Tatlı bela ve Tatlı Sır okumayanlar dikkat! Bu serinin son kitabıdır. Önce Tatlı Bela ile Travis'i sevdim. Sonra Tatlı Sır okurken yok canım Trenton, Travis kadar iyi olamaz derken bir baktım ki onu da ayrı sevmişim. Sıra geldi gizemli ağabey Thomas'a. Tatlı Sır okuyanlar için söylüyorum Thomas'a da çok gıcık olmuştum. Hatta Tatlı Yalan okumadan önce çıkacağını öğrendiğimde acaba bu kitap diğerleri kadar iyi olur mu diye de tereddüde düşmüştüm. Ama Jamieciim beni hayal kırıklığına uğratmadı ve Thomas ı da sevdim. Ah ah Maddox kardeşler kimseye benzemez.. Maddoxların aşık olması, sevmesi, sahiplenmesi bile bir başka güzel. Sadece aşık olması değil kardeşlerin birbirine olan bağlılığı da öyle. Bir Maddox erkeği severse, bu sonsuza kadardır. Ama ya ilk aşkı siz değilseniz? Liis, işinden başka bir şey düşünmeyen, dik başlı bir FBI ajanıdır. Yeni atandığı ilk iş günündeki toplantısında karşısında gördüğü amir, bir önceki gece barda tanıştığı ve bir daha görmeyeceğini ümit ettiği adamdan başkası değildir. Özel Ajan Thomas Maddox! Thomas, herkesin karşısında tir tir titrediği, işinin ehli bir FBI ajanıdır. Meslek hayatı boyunca itina ve özenle işini yürütürken şimdi karşısına kayıtsız kalamayacağı bir olay çıkmıştır. Erkek kardeşi Travis'in karıştığı bir olaydan kardeşini en az hasarla kurtarmak için elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Bunun için de kardeşini FBI a hizmet etmeye ikna etmek zorundadır. Tek çare Travis ve Abby'nin nikah tazelemek için yaptıkları düğün törenine katılıp onu ikna etmektir. Fakat bu görevin çok gizli olması gerektiği için Liss ile bir çift olarak gözükmelidirler. Aslında yazı daha uzun spoiler kısmı falan da var ama buraya sığmadı. O zaman sizi biraz da bloguma davet edeyim :) http://eskaymak.blogspot.com.tr/2015/11/tatl-yalan-jamie-mcguire-kitap-yorumu.html
İki farklı zamanda ama aynı mekanda geçen dostluğu, sevgiyi, aileyi ve tutkuyu anlatan, son ana kadar insanı meraka sürükleyen güzel bir kitaptı Gölgedeki Yıl. 1980 yılında, üniversiteden yeni mezun olmuş, hayata atılmaktan korkan beş arkadaş ile başlıyor kitap. Bu beş arkadaş birlikte geçirecekleri son bir kaç günü geçirmek için ne yapacaklarını düşünürken içlerinden birisinin fikri ile orman içine gizlenmiscesine saklı duran cennetvari bir göl kenarına giderler. Gittikleri yerde terkedilmiş bir ev bulurlar. İşte bu beş arkadaşın hikâyesi orada değişir. Şimdiki zamanda bebeklerini yeni kaybetmiş acılı bir çift. Lila ve Tom. Lila çocuğunu kaybettikten sonra herşeyden elini çekmiş, depresyonda olan genç bir kadındır. Bu olay yüzünden kocası ile de araları eskisi gibi değildir. İsimsiz biri tarafından Lila'ya bir anahtar ve harita yollanır. Lila, haritada gösterilen yere gittiğinde vadi ortasında saklı bir göl ve terkedilmiş bir ev bulur. Yaşadığı depresyon ve kayıp ile herşeyden uzaklaşmak isteyen Lila kendini bu eve adar. Zaman geçtikçe eskinin anıları ile yüzleşir ve sırlar günyüzüne çıkar. Başta kitaba odaklanamadim çünkü hastaydım. Ama sonra beni öyle bir sardı ki her fırsatta elime aldım birakamadim. Artık çok kitap okumaktanmidir bilmiyorum ama okurken sürekli tahmin yürütürüm ve genelde de tahminlerim çıkar. Bu kitapta da tahmin ettiklerimin bir kısmı çıktı ama bazı yerler beni ciddi anlamda şaşırttı. Hele sonu... Eğer ki sonunu okurken tek başıma olsaydım kesinlikle ağlardım. Tutkudan nefret ediyorum. Tutku derken birisine delicesine aşık olmak değil. Aşık olmanın yanında gözünün de kör olmasından. Okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ben sevdim kitabı bence okuyun :D
Kitap 3 zamanda geçiyor. Biraz alışılmışın dışında olarak bu sefer ki geçmiş zaman 1990 li ve 2000 li yıllar. Kailey çok iyi bir işi olan aynı zamanda da iyi bir nişanlısı olan hayatından memnun bir kadındır. Düğününe az bir vakit kala yıllar öncesinde kalan eski sevgilisi ile karşılaşır. Fakat eski sevgilisi bambaşka bir insan olarak karşısındadır. Ayrıntı vermemek için üstünkörü bahsettim. Böyle de çok klişe bir konu gibi geldi. Tamam belki çok farklı bir konusu olmayabilir ama ayrıntılarda gizli herşey :D Kitabı çok sevdim ben. Sonunda da beni şok etti. Ne bileyim böyle beklemiyordum :") Bence Sarah Jio sevenler mutlaka okumali.
