına çağırıyor. Elena kendisi için tehlike çanlarının çaldığını düşünüyor. Çünkü herkesin hergün bir başmelekle görüştüğü söylenemez. Başmelek Raphael, Elena'yı öylesine çağırıyor olamaz, değil mi? Ondan istediği bir şey var. Yeni bir av için Elena'ya ihtiyacı var. Ama bu seferki av, sıradan bir vampir değil. Raphael'in Elena'dan istediği şey, bir başmeleği avlaması. Elena'nın Avcılık yetenekleri bu sefer o kadar da işe yaramayabilir gibi görünüyor. Lonca Avcısı'nın melekleri öyle temiz, cennetten inme, kötülük namına bir şey bilmeyen yaratıklar değil. Onlar için tek bir sözcük kullanılabilir: Tehlikeli. Archangel Tower (Başmelek Kulesi)'daki varlıkları insanların yüreğine ağzına getirmek için yeterli. Raphael de bu imajı destekleri nitelikte bir karakter olarak sunuluyor önümüze. Onun için bir insanın hayatı hiç de değerli değil. Ama Elena'da onu çeken bir şeyler var. İkili arasındaki kedi-fare oyunu işte buradan ileri geliyor. Meleklerin Kanı'nda kafamı kurcalayan bir şey de vardı, söylemeden geçmeyeyim, meleklerin kanatları! Anladığım kadarıyla sürekli ortada bu kanatlar, okuduğum diğer melek kitaplarının aksine. Öyleyse koca koca kanatlar, normal binalara nasıl sığıyor? Hadi ulaşım için hava yolunu tercih ediyorlar, anladım ama bu içeri sığma meselesi çok kafama takıldı. Tabii düşünmesi bana zevk veriyor, Raphael'i dev gibi kanatlarıyla küçücük apartman dairesinde düşünüp düşünüp sırıtıyorum. Kitaptaki yan karakterler, en az ana karakterler kadar hoşuma gitti. Nalini Singh, kurgudaki hassasiyeti karakterlerine de göstermiş. Raphael'in komutasındaki güçlü vampir Dmitri, Venom, melek Illium, Elena'nın arkadaşı Sara ve Ransom okuması çok eğlenceli kişiliklerdi. Meleklerin Kanı, sevdiğim bir türe geri dönüş yapmamı sağlayan ve bayılarak okuduğum bir kitap olarak kütüphanemdeki yerini aldı. Kitap, Gece Avcısı, Ateş, Anita Blake gibi yetişkinlere yönelik paranormal serileri sevenlerin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayacaktır. Sağlam bir kurgu, sağlam karakterler. Lonca Avcısı/Guild Hunter serisine devam etmemem için hiçbir neden göremiyorum.

Cinder (The Lunar Chronicles, #1)
Cinder (The Lunar Chronicles, #1)

