Polisiye romanlara bayılan biri olarak, bu tarz kitaplar benim için çok şey ifade ediyor...Nedendir bilmiyorum ama,romanın bu boyutu, benim öteden beri hep ilgimi çekmiştir..insanoğlunun bilinmeyene duyduğu özlem ve gizemin kol gezdiği olay mahallileri..ve bu tarz romanların olmazsa olmaz klişe söylemleri,"olay hâlâ sır perdesini koruyor,dün işlenen cinayetin zanlısı etrafta cirit atarken, siz ha bire çuvallıyorusunuz be adamım!,Maktul nedeni belirlenemeyen sebeplerden ötürü ormanlık arazide ölü bulundu" Hadi yaa! Bak sen şu işe!, Haydaa!,Utanmasa ,hadi buyrun cenaze namazına, falan diyecekler...ulan gene hangi piskopat öldürdü bu kızcağazı falan.da filan da.... bu böyle uzar gider.. Bu tipik zanlı-maktul ilişkisi arasınında:bir cinayet mizanseni diye bir olgu vardır,neredeyse bütün polisiye romanlarda,lakin bunların ardında,o gözü dönmüş manyak herif,neden ve niçin bu kadını öldürmüştür.? "ulan madem tecavüz etmicektin neden çırılçıplak bırakıyorsun kızı ormanda?, Hayal edebiliyor musunuz? Piskopatın fantezisine bakar mısınız ? Bu envai çeşit manyak adamları, yakalamak istiyorsan şayet; önce mesleğini aşk u şevkle icra edeceksin, sanırım beni en çok bu egzotik ve karmakarışık şeylerin döndüğü aksiyon etkiliyor..Birde bu tarz romanların olmazsa olmazlarından..."okuyucuyu ters köşeye yatırma" klişesi vardır , işte bu kitabın ana fikri bu; bal gibi ters köşeye yatıyorsunuz ve sonunda şöyle diyorsunuz :" vay bee harbiden ne kitapdı! " ilgililere duyrulur.
Hani güzel bir tabir vardır," dehşetül vahşet", gibisinde bir durum vardı....doğruyu söylemek gerekirse,adeta ,iliklerinize kadar gizem duygusu hissettiğiniz bir kitap olmuş...ve yazar konuyu o kadar iyi kurgulamışlar ki,günümüz dünyasına bıçak gibi keskin bakış açısıyla yakalamışlar...bir yanda işlenen çocuk cinayetleri , bir yanda mısıra uzanan esrarengiz olaylar ,tüm bu döngüde ,cidden akıllara zarar bir senaryo...yazar kendi kurgu dünyasında ,kelimenin tam anlamıyla bir fantezi yaratmış. , zekice kurgulanmış ve çok iyi düşünülmüş bir kitap, bana kalırsa... gerilim severler bu kitabı asla kaçırmasın.
Her insana ayrı hitap eden benliğini tüm kişiliğini bire bir örtüştürdüğün üzerine titrediğin ve hiçbir şeye asla değişmeyeceğin 'kendi' filmin olmalı...işte benimkisi 'guguk kuşu'.hayatta bir tek şeyde saplandım,beni benden alan bir tek şeye bağlandım,insanin kendini bulduğu bir insana rastlamasi..onun gibi olmak, onunla aynı havayı teneffüs etmek..onun gibi konuşmak ..hayatın değişir bir anda karanlık bir odanın içinde yaşadığını sanarsın bunca yıl..onu ararsın her daim, o hep yerindedir ya,sen yoksundur ortalıkta aslinda, oda yoktur bir noktada, hayalenin vardır yanı başinda ve yıllardır aradığın şey 'guguk kuşu'filmdeki Jack Nicholson,olduğunu hatırlarsın...beynin kimliğini örtbas eden..simyaci gibi her dokunduğunda bir iz bırakan..bakişlar altına gizlenmiş ruhlar yığını andıran renk cümbüşü olmuş "kişilik"..vurdumduymaz ve yarı çatlak bir insan..alaycı ve felsefik bir karakter..bir deliyi bile ikna eden unutulmaz sahneler...konuşmayan bir adama can veren dostluklar..basketbolun hiç var olmayan hâli....bir bakmişsiniz dünyanin en akıllı insani birde bakmişsiniz ki dünyada eşi ve benzeri olmayan ahmaklıklar..bir delinin unutulmaz öyküsü... Guguk Kuşu asla unutulmaz bir seyirlik, bu filmdeki en çok sevdiğim sahne jakc nicholsun nun,"o lanet olası fiskiye taşıni" kaldıramıcağını bildiği halde defalarca kaldırmak için uğraşması; bu duygu paha biçilemez gerçekten.
