Tuncer Şengöz, 285 adet değerlendirme yapmış.  (14/41)
Sıfır Sayı
Sıfır Sayı

9

Bu kitapla ilgili memnuniyetsizliği gördüğümde şaşırdım, üzüldüm. Bir kitap ortalama 3'ün altında rating alıyorsa (bu yorum yazılırken goodreads ortalama puanı 2.95 idi) "vasat" değil, "kötü" kabul ediliyor demektir. Peki Numero Zero gerçekten de "kötü" bir roman mı? Doğrudur... Eco'nun bu romanı bir Gülün Adı değil, hatta bir Faucault Sarkacı ya da Baudolino da değil. Zaten böyle olmasını beklemek de doğru değil. Çünkü her roman özgündür (özgün olmalıdır) ve yıllar içinde yazar da değişir. Gülün Adı'nı yazdığında Eco 54 yaşındaydı, bu romanın yayımlandığı yıl 83 yaşında. Dahası, aradan geçen 30 sene boyunca dünya değişti, roman okuyucusu değişti, romancılık değişti, her şey değişti. O halde bu romanı Gülün Adı ile karşılaştırmak büyük haksızlık olur. Peki, acaba romanı kendi içinde yorumladığımızda nasıl görünüyor? Goodreads okuyucularından The Guardian'a, The Independent'tan New York Times'a kadar geniş bir yelpazedeki okur/eleştirmene göre vasat altı ... Katılmıyorum. ******** (BUNDAN SONRASI SPOILER İÇERİR) ********** Kitap, romanda yama gibi duran "6 Haziran 1992 Cumartesi, Saat 8" ile başlıyor. Eco, ilk satırlarda bir gizem yaratıyor ve daha sonra roman kahramanı Colonna'nın geçmişiyle ilgili bilgiler veriyor. Roman kahramanımızın bir kaybeder(loser) olduğunu öğreniyoruz. Bir sonraki bölümde iki ay geriye dönüyor ve kitabın en başında sözü edilen gizemle yeniden bağ kurulana kadar 17 bölüm daha okuyoruz. Bu bölümlerde Eco bizi önce medya/yayıncılık dünyasına, daha sonra İtalya'nın son 60 yılına götürüyor. Önce fazlasıyla pragmatik ve belli belirsiz bir ahlak düşkünlüğü yakıştırabileceğimiz Simei ile, daha sonra hastalık derecesinde takıntılı ve kuşkucu Braggadocio ve sevimli, ancak romanın daha sonraki sayfalarında (Braggadocio tarafından otizm olarak isimlendirilen) davranışsal bozukluklara sahip Maia ile tanışıyoruz. Romanda ismi zikredilen diğer şahıslar, sadece tamamlayıcı roller üstleniyorlar. Böylece her biri kendine has düşünme ve davranma bozukluğundan muzdarip insanlar topluluğunun 2 aylık serüveni başlıyor. Bu insanları bir araya getiren neden de sallantıda: Patronunun gazetecilik dışında hedeflerine hizmet etmek üzere girişilen bir proje bu ve gazete yayınlanmayacak, sadece 12 adet sıfır sayı çıkartacak. Pek çok okur ve eleştirmen, kitapta olay örgüsünün kopuk, roman karakterlerinin zayıf olduğunu ileri sürerek eleştiriyor Eco'yu. Bir de işlenen konuyu ve anlatımı beğenmeyenler var. Ben hiç birine katılmıyorum. Eco'nun roman karakterlerini derinleme incelemeden bıraktığı ve bölümden bölüme geçerken "yapıştırma" hissi veren bir anlatım tarzı belirlediği doğru. Ancak bunların hiç biri beni rahatsız etmedi. Tam tersine, büyük bir keyifle ve ilgiyle okudum. Romanda olaylar 1992 yılında geçiyor. 1992 yılı bilinçli bir şekilde ve dikkatle seçilmiş. Sosyalist bloğun çöktüğü, Soğuk Savaş'ın kesin olarak sona erdiği yıllardayız. Dünya olağanüstü bir değişimden geçiyor. Bu arada İtalya da değişiyor, dönüşüyor. Soğuk Savaş döneminde cinayet, darbe, tehdit gibi karanlık eylemlere imza atmış soğuk savaş örgütleri tasfiye ediliyor ve onlar tasfiye edilirken doğan boşluğu doldurmak üzere Milano'lu bir işadamı, Silvio Berlusconi sahneye çıkmaya hazırlanıyor. Sadece bir on yıl sonra artık İtalya bambaşka bir ülke olacak. Eco'nun roman kahramanlarının zayıflığı, iki yüzlülüğü, korkaklığı, meslek ilkelerine, arkadaşlarına, (sahip olmaları gereken) değerlere ihanetleri tam da o dönemin sarsıntıları ile ilgili. Eco'nun romanda hiç görünmeyen, sadece ismi zikredilen medya patronu Commendatore'si de böylece "kurgusal Berlusconi" olarak romandaki yerini alıyor. Eco, tıpkı diğer romanlarında olduğu gibi okuyucuyu neyin doğru, neyin kurgu olduğu konusunda ikilemlerde bırakıyor. Gizemin çözümüne yönelik farklı bir açıklamayı Maia'nın ağzından söylüyor ve kararı okura bırakıyor; roman kahramanlarının zayıflıkları, korkaklıkları, ilkesizlikleri ile beraber. Bu romanı okurken şunu düşündüm: Bir kuşağın son temsilcilerinden biri olarak Umberto Eco sanki dünyadan ayrılmadan önce bu romanla son vazifesini yerine getiriyor: Bugünün kaypak, ilkesiz, sahte ilişkilerinin üzerine kurulduğu dünyanın nasıl bu hale geldiğini bize hatırlatıyor. Korkaklığımızı yüzümüze vuruyor. Çünkü çalkantılı 20. yüzyılın pek çok iniş çıkışını yaşamış olan Eco'nun kuşağı da gittikten sonra, ilkeleri, adaleti ve demokrasiyi cesaretle savunan pek az insan kalacak. Bu roman bir başyapıt olmasa da, okuyucuyu derin derin düşünmeye sevk ettiği için 9 puan veriyorum.