5

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/kitap-yorumu-cinder-marissa-meyer.html Cinder, bilim kurgu, distopya türünde farklı bir Cindrella uyarlaması. Yoruma başlamadan önce söylemeliyim ki, kitabı ilk gördüğümde "kesinlikle okumalıyım" demiştim. Bir kere kapak tasarımı bir harika. Masal uyarlamaları ise her daim dikkatimi çekmiştir. Bilim kurguya da ilgisi olan bir insan olarak çok seveceğimi düşünmüştüm. Fakat kitap biraz beklentilerimin altındaydı. Yazarın kurguladığı dünyayı sevdim. Ama karakterlerde eksiklikler var gibiydi. Cinder'in bir şeyleri anlaması fazla zamanını alıyordu. Ben onun ne olduğunu kitabın başında bilirken, kız kitabın sonunda öğrendi. Roman biraz yavaş ilerliyordu. Okumam beklediğimden çok vaktimi aldı. Bu bende yarattığı eksilerin başında geliyor. Prens Kai, âşık olunacak türde bir erkek karakter değildi. Konumuna göre fazla saftı. Cyborglar her zaman ilgimi çekmiştir fakat keşke yazar onlara biraz daha değinseydi, o zaman kalbimi daha fazla çalabilirdi. Detaylara girmede eksikleri vardı yine. Cinder'in konusuna dönecek olursak; hikaye New Beijing (Yeni Pekin)'de geçiyor. Bu, bildiğimizden çok farklı bir dünya. Etrafta salgın bir hastalık kol geziyor. Bu hastalığa yakalananlar çok geçmeden ölüyorlar. Tedavisi bir türlü bulunamayan bir salgın bu. Cinder, New Beijing'in en yetenekli cyborg tamircisi. Bakmayın tamirciliğine, o genç bir kız. Ama bir farklılığı var; Cinder aynı zamanda bir cyborg. Yani vücudunun bazı kısımları robot metaryali içeriyor. Bu yüzden toplum içinde pek hoş görüldüğü söylenemez. Cinder'in klasik Cindrella masalında olduğu gibi üvey annesi ve kız kardeşleri var. Fakat bu romanda Cinder, evlatlık olarak karşımıza çıkıyor. Üvey babası ölmüş, üvey annesi ve yasal varisi ona son derece kötü davranıyor. Cinder'in tek dostu bir android olan Iko ve üvey kız kardeşi Peony. New Beijing monarşiyle yönetiliyor. Yalnız, İmparator da hastalığa yakalananlar arasında yer alıyor. Tek varisi Prens Kai. O da hikayemizin Prince Charming'i oluyor elbette. Cinder ve Prens Kai'nin yollarının kesişmesi uzun sürmüyor. Kai, androidlerinden birini Cinder'e tamir etmesi için getiriyor. Böylece tanışıyorlar, yeniden karşılaşmaları ise kaçınılmaz. Cinder'in sevdiğim başka bir yani Lunarlar oldu. Lunarlar, ay halkı ve tahmin edeceğiniz gibi insan değiller. İnsan beynini manipüle edebiliyor, aklınıza istemeyeceğiniz düşünceleri sokabiliyorlar. Dünya'yla pek barışık durumda oldukları söylenemez. Kraliçeleri Levana acımasızlığıyla ünlü. Yıllardır bir Lunar'ın Dünya'ya geldiği görülmedi ama şimdi Saray'da bir üyeleri var. Ve Kraliçe'nin gelmesi de yakın. Lunarlar savaş istiyor olabilir mi? Ya da istedikleri başka bir şey mi? Aslına bakılırsa, konuyu genel olarak sevdim. Gerçekten ilgi çekici ve aşırı merak uyandırıyor. Fakat, belirttiğim gibi, eksikleri var. Bunda kitabın Marissa Meyer'in çıkış romanı olmasının etkisi büyük. Peki, daha iyisi yapılabilir miydi? Evet. Cinder'in sonu akılda bol bol soru işareti bırakarak bitiyor. Romanın içinde bulunduğu Lunar Chronicles serisi dört kitaptan oluşacak. İkinci kitap Scarlet, Şubat ayında yayımlanacak ve yeni masal uyarlamamız Kırmızı Başlıklı Kız olacak gibi görünüyor. Seriye devam etmem için pek çok neden var. Scarlet'i okuyacağımdan eminim o yüzden.

Ejderin Aşkı (Ejderha Serisi 1)
Ruhsuz (Ruhsuz, #1)
Ruhsuz (Ruhsuz, #1)