Bir katilin akıllara durgunluk veren trajedisi.Ona bahşedilen mucizevi yetenekten sadece kendisi haberdardır. Kainatın en iyi burnu grenouille’dedir.Olaylar ilerledikçe kitaba adeta kapaklanıyorsunuz. Çepeçevre sarılan bir sürükleyicilik ile abluka altındasınızdir.Dünya üzerindeki tüm nesnelerin kokusu ayırt eden kahramanimiz, bir gün ansızın kendi kokusun olmadığını keşfeder.Bir anda dünyasi başina yıkılır ve kendi kokusunu bulmayİ amaçlar.Büyük bir hırs ve hevesle tüm güzel bayanları öldürmekten çekinmez.Belkide kokusunun olmamasi işlediği cinayetlerin onu ele vermesine izin vermiyordur,ve tüm şehirde katil konumunda olur,bir türlü yakalanamaz.ve tamda bu safhada tüm güzel bayanların artık esansını yaratmiş, ufacik şişelerde saklamaya başlar . Son hedefi kalir, hep hayali için yaşadı kendi kokusu için mücadele etti..güzeler güzeli son kadını ele geçirmek üzereyken yüz yüze gelirler.kitabın sonlarına doğru olan bu sahnede o an içimden şunları geçirdim," işte bu vahşi adam ,cinayet işlemekten çekinmeyen adam bu güzellik karşisinda dize gelecek ve o kıza aşık olacak onu öldürmemesi için feryad figan ettim;ama bu acımasız insanin ne güzellik, ne aşk, ne makam,ne de peygamberlik umrundadir..) Tüm olanlardan sonra artık yakalanmiş idam edilecektir, bu tüm seyirci ve papa onun ölümünü izlemek için ordadırlar.işte Tanrının ve cennetin büyüleyici iksiri tüm insanlara tesir eder ,herkes kendisinden geçer mu inanilmaz koku karşisinda tüm insanlar bir anda sevişir.Bu akıllara durgunluk veren hadiseyi izlediğimde dumura uğradım, Sinema uyarlaması kitapta geçen olayların birebir tezahürüdür, benim dünyama çoktan işlemiş olan bu kitabı, hafızama çoktan nakşettim.
Kitabın çok dramatik bir yönü vardı..baştan sona bir saniye sıkılmadan heyecanla ve hüzünle işliyor içinize hikaye ...zaman zaman benliğime hükmeden duygu karmaşasını yaşıyordum ha bire!...hayatın masum kaderini yaşamak zorunda olan insanlar!..öyle ya da böyle Tanrının onlara bahşettiği akıl almaz sonla...nedenini sorarsın kendi kendine,nedensizliğin deryasında ufacık bir katre olduğundan habersizdir onlar!,..hayatın katmanlarında un ufak olacağın o ana dek ,nefret ettiğin hayatı yaşarsın bütün çıplaklığıyla...ağlamak istersin hem de hüngür hüngür,sanki bir ölümle yüzleşmek gibi, her saniye ,aslında bir kat daha acın olur...aynalar çaresizdir o anlarda; çünkü salt bir yüzün vardır karşında!... belki de öyle olması gerekmezdi!..belki de öyle olmasını zannettiğimiz şeyler,aslında hiç var olmamıştı!,belki de başından biri dupduru bir hiçin tezahürüdür tüm olanlar ve bitenler!.. kitabını okurken bu kadar dehşete düşmemiştim hiç...sinema uyarlanması gerçekten çok iyi olmuş...hüzünlendiğim kendimi kaybettiği bir çok sahne vardı...filmin sonlarına doğru sami yusuf'un bir parçası çalıyordu....işte o an da müthiş bir şok yaşadım nedense. Kitabını okuduktan sonra, filmini seyretmek insanın hayal dünyasını çok geliştiriyor. Tavsiye olunur.
Bu kitap sanki kendi içimdeki aşkı kaybettirdi bana... Hafızamdan asla silinmeyecek kurgu...doğası gereği gizem duygusunu o kadar rahat ve doğal bir şekilde yaratmış ki yazar,beni gerçekten haddinden fazla etkiledi,olayları kalıplara sokmaya çalıştıkça ,sanki her şey daha bir sıradanlaşıyor..ne biliyim, illa ki, tüm bunların bir anlamı mı olması gerekiyor benliğimizde?. sanırım,aşkın tarifi imkansız bir hissiyattan var olduğuna inanıyorum..aşkın önüne koyulan,koyulmaya çalışılan bütün sıfatlardan da alabildiğine nefret ediyorum nedense ...bu hikayenin garip bir esintisi var ,...öyle anlar ve öyle dakikalar vardı ki , sanki bir an,hüzne boğuluyor insan...tüm bu karmaşanın ortasında da bir o kadar çokta etkileniyorsunuz olan bitenlerden..hayata öylesine bakan,umursuz ve adeta dehşete düşüren bir kadın tasvir ediliyordu...ve onun için derbeder bir yaşamı göze almış bir adam,ve onlar o atmosfer içinde ,deli-dolu korkusuz ve asla ne yaptığını bilmeyen bir özgür çift gibi davranabiliyorlardı....işte aşk gerçekten böyle bir şey belki de..onu bulduğun an,sıkı sıkıya sarıl ve asla bırakma..belki onu son görüşün olur, kim bilir!...
Klasik romanların olduğu bir tür "tahammül fersah" durumları olduğu aşikardır.Çok gereksiz sahnelerle ve haddinden fazla uzun cümlelerle doludur.Bu da insanı sanki bir felakete sürükleniyormuş hissi verir.Hatta zaman zaman bu "kaçınılmaz felaket";size kitabın içinde yıllardır yaşadığınızı falan hissettirebilir;ama her şeye rağmen ben bu "kaçınılmaz felaketi" mesudum.Çünkü klasiklerin tüm zamanlara hitap edebilen bir ruhları vardır."teneke trampet" de onlardan biridir.Hikaye bir patates tarlasında başlar yine bir patates tarlasında son bulur.küçük oskar üç yaşına geldiğinde elindeki teneke trampetle artık büyümeceğini tüm dünyaya haykırır.çünkü bizim "temiz" dünyamız; onun için fazlasıyla "kirlidir".ve gerçekten de artık büyüyemez ve bir cüce olarak yaşamına devam eder.tabi bizim "temiz" dünyamız her zamanki şiddetiyle dönmeye devam eder.hikaye bir yandan küçük oskarın "teneke trampetiyle" dünyada olan bitenleri -tiye- almakla devam ederken bir yandan da 2. dünya savaşın gercekci tarafını bizlere gösterir.