Her bir satırı bilgelik dolu, isminin doğrudan ima ettiği üzere, küreselleşme ve ulus devletle ilgili oldukça kapsamlı bir kitap. 1994 yılında yayımlanmış, 2000, 2005 ve 2009 yıllarında genişletilerek yeni baskıları yapılmış kitabın 5. baskısını olabildiğince yavaş ve notlar tutarak okudum. Küreselleşmenin öncesinin ve (hemen) sonrasının anlatıldığı bölümler, sadece küreselleşmenin ileri aşamalarını yaşamış okuyucuya "tarih-öncesini" anlatıyor gibi gelebilir. Ancak bu bölümler, küreselleşmenin kendiliğinden ve rastgele gelişen süreçlerin ürünü olmak bir yana, Merkez'de sermayenin düşen kar hadleri nedeniyle, yaşamsal ihtiyacından kaynaklandığını, arka planını ve tarihsel geçmişini irdeleyerek açıkça gösteriyor. Küreselleşme içinde en önemli aşamalardan biri, 2007-08 finansal/ekonomik kriziydi. Kitap, bu krizden çok önce yazıldığı için ve ana metne sadık kalmak üzere, sadece gözden geçirilerek genişletildiği için, 2007-08 krizi ayrıntılarıyla incelenmemiş. Kriz sonrası gelişen protestolar, siyasal hareketler, Avrupa ekonomik krizi, Brexit, "Arap Baharı" gibi önemli gelişmeler de kitapta yer almıyor. Ancak bütün bu gelişmelerin daha önceki sinyalleri kitabın her bir paragrafından kolayca okunabiliyor (ve elbette nedenleri, bu gelişmeler yaşandıktan sonra, çok daha iyi anlaşılıyor.) Kitabın son bölümü 2010-2025 dönemine yönelik bir değerlendirmeye ayrılmış. Şimdi bu dönemin içindeyiz ve ortalarına yaklaşıyoruz. 2008-09 yıllarına ait "doların ölümü" klişelerini bir tarafa bırakırsak (o dönemde pek çok ekonomist bu yanılsamaya kapılmıştı) oldukça isabetli ve tutarlı değerlendirmeler yapmış Kazgan Hoca. Kitabı bitirdiğimde, konuyla ilgili, Türkçe dilinde şimdiye kadar yazılmış en iyi kitaplardan birini okuduğuma karar verdim. Konuyla ilgilenenlere şiddetle tavsiye ederim. Bir küçük eleştiri: Kitapta sık sık atıfta bulunulan tablo ve grafikleri kitabın içinde bulabilmek başlı başına bir sorun. Bazen atıfta bulunulan tablo ya da grafik 45-50 sayfa ileride. Bunun nedeni kolayca anlaşılabiliyor: Muhtemelen kitabın ilk baskılarında tablolar ve grafikler "doğru" yerdeydiler; daha sonraki gözden geçirme ve değerlendirmelerde yeni paragraflar eklendikçe ileriye doğru "itelendiler". (Böylece hangi bölümlerin daha sonra yazıldığını da anlamak kolaylaşıyor.) Türkiye'de dizgi başlıbaşına bir sorun ve senelerdir çözülemiyor. Bu konuda yayınevlerinin çok ciddi özen göstermesi gerekiyor.
Machiavelli'nin İmparator'unda yazılanlar, aradan geçen yüzyıllar boyunca geçerliliğini hiç yitirmedi. Machiavelli Hükümdarın niteliklerinden ruhban sınıfına, paralı askerlerden yönetim biçimlerine kadar çok geniş bir perspektiften yönetim sorunlarını ele alıyor. Tarihten ve yaşadığı çağdan örnekler veriyor. Kitabın yazıldığı dönemin olayları hakkında fikri olmayan okur, kitabın bazı bölümlerinden sıkılabilir. T. İş Bankası Kültür Yayınları baskısında bol dipnotla, kitapta adı geçen kişi ve olaylar hakkında epeyce bilgi verilmiş. Ancak bu dipnotlar bile, 16. yüzyıl başı İtalyası (ve Avrupa güç dengeleri) konusunda fikri olmayan okur için yeterli olmayacaktır. Aradan geçen 500 yıl içinde dünya epeyce değişmiş olsa da, insanlar, yöneticiler ve yönetilenler çok fazla değişmedi. Her zaman güncelliğini koruyacak çok önemli bir eser.