6

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/1-blog-tur-ruhsuz-jodi-meadows.html Başlamadan önce söylemeliyim ki, kitabın kapak tasarımı bir harika. Daha Türkçe edisyonu çıkmadan da beğenmiştim fakat elinize alınca bir başka güzel. Romanın içeriğiyle de gayet uyumlu aslında. Ve kitabın çevirisi de çok iyi. Kopukluk ya da yazım hataları yok. Özenle editörden geçtiği belli. Baskısı çok sevdiğim DEX kalitesinde zaten. Ruhsuz, baş kahramanımız Ana adlı genç bir kızın bakış açısıyla anlatılıyor. Ana'nın yaşadığı yerde herkes ölümsüz. İnsanlar öldükten sonra yeni bir bedende doğuyorlar, böylece binlerce yıl yaşamış ve deneyimlerini yeni bedenlerine aktarmış oluyorlar. Böyle düşününce oldukça barışçıl bir ortam gibi görünüyor, fakat Ruhsuz'un distopik yanları da var. Yazar Jodi Meadows, diğer distopya konulu kitaplarda olduğu gibi içinde yaşadığımız dünyayı yerle bir etmek yerine yeni bir dünya yaratmayı uygun görmüş. Buna bol bol fantastik öge ve yaratıklar dahil etmiş. Ejderhalar, hava perileri, troller ve daha niceleri. Ana, ülkenin diğer sakinlerinin aksine şehirde değil de dışında son derece tehlikeli yaratıkların kol gezdiği Sınır'a yakın bir yerde yaşıyor. Bunun bir sebebi var: Ana bir Yeniruh. Yani o, daha önce başka bir bedende yaşamadı. Bu onun ilk dünyaya gelişi. Üstelik, reenkarne olması gereken Ciana isimli bir ruhun yerine dünyaya gelmiş. Tüm bunlar insanların Ana'ya ucube gözüyle bakması için yeterli nedenler. Çünkü şimdiye kadar gördükleri ilk Yeniruh o. İşte, Ana'nın annesi Li, sırf bu yüzden kızı şehir hayatından kopararak insanlarla karşılaşmasının zor olacağı bir yerde yaşamaya götürmüş. Li, kitaptaki en sinir bozucu karakter diyebilirim. Şimdiki yaşamında Ana'nın annesi olmasına rağmen kızdan ölesiye nefret ediyor. Ana'nın yerine reenkarne olmuş olması gereken Ciana'nın Ana tarafından öldürüldüğüne inanıyor. Zavallı kıza durmadan eziyet ediyor. Onu, bir Ruhsuz olmakla suçluyor ve on sekiz yıllık yaşamı boyunca kıza kendi eşyalarına sahip olmak şöyle dursun, birini sevebilme imkanı bile vermiyor. Ana'nın kişiliğini şekillendirenler de Li'nin bu tavırları olmuş. Li'den içten içe nefret etse de Ana, onun dediklerine inanmadan edemiyor. Yani bir Ruhsuz olduğunu, hayatını yaşamak, sevmek gibi hiçbir hakkı olmadığını kabul ediyor. Bu yüzden son derece içine kapanık ve başlarda biraz pasif bir karakter olarak dikkat çekiyor. Kitabın başında Ana en sonunda Li'nin eziyetlerinden bıkıp, ne olduğunu ve nereden geldiğini öğrenmek üzere diğer ruhların yaşadığı Kalp isimli