Koleksiyoncu'yla tanıyıp çok sevdiğim John Fowles' ın okuduğum ikinci kitabı Fransız Teğmenin Kadını. Benim için zorlu bir okuma süreciydi. Geçen sene Nihal Yeğinobalı'nın Askerin Kadını adlı çevirisini okumaya başlamış ama yarım bırakmak durumunda kalmıştım. Bu sene, Ayrıntı'dan çıkan Aslı Biçen çevirisiyle okudum kitabı. Araya başka kitapların girmesi ve benim tembelliğim nedeniyle 1 ay gibi uzun bir sürede bitirebildim. FTK tezatların kitabı diyebilirim. Kitaba adını veren bir teğmen var ama sadece Sarah'a bu etiketi yapıştırmaları için. Yazar kitap boyunca bize asıl göstermek istediğini gizliden gizliye gösterdi. Başkarakter gibi görünen Charles, Sarah'nın karşısında figüran gibiydi, Sarah ise Charles'a ne kadar yakınsa bize de o kadar yakındı. Kitap boyunca Viktorya döneminin çarpıklığı, düzeni gözümüze sokuldu yazar tarafından. Zaman zaman olaya dahil oluşu çok hoşuma gitti. Yazar bize 3 farklı son sundu. Yapboz parçalarını verip kaçtı adeta. Büyük resimde ne olacağını siz bilirsiniz der gibiydi. Çok farklı bir okuma süreciydi.
Sadık Hidayet'in yoğun anlamlar barındıran karmaşık kitabı. Hayal, gerçek iç içe geçmiş durumda. Kasvetli havası kesinlikle okuru etkiliyor. Katil-kurban ilişkisi yazarın bakış açısının yansıması. Yazarın yaşamı kitaptaki birçok şeyi açıklıyor. Okunmak, anlamlandırmak ve sindirmek zordu.
Sevmek, sevilmek, birine güvenmek üzerine yazılmış bir roman. İlk bölüm Philippe'in iç dünyasına bakarken ikinci bölümde Isabelle'in iç dünyasına bakıyoruz okur olarak. Yer yer çok beğendiğim kısımları oldu. Yalnız kısa sürede bitebilecek bir kitaptı ama benim elimde fazla süründü. Bu yüzden bazen soğudum ve elime almakta zorlandım. Tahsin Yücel'in çevirisine alışık olmadığım için ilk sayfalar daha zordu ama sonrasında alıştım. "insan gerçekten seviyorsa sevdiği varlıkların yaptıklarına fazla önem vermemeli. onlara gereksinimimiz vardır. yalnız onlar bizi vazgeçemeyeceğimiz bir "iklimde" yaşatabilirler..."
Bazı kitaplar zamansızdır, anlattığı hikaye geçerliliğini hiç kaybetmez. Kitabı okurken yaşadığımız dönemle, çevreyle ilgili bu derece vurucu benzerliklere rastlamak beni şaşırttı doğrusu. G.Orwell bu eseri Stalin dönemini hicvetmek için yazmış, kitaptaki her karakterin gerçek bir kişiyi teslim ettiği söyleniyor. Kitap üslup açısından çok akıcıydı, benim bitirmem 5 günümü aldı bazen 2 sayfa okuyup bıraktım. Ama bir oturuşta rahatlıkla bitirilebilecek kadar hızlı ilerliyor. Karakterlerin gerçekliği muazzamdı. Boxer, Squealer ve daha nicesi aramızda görmeye alışık olduğumuz türden kişileri temsil ediyor. Ayrıca toplum hafızanın nasıl değiştirilebileceğinin muhteşem bir örneğiydi Hayvan Çiftliği. Hem içerik hem de anlatığım tarzı nedeniyle ben kitabı çok ama çok beğendim, güzel bir okuma süreci oldu.
Martı Jonathan Livingston'ı okurken birden fazla düşünce belirdi zihnimde. Eğer lise zamanlarımda okusaydım çok sevebilirdim. Anlatım olarak basit buldum ama bu kitabın etkileyici olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kitabı okurken ilk kısımlarda aklıma sık sık Küçük Kara Balık geldi. Sonraki kısımlar ise Türkiye'nin genel kafa yapısının küçük bir özeti gibiydi. İnsanların kavramların içini nasıl boşalttığını, körü körüne yanlışlara sıkıca tutunduklarının portresi çizilmişti. Martı benim genel anlamda beğendiğim bir kitap oldu.
Ne söylesem, nereden başlasam? Momo, çocuk kitabı deyip geçiştirilemeyecek bir kitap. Yetişkin dünyasının ne kadar acımasız olduğunu gösteriyor. Momo, Beppo,Gigi, Hora Usta... Herbirinin farklı özelliklerine hayran oldum. Sık sık kendimi sorguladım. Ben bu yaşta Momo gibi dinleyemiyorum kimseyi. Zaman dediğimiz anlaşılmaz kavram iliklerimize kadar işledi artık. Gün içinde kaç kez "Zamanım yok." dediğimi düşünüyorum da durum vahim... Durup dinlenmek için enfes bir kitap Momo. Çocuk kitabı bu diye burun kıvıran çok şey kaybeder.