En sonunda okudum bitti, ama bu arada ben de bittim. İtiraf etmeliyim ki arada pek çok sayfayı atladım (atlamak zorunda kaldım). Konunun etrafında dönen ve bir türlü konuya giremeyen, tekrarlarla dolu bir kitap. Charles Taylor'ın dili de kitabı çok zor okunur hale getiriyor. (Çevirisi mükemmel - Dost Körpe) Sekülerlik, daha çok bir zihinsel evrim süreci olarak ele alınıyor. Avrupa'da ve Amerika'da seküler çağa geçilirken yaşananlardan neredeyse hiç bahsedilmiyor. Dünyanın geri kalanı ise yazarın ilgi alanına girmiyor bile. Yazara göre aydınlanma devrimi yok, sadece Hıristiyanlık içinde reformasyondan başlayarak teizme ve deizme, daha sonra da ateizme doğru evrimsel bir geçiş var. (Dolayısıyla sürecin geriye doğru işleme ve yeni bir dine dönüş dalgası oldukça muhtemel.) 1000 sayfalık kitabın özeti bu. Ya da ben kitabı okurken o kadar yoruldum ve sıkıldım ki, ancak bu kadarını anlayabildim.
Bir kitaptan ziyade çalışma taslağı. Çok önemli konu başlıkları kısa özetler halinde ifade edilmiş.
Eğlenceli, zeka dolu, hoş öyküler. Bir sınava hazırlanırken ara verdiğinizde, işyerinde öğle yemeğini yedikten sonra kahvenizi yudumlarken, metroda 15-20 dakika sonra inmeye hazırlanıyorsanız kitabı açıp öykülerden herhangi birini keyifle okuyabilirsiniz. Kolay okunan öyküler olduğunu söylerken, "hafif" öykülerden bahsettiğim sanılmasın; çünkü kitaptaki 12 öyküden hiç biri hafif değil; tam tersine... Okuyucuyu derin derin düşündüren "ağır öykü" her biri. Tek tek değerlendirmek gerekirse: ********* SPOILER******** [Zaman Fikri, çok zekice tasarlanmış bir öykü. Zaman makinesi yerine zaman fikrini çok sevdim. Yüzelli, "bir simülasyon evreninde mi yaşıyoruz" sorusunu soruyor. Öykünün kurgusu biraz daha geliştirilebilirdi diye düşünüyorum. Minibüs Klonu'nu sevmedim. Böyle post modern öykülere karşı alerjim var. Galaktik Tiyatro, kitaptaki en iyi öykülerden biri. Gerilim dozu çok iyi ayarlanmış, okuyucuyu merak içinde bırakan çok hoş bir öykü. Kitaba ismini veren Tek Kişilik Firar'ı iki kere okudum. Öyküde bir incelik var, ama ben yakalayamadım. Fırıldak ilginç fikirler içeriyor. (Nedense aklıma Edgar Alan Poe öyküleri geldi.) Çelınçbuk, kitapta en çok sevdiğim ikinci öykü. Fikir de, anlatım da çok iyi. Tanrı Misafiri, bilim kurgu sosu karıştırılmış bir Playboy dergisi öyküsü gibi geldi bana. Miras iyi ve kaliteli bir öykü. Hayat Boktan'ın sokak dilini yadırgadım. Dört kitapta en çok sevdiğim üçüncü öykü. Son Mektup seçkiyi sonlandıran güzel bir son öykü olmuş. (hide spoiler)] Özetle, kitabın çok fazla artısı var. Benim bakış açımdan eksilere gelince: 1) Yazar zaman zaman (Türkçesi varken) bozulmuş yabancı sözcükler kullanıyor. Örneğin aktive etmek, deaktive etmek gibi... Bu bir tercihse saygı duymak gerekiyor. Benim zihnim nedense bu sözcükleri çok hızlı bir şekilde Türkçeleştiriyor, Türkçeleştirirken de yoruluyor. 2) Önsöz yazarın bilime ve bilim kurgu türüne hakimiyetini ve derinlikli bakışını göstermekle beraber, beni (birazdan okumaya başlayacağım) öykülere şartlandırdı. Önsözü okuyup bitirdiğimde keşke SonSöz olarak yazılmış olsaydı dedim. 3) Bilim Kurgu'nun "yaramaz ve muzip" yazarlarına uzak bir okuyucuyum. Bilmiyorum; belki de bilim ve edebiyatı fazla ciddiye alınması gereken ve biraz da mesafeli ve soğuk duran bir şeyler olarak görüyorum. Mizah bile ciddi bir alan bence. Yazarın Andy Weir'ın Marslı romanından etkilendiğini zannetmiyorum. Ancak BK içinde gitgide daha fazla öne çıkan bu muzip (ve bol sokak dili içeren) anlatım bana çok sempatik gelmiyor. Tevfik Uyar dozu çok iyi ayarlamış ve (diyelim ki Andy Weir'ın Marslı'sındaki gibi) ölçüyü kaçırmamış. Gene de benim gibi "soğuk ve mesafeli" BK düşkünü okurlar böyle mızmızlanacaktır.