şehre gitmeye karar veriyor. Elbette şehre gitmesi o kadar da kolay olmuyor. İlk olarak, Li'nin verdiği bozuk pusula sayesinde, ters yöne doğru gidiyor ve kayboluyor. Ardından korkunç hava perilerinin saldırısına uğruyor. İşte Sam'le tanışması da bu sayede gerçekleşiyor. Sam, Ana'nın yaşlarında görünen genç bir erkek. Ama aslında o da reenkarne olan bir ruh. Ana'yı hava perilerinden kurtulmak için atladığı gölden kurtarıyor. Ana'nın onu görür görmez ilk tepkisi kaçmak oluyor. Dediğim gibi, kız bu zamana kadar Li'nin kendisini hiçmiş gibi davranmasını izleyerek yaşamış ve birinin ona yardım etmesine alışkın değil. Yine de Sam'in ona son derece nazik davrandığını fark etmemesi mümkün değil. Sam, Ana'ya şoku atlatmasında ve aldığı yaraları iyileştirmekte yardımcı oluyor. Hattâ kızı Kalp'e götürmeyi de kabul ediyor. Sam, son derece tatlı bir karakter. Herkes kıza tiksintiyle bakarken Sam, Ana'yı gördüğü ilk andan itibaren ona iyi davranıyor. Hiçbir zaman kendisine Ruhsuz demesini kabul etmiyor. Ona evini açıyor. İkili arasında ilişki kitapta güzel işlenmiş. Birlikte oldukları zaman boyunca, iniş çıkışlar olsa da, birbirlerine karşı tavırları her zaman ılımlı ve naif. Tabii Sam'in de küçük bir sırrı yok değil. Kitabın distopik yanı Kalp'e vardığımızda daha bir ortaya çıkıyor. Kalp'te, ruhları yöneten bir konsey var. Bütün kararları onlar veriyorlar. Herkes ölüp yeniden doğarak huzur içinde görünse de aslında sıkı uygulamalar mevcut. Mesela, Ana'yı görür görmez onu sürgün etmeyi düşünüyorlar. Ruhsuz'un sevdiğim yanlarından biri bol bol müzik içermesi oldu. Ben de müziğe âşık biriyimdir. Ana da öyle. Li'den gizli saklı Dessam isimli bir müzisyenin şarkılarını dinliyor, onların notalarını çıkarmaya çalışıyor ve aklında tutuyor. Sam de tıpkı onun gibi. İkisinin birlikte oldukları zaman boyunca piyano çalmaları, şarkı söylemeleri ve bestelemeleri kaçınılmaz. Ruhsuz'da Ana'nın neden dünyaya geldiği kitap boyunca aklımızda bir soru işareti olarak kalıyor. Fakat tek sorun bu da değil. Ejderhalar ve hava perileri Kalp'e saldırıyorlar ve herkes bunun nedeninin Ana olduğuna inanıyor. Ana, daha ne olduğunu bile bilmezken, böylesine bir saldırıdan sağ çıkabilir mi? Kitap, son zamanlarda çıkan genç yetişkin romanları arasından konusunun farklılığıyla sıyrılıyor. Peki, Ruhsuz'un eksikleri var mı? Elbette. Sonuçta, Jodi Meadows henüz çiçeği burnunda bir yazar. Uzun lafın kısası Ruhsuz, sıkılmadan okuyabileceğiniz ve çok şaşırtmasa da heyecanlı bir kitap olarak kütüphanenizde yerini alabilir. Ben kitabı sevdim