Sancaktarlar serisi, kitap zevkine güvendiğim bir kaç kişi tarafından çokça övülünce okumak istedim. Ama ben son kitabı daha çok merak ediyordum. Belki de kitap kapağı da etkili olmuş olabilir :/ Ama seri olduğu için tabii ilk kitap olan Aylardan Aşk'tan başladım. Sancaktar ailesinin küçük kızı Tanem, geçirdiği bir trafik kazasından sonra 2 yıl boyunca komada kalır. Ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü tedavi edilemez. Fakat doktor Yağız onu uyandırmayı başarır. Uyandığında hafızasını kaybetmiştir. Üstüne üstlük bir de Tanemi zehirlemek ve zarar vermek isteyen bir sapık vardır. Bu sırada da Tanem doktoruna da aşık olur. Hımm güzeldi kitap. Ama biraz uzundu sanki. Demek sosyete böyle yaşıyormuş :D Yanı ne bileyim garipsedim biraz. Hep alışmışız ya otoriter abilere; başta biraz sevgili olacak kişi zorlanır, gözü korkutulur, sonra zaten ne diyecek, olmuş gitmiş ama bunda öyle değildi. Çiftler bir anda fazla samimi olunca o höt höt abiler neredeler dedim :D E çünkü öyle bahsedildi. Valla ne diyim Yağız çok soğuk nevale geldi bana zaten saçları da uzundu. :D Okurken gozumun önüne hep Can Yaman geldi zira daha uzun saclisini tahayyül edemedim :D Ahmet çok övüldü ki onun karakterini daha çok sevdim acaba direk onun olduğu kitabı mi okusam ki :D Söylemeden de geçemeyecegim. Bu kitap 3. Baskı. Nasıl olur da hâlâ bu kadar yazım yanlışı olur? Benim çok gözüme batıyor kitaplardaki hatalar. Spoiler kitabı okumayanlar okumasin bu kısmı. Oofff Yağız deli mi yahu? En baştan kıza tedavisi hakkında doğru soyleseydi kız zaten anlardi. Ne yanı hiç bi çare yokken ölümü beklemektense tabii ki böyle bir tedavi tercih edilir. Ayy gizlediği kısımlarda beni sinir bastı. Tanemin tepkisi de gayet haklıydı.
Allahım nihayet bu kitabı bitirebildim çok mesudum :") Konusu çok ilginç öyle ki bi yerden sonra tahammül edemedim ama sonunda ne olacağını merak ettiğim için zorla da olsa bitirdim. Yeni kitaplar daha hoş daha akıcı geliyor ama şöyle de bir şey var ki kelime haznemizi pek gelistirmiyorlar. Bu sebepten ötürü ben de ara ara eskilerden okumaya bakıyorum. İstanbulun işgal dönemi. Her yerde İngiliz ve Fransız subayları kol geziyor. Sosyete neredeyse Türk olduğunu unutmuş Türklüğünden utanır hale gelmiş. Öyle ki toplantı ve balolarinda Türkçe yerine çoğunlukla İngilizce ve Fransızca konuşuyor, Türkçe konuşanlara da alayla bakıyorlar. İşte böyle bir zamanda bu insanların yaşam tarzını nasıl bir hayat sürdüklerini anlatmış yazar. O sosyete denilen topluluk İngiliz işgaline resmen seviniyorlar. Hatta evlerine el konulanlara 'Aman canım harp zamanındayız elbette evlerimize el koyacaklar. Bunda büyütülecek ne var' deme piskinligine bile sahipler. O dönem gerçekten de yaşanmış mı? Muhtemelen yaşanmıştır ki yazılmıştır. Fakat ilişkiler o kadar menfaat dolu o kadar iğrenç ki tahayyül edemiyorum. Allah bu memlekete bir daha işgal göstermesin. Rabbim bizi ve bayrağımızı korusun. Amin.