Yeraltından Notlar
Yeraltından Notlar

9

Bir anti-kahraman üzerine yazılmış en çarpıcı romanlardan biri. Dostoyevski'nin 1864 yılında yazdığı bu roman, Dostoyevski'nin daha sonraki yıllarda yazacağı Suç ve Ceza, Budala, Karamazov Kardeşler gibi romanlarında yaratacağı karakterlerin prototipi kabul edilebilecek (isimsiz) bir kahramanın ağzından yazılmış. Dostoyevski daha sonraki yıllarda yazdığı romanların aksine bu romanda tamamen tek bir roman kahramanına odaklanıyor. (Sanırım bu nedenle de romanı birinci tekil şahsın ağzından yazıyor.) Romanda ismi geçen diğer şahıslar ve 19. yüzyıl Petersburg'u sadece dekoru oluşturuyor. Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri.

Türkiye Üzerine Tezler 2
Türkiye Üzerine Tezler 2

10

Yalçın Küçük'ün "tarih öncesi" zamanlarda, 1970'lerin sonunda yazdığı Türkiye Üzerine Tezler, şimdiye kadar yazılmış en çarpıcı eserlerden biridir. Yalçın Küçük'ün Sabetayizm ve Yahudilik takıntılarından, mezar taşı sorgulamalarından, "son 50 yıllık tarihten yalçın küçük'ü çıkartırsanız geride bir şey kalmaz" narsisizminden, anlaşılması güç, oldukça çapraşık bir dil ve paragraf düzenine geçişinden önce yazılmış olan Tezler hem müthiş bir araştırma ve zeka ürünüdür, hem de ideolojik tutarlılık içerir. (Bu anlamda daha sonraki YK kitapları, 1970 ve 80'lerde yazılan Tezler'le karşılaştırıldığında tutarsız ve takıntılı metinlergibi duruyor. Dahası, bilimsel düşünmeye açık beyinlere hitap eden Tezler'in aksine, takıntılı anti-semitlere ilham kaynağı oluyor.) Serinin bu kitabında da tezler oldukça tartışmalı. Ancak bunların hepsi nihayetinde birer tez. Tezler okuyucuyu, tarihçileri, akademisyenleri, düşünürleri daha fazla araştırmaya, düşünmeye, sorgulamaya ve en önemlisi de son bir yüzyılda yaşananları "rastgele" ve "tesadüfen" yaşanmış olaylar olarak değil, doğru ve bilimsel bir yaklaşımla anlaşılması gereken süreçler biçiminde okumaya çağırıyor. 20. yüzyıl Türkiye'sinden geleceğe kalacak en önemli araştırma metinlerinden biri.