Onyx (Lux, #2)
Onyx (Lux, #2)

10

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/kitap-yorumu-onyx-jennifer-l-armentrout.html Jennifer L. Armentrout Lux serisiyle beni kendine hayran bırakmaya devam ediyor. Serinin ikinci kitabı Onyx, en az ilki kadar, hattâ ondan daha güzeldi. Ben bu seriye iyice bağlandım yahu! Son derece eğlenceli diyalogları barındıran, aksiyonu eksik etmeyen, aynı zamanda yürek parçalayıcı bir aşkı anlatan bir kitap Onyx. Tahmin edersiniz ki yazının bundan sonraki kısmı Obsidian'ı okumayanlar için spoiler niteliği taşıyabilir. Obsidian'da ölümden dönen ve bu yüzden Daemon'la aralarında bir bağ oluştuğunu fark eden Katy için işler yine karmaşık. İlk olarak uzun zamandır kendisine kötü davranan Daemon, artık Katy'i tıpkı kardeşini koruduğu gibi koruyor. Üstelik bir de ona iyi davranıyor. Daemon Black'ten beklenmeyecek bir tavır değil mi? Katy de öyle düşünüyor. Daemon'un kendisine yakın davranmasının tek nedeninin aralarında oluşan yeni bağ olduğu kararına varıyor. Katy bu bağ sayesinde Daemon'u her yerde hissedebiliyor. Yeni yetenekleri bununla sınırlı da değil. Katy, tuhaf uzaylı numaraları yapabildiğini fark ediyor. Örneğin, nesneleri hareket ettirebiliyor. Yapabildiklerinden hayli korkmuş durumda esasen. Onyx'de ayrıca seriye yeni bir karakter dahil oluyor. Blake. Blake, ilk başta Katy'nin normal gözüyle baktığı sınıf arkadaşıyken, kitabın sonlarına doğru onun da bir sırrı olduğunu öğreniyoruz. Blake, Katy'e yakın davranıyor. Ve evet, Daemon bu çocuğa sinir oluyor. (Ahh, kıskanç Daemon! *elçırpmaca*) Kitap boyunca Daemon, Blake'e gerçek ismi dışında başka her isimle sesleniyor. Bob, Brad, Biff, Bo... Bu kısımlarda bol bol gülümsedim. Aslında Daemon'un olduğu her sahnede gülümsüyorum. (Dişil içgüdülerim, bir durun artık!) Romantik halleri dışında tabii. Oraya daha gelmemiş miydim? Hemen bahsedeyim. Obsidian'ın sonunda bakış açısını okuduktan sonra kesinlikle Katy'e karşı boş olmadığını hissettiğim Daemon, Onyx'te tam anlamıyla değişime uğruyor. Hepsi Katy için! Ona hediyeler alıyor, çiçek getiriyor, neredeyse her anını yanında geçiriyor, sürekli göz kulak oluyor. Elbette Katy bunların hepsinin bağdan kaynaklandığını düşünmekte ısrarcı. Yine de kim Daemon Black'in bu halleri karşısında kayıtsız kalabilir ki? Ben kalamadım. Eridim bittim kitap boyunca. İkili arasındaki ilişki yine böyle çalkantılı bir şekilde kenarda dursun, Katy'nin yepyeni bir korkusu var. DOD'un kendisini keşfedip, tıpkı Dawson ve Bethany'e yaptıkları gibi Daemon ve onu bir yere kapatmasından, hattâ öldürmesinden korkuyor. Haksız de değil hani. Onyx'te DOD'la ilgili şok edici bilgiler bizi bekliyor. Ve sıkı durun; Dawson ve Bethany olayı bu kitapta iyice sorgulanıyor ve yeni ipucuları karşımıza çıkıyor. Daemon'un erkek kardeşi hâlâ yaşıyor olabilir mi? Onyx hakkında sevdiğim pek çok şey var. Mesela, Katy'nin her kitap aşkını irdeleyişinde mutlu oluyorum. Genç yetişkin kitaplarındaki kadın karakterler arasında en sevdiklerimden biri bu yüzden Katy. Daemon da bu sahnelere dahil olunca koltukta su gibi akmam kaçınılmaz. “I could always give you a teaser. You bookish people love teasers, don't you?” Onyx'de yepyeni sırlar, şok edici gerçekler, heyecan dolu sahneler okuyanları bekliyor. Gizem, aksiyon, romantizm hepsi bu romanda mevcut. Ve en önemlisi bu kitapta DAEMON BLACK var! Jennifer, yine yapacağını yapmış ve elimden bırakamadığım bir kitap yazmış. O son sahneden bahsetmek dahi istemiyorum zaten. Orada bırakılır mı yahu? İnsaf. Son olarak kitabın finalinde yine Daemon'un bakış açısından bir bölümün yer aldığını belirteyim. (*surattakocamanbirgülümsemeyle*) Onyx, bu yılın favori kitapları arasında yer almayı hak ediyor. Goodreads puanına bakın, anlayacaksınız zaten: 4,58. Lux serisinin 3. kitabı Opal'in Aralık ayında çıkması bekleniyor. (Gel Aralık gel!) Son olarak "Holy alien babies everywhere!" diyor ve yorumu sonlandırıyorum.

Obsidian (Lux, #1)
Obsidian (Lux, #1)

9

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/kitap-yorumu-obsidian-jennifer-l.html Melez Sözleşmeleri serisinin yazarı Jennifer L. Armentrout yepyeni bir seriyle karşımıza geliyor. Lux serisi, son bilgilere göre 5 kitaptan oluşacak. İlk kitabı Obsidian, tarafımca iki günden daha az bir sürede bitirildi. Hemen söyleyeyim, kendini okutturan bir kitap. Öyle ki tüm gün boyunca okuma isteği içindeydim, dışarı çıkmasaydım büyük ihtimalle bitirene kadar okuyor olacaktım. Obsidian'da "alien" yani "uzaylı"larla tanışıyoruz. Ama bunlar bizim bildiğimiz yeşil, tuhaf gözlü, bol uzuvlu yaratıklardan değiller. Kitabın ana karakteri ve anlatıcısı Katy Swartz. Katy bir kitap blogu yazarı. Biraz asosyal ama fedakar bir kız. Örneğin, sırf annesi kanserden ölen babasının hatırasından uzaklaşsın diye yeni bir kasabaya taşınmayı kabul etmiş. Hem de çok sevdiği Florida'dan hiçliğin ortasındaki West Virgina'ya. Yeni taşındıkları küçük şehirde, Katy, annesinin de tavsiyesiyle, marketin ve çiçek alabileceği bir yerin yol tarifini sormak için kendi yaşlarında bir kız bir de erkek çocukları olan yan komşuya gidiyor. Orada ilk gördüğü kişi kardeşlerden erkek olanı oluyor. Daemon Black. Daemon, Katy'le ilk konuşmasında, onunla bol bol alay ediyor, sinir bozucu tavırlarla kızcağızı çileden çıkarıyor. Sonraki günlerde Katy, Daemon'un kız kardeşi ve ikizi Dee'yle de tanışıyor. Dee'yle giderek birbirlerine ısınıyorlar. Yalnız hem Dee, hem de Daemon'da tuhaf bir şeyler var. Bu tuhaflıkları fark etmek Katy'nin pek zamanını almıyor. Katy, yazın geri kalan günleri boyunca bu iki kardeşle hayli çok zaman geçiriyor. Fakat biriyle geçirdiği bu zamanlardan o kadar keyif aldığı söylenemez. Daemon, açıkça söylemek gerekirse tam bir pislik gibi davranıyor. Katy'i Dee'den uzaklaştırmaya çalışıyor, kızı terslemeden durmuyor. Ancak bazen de Katy'le yakınlaştıkları oluyor. Obsidian'daki Katy & Daemon diyalogları kitabın ilk yarısını götüren etkenlerdendi. Çünkü genel olarak bakıldığında kitabın klasik bir konusu var. İnsan kız ve doğaüstü çocuk. Çocuk kızı kendinden uzak tutmaya çalışıyor falan filan. Tabii Obsidian'ın farkı diğer kitapların aksine Daemon'un insanı sinir eden ama aynı zamanda benim gibi kötü çocuk meraklılarının içinin yağlarını eriten cinsten tavırlar takınması. Katy'nin, Daemon ve ailesinin ne olduğunu anlaması kitabın yarısına kadar mümkün olmadı. Bundan sonrası ise çok daha eğlenceliydi. Yukarıda da belirttiğim gibi Daemon, Dee ve diğerleri bizim dünyamızdan değiller. Onlar Lux gezegenindenler. Ve memleketlerinin onlara kazandırdıkları bazı güçlere sahipler. Luxenlar ışığın yaratıkları. Bir de düşmanları var bu uzaylılarımızın. Onlar da gölgenin yaratıkları. Kitabın kötü adamları elbette onlar oluyor. Obsidian, ilk bakışta tipik bir genç yetişkin romanı gibi görünse de bu kitapta bir şeyler var. Ah, durun ne olduğunu biliyorum: DAEMON! Adı bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Daemon. Kibirli, sinir bozucu, ağzına geleni söyleyen, kendini beğenmiş, bir yaptığı bir yaptığını tutmayan, yakışıklı, seksi, Katy'nin deyimiyle "jerk" Daemon. Bu çocukta şeytan tüyü var. Belki de ailen tüyü. Tamam, fazla abartmayacağım. Ama sanırım âşık oldum. Bir kitap karakterine. Yine. Hele bir de kitabın sonunda Daemon'un perspektifiyle anlatılan bir bölüm var ki... Pekâlâ, belirtmeden geçmeyeyim Katy'i de çok sevdim. Bir kere Melez Sözleşmeleri serisinin anlatıcısı Alex'in aksine beni çileden çıkarmıyor. Kız tam bir kitap müptelası. Aynı zamanda zeki ve cesur. Evet, Obsidian'a bayıldım! Lanet olsun, Daemon, pisliğin tekisin ama seni seviyorum! Ve ben de bir Daemon Black istiyorum.

Safkan (Melez Sözleşmeleri, #2)
Safkan (Melez Sözleşmeleri, #2)