Heart of Darkness
Heart of Darkness

1

Naçizane fikrim: 72 sayfalık gereksiz bir kitap.

Mezbaha No. 5
Mezbaha No. 5

10

Vonnegut kolayca okunan romanlarında pek çok duyguyu aynı anda hissettirebilen nadir yazarlardan biri. Mezbaha No. 5 de bunlardan biri. Bu romanı Şampiyonların Kahvaltısı'ndan daha çok sevdim. Ünlü kurgu karakteri Kilgore Trout da romandaki yerini almış.

Dune - Mesihi
Dune - Mesihi

10

Bu kitaba başlarken ciddi tereddütlerim vardı. Dune serisinin ilk kitabı (bence) bilim kurgu türünde şimdiye kadar yazılmış en iyi beş kitaptan biriydi ve bu gibi durumlarda genellikle serinin sonraki kitapları genellikle ilkine göre daha zayıf olurdu. Belki de sadece bu nedenle serinin sonraki kitapları kütüphanemin raflarında okunmadan senelerce bekledi. (O kadar uzun zaman bekledi ki, kitap kapaklarının renkleri soldu.) Kitabı satın aldıktan seneler sonra okuduğumda Dune Mesihi beklentilerimi fersah fersah aştı. Bu kitap serinin ilk kitabından çok daha farklı. İlk kitap Dune evrenini oluşturan pek çok unsuru bir ana-tema etrafında toplarken, ikinci kitap bütün olayları çok derin bir felsefi sorgulamanın potasında eritiyor. Dune Mesihi, imparatorluk, güç, iktidar, din, dinsel fanatizm, alternatif gelecekler, aşk, tutku ve insan kişiliği üzerine bilim kurgu türünde şimdiye kadar okuduğum en iyi kitaplardan biri. Frank Herbert'in kurgusu, anlatımı, okuyucuyu romanın karmaşık kurgusunun içine dahil edişi neredeyse kusursuz. Ve elbette bu kitabı çok değerli kılan, olağanüstü bir çeviri ile Türkçe'ye kazandırılmış olması... Sadece Bilim Kurgu tutkunlarının değil, tüm edebiyatseverlerin muhakkak okuması gereken bir kitap.

Kızıl Gezegen
Kızıl Gezegen

3

Bir bilim kurgu tutkunu olmama rağmen Robert A. Heinlein benim favori yazarlarımdan biri değil. Benim BK anlayışımın Heinlein'ın anlayışı ile uzaktan yakından ilişkisi yok. Kızıl Gezegen (Red Planet) romanı 1949 yılında yazılmış. O yıllardaki Mars tahayyülünün gerçek Mars'la hiç bir benzerliği yok. Heinlein geniş yapay kanallarla kutup bölgelerinden ekvator bölgelerine su taşınan bir Mars hayal ediyor. Mars'ın yüzeyinde bitkiler, küçük vahşi hayvanlar var. Kanalların içindeki donmuş suyun üzerinde kızaklarla seyahat edilebiliyor, vs. Bunlar dışında Mars'ta akıllı türler de var ... Heinlein bize hayali bir Mars yüzeyinde geçen 18. yüzyıl Amerika toplumunu anlatıyor.Mars kolonistleri, tıpkı Amerika'yı kolonileştiren Avrupalı göçmenlere benziyorlar. Heinlein'ın dili ırkçı ve cinsiyetçi. Marslıların konuştuğu dile "barbar dili" diyor, insan kulağına gıdaklama, böğürme gibi geldiğini söylüyor. Mars kolonistleri, uzay çağının modern insanlarından ziyade Amerikalı kovboylara benziyorlar. "Erkek gibi dövüşen", korkakları "kız kardeş" olarak isimlendiren, sık sık küfreden ve erkek kültürünü yücelten Mars kolonistlerinin hikayesini okuyoruz. Dahası, Marslılar barışçı bir tür oldukları halde kolonistlerimizin (çocuklar dahil) bellerinde silahları da var. Bu silahları kullanmaktan ve anlaşmazlık durumunda birbirlerini "mıhlamaktan" hiç çekinmiyorlar. Kısacası, 1949 yılında hayal edilen Mars gezegeni üzerinde bir western bu kitap. Kitabın en sonunda "karmaşık" Mars uygarlığına bir gönderme yapılıyor ki, bu gönderme Yaban Diyarlardaki Yabancı (Stranger in a Strange Land) romanındaki kurguya hazırlık olarak nitelendiriliyor.