7

http://kitaphayvaniningunlugu.blogspot.com/2012/09/kitap-yorumu-safkan-jennifer-l.html Yoruma geçmeden önce Alex'e yazdığım mektubu yayınlamak istiyorum. Sevgili Alex, Bir süredir yıkılmış "Young-adult kitaplarındaki salak kız" imajını neden yeniden kazandırmaya çalışıyorsun? İyisin, hoşsun, biraz fazla fevrisin ama yeri geldiğinde tatlısın. Fakat bazı zamanlar çekilmez oluyorsun. Misal, Aiden'e çok fazla kafanı takmış durumdasın. Ki yaşadığın hadiselere bakılırsa bu normal değil. Ölümden bin kere dönüyorsun, en yakınlarını kaybediyorsun ama yine de oğlan "höh" dese bayılacak durumdasın. Üstelik şu reddedilen kızların reddeden tarafa hâlâ tapıyor olmalarını aklım almıyor. Hadi hepsini geçtim, reddedilir reddedilmez diğer erkek seçeneğinin kucağına koşman ise hiç hoş değil. Çünkü biliyorsun ki, ben o aslında yüzüne bakmayacağın tarafı seviyorum. Sen ise yalnızca teselli bulmak için ona koşuyorsun. Beni çıldırtmak için yapıyorsun değil mi? Hem zavallı çocukla oynuyorsun hem de beni saçımı başımı yolacak kıvama getiriyorsun. Rose'dan beri senin gibi karakterlere fena sinir oluyorum. Bu kitapta sinirime tuz biber ektin. Teşekkürler. Ayrıca biraz gözlerini aç da etrafına bak, kızım. Tamam, Aiden'e çılgınlar gibi âşıksın, anladık. Ama birlikte olmanız yasak. Bunu da anladık. Tabii çocuk geliyor arada bir şeyler hissettiğini belli ediyor, sonraki gün kaçıyor gibi görünüyor. O konuda sen de haklısın. Bir şey diyemem. Yine de adamın seni sevdiğini kitabı okuyan binlerce kişi şıp diye anlamışken, senin hâlâ "Yok, beni sevmiyor. Benden nefret ediyor. Hep benden kaçıyor." demen saçma değil mi? Her şeyi geçtim Seth'in sana olan tavırlarındaki değişimi de fark etmiyorsun? Çok değil, bir kitap sonra o çocuk da sana tutulacak. Hattâ belki çoktan tutuldu. Sonra biz seyreyleyeceğiz curcunayı. Olan yine Seth'e olacak tabii. Ben hissediyorum. Çünkü onun tarafını seçtim ben. İkinci VA vak'asını yaşayacağız burada. Her neyse. Alex, en yakın zamanda aklının başına gelmesini diliyorum. Yoksa başına çok korkunç şeyler gelebilir. Fazla oynama Seth'le. Geceleri de arkanı iyi kolla. Arkandan sinsi gölgeler yaklaşabilir. Görüşmek üzere, Darkshadow Mektubumu yazıp, isyanımı ettiğime göre genel yoruma geçebilirim. Görüldüğü gibi bu kitapta Alex'e bol bol sinir oldum. Çok tutarsız kız. Ne yapacağı hiç belli olmuyor. Safkan'da Alex'in hem Aiden hem de Seth'le eğitime devam ettiğini görüyoruz. Aynı zamanda Akit'te furiler türüyor. Bu da büyük bir tehlikenin yaklaştığı sinyallerini veriyor. Alex, tam Aiden'e olan aşkını fark etmişken yeni bir reddetmeyle karşı karşıya geliyor. Aiden, bir ileri bir geri yapıp kızın kafasını karman çorman ediyor. Bu sırada benim de tepem atıyor. Alex'in annesi ile ilgili olay hakkında ifade vermesi için mahkemeye gitmesi gerek. Böylece Alex, Aiden, Leon, Seth, Lucien ve Marcus Konsey'e doğru yola çıkıyorlar. Asıl olaylar orada patlak veriyor. İlk olarak Safkan politikalarının daha çok içine giriyoruz. Konsey üyelerini ve Melez'lere olan tavırlarını tanıyoruz. Melez kölelerle daha sık karşılaşıyoruz. Bu arada Alex de Seth'le bol bol vakit geçiriyor ve bu arada bir yakınlaşma söz konusu oluyor. Tabii Alex'in aklı hâlâ Aiden'da. Konsey tarafından pek sevilmeyen Alex'e komplolar düzenleniyor. Elbette bunda Apollyon olacak olmasının da büyük bir etkisi var. Yani birileri hem Alex'i hem de Seth'i tehdit olarak görüyor. Safkan'da şaşırtıcı bir sürü olay gerçekleşti. İlk kitaptaki Vampir Akademisi havası azalmıştı. Artık farklı bir seri olduğunu daha çok hissedebiliyorum. Ayrıca Seth'i daha yakından tanıma fırsatı bulduk ki bu benim için harika bir şey. Kendisine daha çok bağlandım; sonum hayır olsun. Kısaca güzel, eğlenceli bir kitaptı. 4 puan'ı hak ediyordu. Üçüncü kitap Deity'i merakla bekliyorum